Axel Dubinski[1] travma-sağaltma çalışmaları ile tanınan terapistlerden biri. Heal Versity’nin[2] hazırladığı “Die Macht der Epigenetik (Epigenetik’in Gücü)” adlı podcast dizisinin 26. bölümündeki söyleşisinde kendini tanıtırken, her şeyden önce savaş travması yaşayan bir anne-babanın çocuğu olduğundan bahseder. Kuşaklar arası kolektif travmayla kişisel bağlantısını ise şu şekilde açıklar:
“Ben bir baba ve aynı zamanda dedeyim. Çocuklarımın ve torunlarımın sırtındaki yükü hafifletmek, yani kendimde tespit ettiğim travmadan kaynaklı sorunların onlarda devam etmesini engellemek için travma-sağaltma (Traumaheilung) alanında çalışmalar yapıyorum.“ der.[3]
Yine söyleşinin devam eden bölümünde Axel Dubinski kendisine sorulan bir soruyu cevaplarken, en çok – henüz bilince çıkarılmamış, kuşaklar arası kolektif travmaların toplumsal hayatı etkilediğini ve dolayısıyla; travmanın köklü sağaltımında en etkili yöntemin de kuşaklar arası kolektif travma çalışmaları olduğunu belirtir. Axel Dubinski’ye göre travmaları dört katmanda ele almak mümkündür. Bunlar onun söyleşide dile getirdiği örneklere de dayanarak, şu şekilde formüle edilebilir:
Birinci Katman (Bireysel-Travma): Bir insanın tamamen kendi biyografisine bağlı olarak yaşadığı travmaya sebebiyet veren ekstrem olay/olaylar.
İkinci Katman (Kuşaklar-Arası-Travma): Bir insanın tamamen kendi aile biyografisine bağlı olarak edindiği; genetik kodlar, sözlü anlatımlar, alışkanlıklar, davranış ve düşünme biçimiyle aktarılarak, bilinçaltına yerleşen ekstrem olay/olaylar.
Üçüncü Katman (Sistem-Kaynaklı-Travma): Bir insanın tamamen içinde bulunduğu sistemin kuralları ve koşullarından etkilenerek, ona uymak zorunda kaldığı ve sonuçlarına katlandığı ekstrem olay/olaylar.
Dördüncü Katman (Toplumsal Travma): Bir insanın tamamen kendi kültürel, etnik, inanç, siyasal, ve/veya sınıfsal aidiyetinden dolayı, üyesi olduğu başka insanlarla birlikte maruz kaldığı/bırakıldığı ekstrem olay/olaylar.
Yukardaki bilgiler görselleştirildiğinde, bu dört katmanın iç içe geçtiği, ve dördüncü katmanın, diğer üç katmanı kaçınılmaz bir şekilde kapsadığı fark edilecektir.
Türkiye ve yakın coğrafyasında yaşanan kitlesel ve tarihsel travmaları Axel Dubinski’nin söyleşide değindiği katmanlar üzerinden değerlendirecek olursak; özellikle dördüncü katmana yerleştirilebilecek pek çok olay (savaşlar, siyasi ve askeri darbeler, soykırımlar, toplu katliamlar, linçler… vb.) sayılabilir. Tam da bu bağlamda gerek Necdet İpekyüz’ün sıraladığı tarihsel ve güncel olaylar, gerekse Müge Tuzcu’nun gözlemlerine dayanarak yazdığı kısa öykülem farklı katmanlara farklı ifadelerle yerleştirilebilir. Ancak bunların, Diyarbakır´daki sempozyumların (2010/2011) yazılı metnine yansıdığı şekliyle, yani emosyonal ifadelerle dile getirildiğinde, bilince çıkarılması ve yeterince anlaşılması mümkün değildir. Öte yandan travmaların kategorik yapıya göre düzenlenmeden, sadece konuşularak sağalması beklenemez.
