Aleida Assmann “Vergangenheit, die nicht vergeht (Geçip gitmeyen geçmiş)” adlı kitabında kitlesel travmalara yol açan tarihsel olaylardan-katliamlardan bahsederken, bu olayların resmi tarih (İradi Kolektif Hafıza) ve halk arasındaki (Doğal Kolektif Hafıza) farklı görünümlerine de dikkat çeker.
Çatışmalı olan bu görünümlerin dengelenmesinin, sadece demokratik rejimlerde, kolektif hafızanın kabul edilmesi koşuluyla, katliam(lar) üzerine açıkça tartışılması ve bir sonuca varılmasıyla mümkün olabileceğinin altını çizer. Aksi taktirde (totaliter rejimlerde) hakim tarafın görmezden geldiği ya da reddettiği kolektif hafıza, -her travmada olduğu gibi- tetiklendiği anda aktifleşecek, dolayısıyla geçmişte yaşananlar tekrar gündeme gelecektir. Bu durumda geçmişin geçip gitmesi yani katliamların yeniden yaşanmaması için iki grubun iki farklı perspektifinin dikkate alınması gerekir;
- Birinci grup (İradi Kolektif Hafıza’yı oluşturan fail tarafı), kendi sistemini bozmadan tarihle ilgili, nasıl bir resim çizeceğini tespit etmek zorundayken;
- İkinci grup (Doğal Kolektif Hafıza’ya sahip olan mağdur tarafı), kendi varlığının karşıtı tarafından (fail) tahrip / yok edildiğinin kabulünü bekler. Başka bir deyişle mağdur genel toplumun bir parçası olarak eşit haklar talebinde bulunur.[1]
Burada A. Assmann konuyu derinleştirmek maksadıyla, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Yahudiler, Amerika Birleşik Devletleri’nin de siyahiler karşısında geçmişleriyle yüzleştiklerini somut örneklerle açıklar. Ancak bu örneklere rağmen mağdur tarafın hala genel toplum içinde eşit-ağırlıkta değer görmediğine ve eşit-haklara sahip olmadığına da değinir. Nitekim fail tarafın bilerek ya da bilmeyerek tetiklediği travma, mağdur tarafın haklı ve doğal bir öfkeyle aktifleşmesine sebep olmaktadır. Aleida Assman soykırımlardan kaynaklı travmaların yüzde yüz sağalmadığına, yani geçmişin geçip gitmediğine çok iyi bilinen bir örnek olarak George Floyd olayını (25.05.2020) verir[2]. Travmayı tetikleyen ırkçı saldırıya karşı mağdur tarafın perspektifi Black lives matter (Siyahilerin hayatı önemlidir) sloganıyla kitlesel bir hareketi başlatır. Kısa sürede tüm dünyaya yayılan İngilizce slogan siyahilerin yaşadığı travmaların dünya kamuoyundaki mutlak kabulü olarak değerlendirilebilir.
Bütün bunları Türkiye coğrafyası üzerinden düşünecek olursak; 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından gelişen kitle gösterilerinde “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz!”[3] ifadesinin yaygınlaşmasını da aynı kategoride değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Gerek “Black lives matter” gerekse “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz“ ifadeleri mağdur perspektifinin kendi dışındaki kitleler tarafından, spontan ve mutlak kabulü anlamına da gelir. Bu yanıyla her iki ifade devletler ve kurumların oluşturduğu iradi kolektif hafızanın üstüne çıkarak, doğal kolektif hafızayı destekler. İyileştiricidir.
Totaliter rejimlerde Doğal Kolektif Hafıza
Türkiye ve yakın coğrafyasında demokratik rejimlerden bahsedilemeyeceği için, Aleida Assmann’ın yukardaki tezlerinin buralarda hayata geçmesi de mümkün değildir. Ancak buna rağmen kitlesel ve tarihsel travmaların tek taraflı da olsa, çalışıldığını belirtmek gerekir. Bu tür çalışmalar son derece zor şartlarda, “demokrasi mücadelesi” kapsamında gerçekleşir ve zaman zaman ciddi politik çatışmalara sebep olabilir. Çünkü aşağıdaki görselde de fark edilebileceği gibi iki tarafın perspektifi tamamen zıttır.