TİHV´nın yazılı çalışması Esin Düzel tarafından yayına hazırlanmış. Ayrıca Esin Düzel´in “Diyarbakır’da İnsan Hakları Alanında Mücadele Edenlerin Travma Algıları, Deneyimleri ve İhtiyaçları; Araştırma Notları” başlığı altındaki kendi yazısı da çalışmada yer alıyor.[4] Bu yazı travmaların yaşanmasına sebep olan ekstremlere karşı mesafe alan, bilimsel-akademik bir dil, ifade ve kurguya sahip. Giriş bölümü şu şekilde:
“Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) 10-11 Aralık tarihinde çok önemli bir toplantı gerçekleştirdi: Sürmekte Olan Toplumsal Travmalar ile Başetmeye Yönelik Yol Gösterici Rehber Hazırlık toplantısı. Bu yıl ikincisi düzenlenen toplumsal travma çalışmalarında Türkiye’nin kuruluşundan (hatta öncesinden) itibaren toplumsal belleğimizde yer eden yaralara yakın tarihten, Kürt sorunu üzerinden bakıldı. Toplantıya hazırlanırken, vakıfta daimi ve gönüllü çalışanlar olarak Diyarbakır’da en geniş anlamıyla insan hakları alanında mücadele eden kurumların içinde bulundukları koşulları, siyasal sürecin onları nasıl etkilediğini, çalışmalarında karşılaştıkları zorlukları ve ihtiyaçlarını tespit ederek, toplantıya taşımayı kararlaştırdık. Bu yazı sivil toplumun içinden toplumsal travmayla başetme zemininin nasıl kurulabileceğini düşünmeye çalışıyor.” (s. 35)
Alıntıdan anlaşılacağı gibi Esin Düzel yazının giriş bölümünde çalışmanın sınırlarını net ve açık bir şekilde belirterek okuyucuyu bilgilendiriyor. Özellikle Kürt sorununun metin yüzeyine kodlanması, travmaların – her ne kadar tarihsel kökleri inkar edilmese de, sadece güncel (ve yakın tarih) yanıyla tartışıldığının bilgisini veriyor. Bu metnin derin yapısında ise okuyucu konunun güncelden tarihe, yani geriye doğru işleneceği beklentisine girmekte. Esin Düzel kendi yazısının kapsamını sadece bölgedeki gönüllülerinin gözlemleri ile sınırlamış. Bu gönüllülerin (aktivistlerin) bir kısmının bölge insanı olmadığını, gözlemlerindeki dış-perspektifin metne yansımasından, yani metin derin yapısından anlamak mümkün. Ayrıca aktivistlerin travmayı sağaltma alanında yeterli ve gerekli akademik yetkinlik taşıyıp taşımadıkları da net olarak bilinmiyor. Esin Düzel sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle görüşüldüğünün ve onların gözlemlerinin kaydedildiğinin bilgisini de veriyor.[5]
Bu gözlemlerden bazıları şu şekilde:
- ‘15 tane cenaze var orada [Malatya Adli Tıp Kurumunda]. Örnek bayan erkek ayırmışlar, fotoğraflarını çekmişler, uzaktan, ya da yakınlaştırmışlar falan. Bazılarının kolu yok, bazılarının kafası yok. Bacakları yok. Aileler oradan çıktığı zaman, o bakışları, halleri ben çok üzüldüm. Bir defa bir anneyle girdik içeri. 45-50 yaşında bir anne, şok olmuştu, nasıl yapılabilir bir insana bu. Nefret, kin, öfke, bunlar hep travmadır.’ S. 37
(Mağdurun durumu fiilin dehşeti üzerinden anlatılmış. Üçüncü kişi tarafından yapılan gözlem mağdura (travmaya) değil, ekstrem olayın kendisine odaklı.)
- ‘Yaşadıkları şeyi aileler biraz da ölümleri içselleştiriyorlar. Her gün gidip geliyorsan bunu artık sana kanıksatmaya çalışıyorlar. Bizde de tamam artık cenazemizi versinler biz gidelim diye bir şey oluşuyor, diyorsun tamam lazım değil artık. Aldılar diye seviniyorlar’ (s. 38)
(Mağdurun çaresizliği, edilgenliği ve kısmi teslimiyeti tarif edilmiş. Metin alıntısında “biz” derken kimin kastedildiği tam olarak anlaşılmıyor.)
- ‘Bedenini tanımayan bir insan ruhsal yapısını tanıyabilir mi? Tanıyamaz. Bunlar hep birbiriyle bağlantılı şeyler. Kendine bu kadar yabancı birisinin toplumu değiştirmekten dönüştürmekten bahsetmesi çok absürt geliyor bana. Şimdi travmalar boyutuyla da değişim dönüşüm noktasında bir bilinç oluşabilse kendindeki travmanın da farkına varacak, öfkesini çözebilecek.’ (s. 39)
(Burada gözlemden ziyade bölge insanının hayat biçimi dış-perspektiften eleştirel bir şekilde değerlendirilmiş.)
Metinde bu gözlemlere yönelik Esin Düzel’in değerlendirme ve açıklamaları da mevcut. Esin Düzel’in konuya bağlı bazı çıkarım ve tespitleri şu şekilde:
“Travma konusunda iyileşmenin ne olduğu sorusu travmanın nasıl tanımlandığıyla, sosyal ve kültürel altyapıyla ve kişilerin (ve toplumların) geçmişiyle birlikte düşünülebilir. İyileşmeyi tüm derinliğiyle ve boyutlarıyla ele almanın en önemli nedeni devletlerin veya sistemlerin belli bir iyileşme formülü sunup onunla yetinilmesini dayatabilmeleri. Travmaya maruz kalanlar açısındansa yara hala kanıyor olabilir. Bu nedenle iyileşme konusunu sadece psikolojik değil kültürel ve politik bir mesele olarak ele almakta fayda var.”( S.41)
Axel Dubinski’nin katmanlar üzerinden sağaltmaya çalıştığı travmaların, Esin Düzel’in yazısında tek bir potada toplandığını görüyoruz. Bu potada; “kişi ve toplumların içinde bulundukları sosyal ve kültürel yapının geçmişle birlikte düşünülmesi gerektiği” vurgulanıyor. Travmanın tanımı ise, – yazılı çalışmanın ana-giriş-bölümünde yapılan tanımlamaya bağlanmadan, muğlak bir şekilde bırakılıyor.
Metnin bu bölümündeki son bir kaç cümle de çözüm üretmeye yönelik. Ancak bir kelime seçimindeki muhtemel yanlışlık, tam olarak ne kastedildiğinin anlaşılmasını güçleştiriyor:
“…İyileşmeyi tüm derinliğiyle ve boyutlarıyla ele almanın en önemli nedeni (burada “yolu” ya da “yöntemi” kastedilmiş olabilir.) devletlerin veya sistemlerin belli bir iyileşme formülü sunup onunla yetinilmesini dayatabilmeleri.”
Eğer kastedilen gerçekten devletlerin ve sistemlerin travmayı iyileştirmeye yönelik formül geliştirmesi önerisi ise, bu son derece absürt bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Çünkü travmaya sebebiyet veren failden, ne kendi fiilini sonlandırması ne de kendi varlık sebebi olan fail-mağdur ilişkisini ortadan kaldırması beklenebilir. Daha açık bir ifadeyle:
Fail kendi varlığını mağdura yönelik fiiliyle kurgular, kurguya dayalı varlığın devamı için ihtiyaç duyduğu anda ve mekanda aynı fiili tekrarlar.
Türkiye ve yakın coğrafyasındaki fail-mağdur ilişkisi:
Metin alıntısının devam eden şu cümlelerine dikkat edildiğinde de, Esin Düzel’in mağdurun kendine bilinçli bir travma-sağaltma ihtimalini gözetmediği sonucu çıkarılabilir:
“…Travmaya maruz kalanlar açısındansa yara hala kanıyor olabilir. Bu nedenle iyileşme konusunu sadece psikolojik değil kültürel ve politik bir mesele olarak ele almakta fayda var.”
Farkedileceği gibi, bölgedeki dış-perspektif mağdurun travmasını anlamaya çalışırken, failin fiilini yorumlamış. Bu da mağdurun fiile direnme dinamiğini, yani travmanın görünmesini engellerken, aynı zamanda sistem içi çözümü tek alternatif olarak yansıtabilir. Axel Dubunski ise söyleşide sistem kaynaklı travmanın sistem içinde çözülemeyeceğinin altını net ve açık bir şekilde çizer.
Esin Düzel yazısını aşağıdaki tespit ve çıkarımlarla bitirirken yukarda yapılan değerlendirmelerin teyit edildiği de görülmektedir:
“…Travmanın boyutları, halleri bu yazıya ve kısa sürede yapılan görüşmelere sığamayacak kadar çok, çeşitli ve derin. Ancak görüşmecilerle yaptığımız sohbetten ortaya çıkan net bir sonuç varsa bu da travmanın etkilerine, sonuçlarına, şiddet kültürünü yeniden üretmesine katkılarını çok düşünmüyoruz. Görüşme yaptığım pek çok kurum temsilcisi için travma şiddete maruz kalma, tanık olma ve yaralanmışlık olarak algılanıyor. Ancak travmanın kişilik, kimlik, ruhsal haller, gündelik haller ve davranışlar üzerindeki etkisi ile ilgili sistemli bir analiz travma algısının içinde her zaman yer bulmayabiliyor. Yani travma bir yaralanmışlık olarak görülse de bunun yansımaları üzerinde çok durulmuyor. Mesela travma ve şiddet ilişkisini ancak sohbetlerimiz koyulaştıkça açtık ve tartıştık. Belli ki travmanın toplumsal hayata etkisini gözlemlemiyor, dilimizi travmanın etkilerinden arındırmıyoruz. Bunu hem içinde bulunduğumuz koşullara, artan devlet baskısına, hem de siyasi kültürümüze bağlamak çok mümkün. Son olarak benzeri çalışmaların sivil toplum kuruluşlarının ve dayanışmanın yoğun olduğu Diyarbakır dışındaki tüm şehirlerde yapılması çok ufuk açıcı olacaktır. Özellikle Türkiye’nin herhangi bir şehrindeki zorunlu olarak göç edenler, askerde yakının kaybedenler veya başka şekillerde siyasal şiddetle ilgili travmaya maruz kalanların deneyimlerini öğrenmek yüzleşme, adalet ve onarım süreçlerine temel oluşturacaktır.” (S. 41-42)
22.09.2024
“Kitlesel ve tarihsel travmalar” yazı dizisinin ilk dört bölümüne aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz:
Acıma duygusu uyandıran bir ifade: “Travmayı atlatmada en (çok) yoksullar zorlanmakta”
Travmaları sağaltan bir ifade: “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz!”
Mücadeleye çağıran bir ifade: “Ferman padişahın dağlar bizimdir!”
Travmayı tetikleyen bir ifade: “Unutursak kalbimiz kurusun”
[1]Axel Dubinski – Geschäftsführer & Gründer – TraumaHelden gGmbH | LinkedIn
[2] Ausbildung zum Epigenetik Coach: Dein Weg zur Expertise (healversity.com)
[3] #26 kollektives Trauma mit Axel Dubinski – YouTube
[4] Türkiye’de Sürmekte Olan Toplumsal Travma ile Başetmede İlk Adımlar – TİHV – Türkiye İnsan Hakları Vakfı (tihv.org.tr), III. Esin Düzel, Diyarbakır’da İnsan Hakları Alanında Mücadele Edenlerin Travma Algıları, Deneyimleri ve İhtiyaçları, S. 35
[5] „…Bu soruları aşağıdaki kurumlarda çalışanlarla yaptığımız görüşmeler üzerinden izleyelim:• İHD (İnsan Hakları Derneği) Diyarbakır Şubesi • TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı) Diyarbakır Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi • MEYADER (Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenlerle Dayanışma Derneği) • Barış Anneleri • KAMER (Diyarbakır, Van ve Hakkari)• Umut Işığı Kadın Kooperatifi • DİKASUM (Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi-Sosyal Hizmetler Müdürlüğü, Diyarbakır Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi • Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Dayanışma Federasyonu (TUHAD-Fed)3 • Diyarbakır Tabip Odası Görüşmelerde çoğunlukla kurumların temsilcileriyle, yani hem sahada çalışan hem de yönlendirme, koordinasyon, kolaylaştırma gibi görevlerde bulunan kişilerle görüştük. Bir kaç standart sorunun yanı sıra (kurumun çalışmaları, işleyişi, karşılaştıkları sorunlar ve bunları aşma yöntemleri), savaş, travma ve şiddet konusunda ucu açık sorularla sohbetlerimizi koyulaştırdık. Kurum temsilcilerinin isimlerini, bazı özel detayların yer alması nedeniyle, bu yazıda gizli bırakıyoruz.“ Esin Düzel, S.36