İşte tam da bu bağlamda kitlesel ve tarihsel travmaların, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 2010 ve 2011 yıllarında Diyarbakır’da gerçekleştirdiği iki sempozyumla, gündeme geldiğine-üzerinde çalışıldığına değinmek gerekir. Bu sempozyumlarda yapılan konuşmalar 2012 yılında yazılı hale getirilerek “TÜRKİYE’DE SÜRMEKTE OLAN TOPLUMSAL TRAVMA İLE BAŞETMEDE İLK ADIMLAR” adıyla yayınlanmıştır.[4] İnternet ortamında pdf formatıyla sorunsuz erişilebilecek olan yazılı çalışma yaklaşık 208 sayfayı kapsıyor.[5] Üç ana bölüm altında toplanan sempozyum konuşmaları burada şu şekilde sıralanmış:
1. TOPLUMSAL TRAVMANIN GÖRÜNTÜLERİ, HALLERİ, İZLERİ:
Tasvirleme: Bu bölümde Türkiye’den ve dünyadan örnekler verilerek toplumsal travmaların tarihsel köklerine ve güncel yansımalarına dikkat çekilmiş. Bir tür tasvirleme çalışması sayılabilecek olan sunumlarda, önce toplumsal travmanın ne olduğu anlatılmaya çalışılmış. Burada mağdur tarafın iç-perspektifinin mağdurlar tarafından mağdurlara anlatıldığı olgusuna rastlanıyor. Türkiye örneklerinde emosyonal yaklaşım yoğun biçimde metin yüzeyine yansırken, dünya perspektifinden (Güney Afrika ve Kuzey İrlanda) verilen örneklerde daha çok nesnel ve rasyonel değerlendirmeler dikkat çekiyor.
2. TOPLUMSAL TRAVMAYI ANLAMAK:
Disiplinlerarası İnceleme: Tanıl Bora (Politikbilimci), Nazan Üstündağ (Toplumbilimci) ve Can Kaptanoğlu’nun (Psikiyatrist) konuyla ilgili yaklaşımlarının yer aldığı bu ana bölümde toplumsal travmaların disiplinlerarası incelemesi yapılmaya çalışılmış. Ancak sempozyumun bu bölümünde tarih disiplininin temsiline maalesef rastlanmıyor.[6]
3. TOPLUMSAL TRAVMAYLA BAŞETMEDE ÜÇ ANA ALAN VE 2011 ÇALIŞMA TOPLANTISINDAN NOTLAR
Özetleme ve çözüme yönelik uygulamalar: Üçüncü ana bölüm özetleme ve çözüm üretmeye yönelik. Kendi içinde üç ana başlığa/aşamaya (Hakikat Hakkı, Adalete Ulaşım, Onarım) yer veriyor. Bu bölüm aynı zamanda travmalarla baş edebilmek için bir yol haritası olarak da ele alınabilir.[7]
TİHV’nın toplumsal travmalarla ilgili ilk yazılı çalışması olan bu çalışmada, ayrıca sempozyumları konu alan iki rapora, bir özet çalışma taslağına, örnek bir çalışmaya ve toplumsal travmayla başetmede tazminatın önemine dair yazılara da rastlıyoruz.
Sempozyumlardaki sunumları amaçlarına uygun bir şekilde okuyup değerlendirebilmek için, ilk konuşma olarak kaydedilen Necdet İpekyüz’ün[8], Travmaya Sessiz Kalmamak: êdi bes e! [9] adlı sunumu ele alınabilir.
Farkedileceği gibi édi bes e! Kürtçe bir ifade olup, yeter artık! anlamına gelmektedir. Necdet İpekyüz bu ifadeyi yaptığı Türkçe konuşmanın başlığına taşıyarak, Kürtler’in dillerinin yasaklanmasıyla birlikte nasıl bir travmaya maruz kaldığını görünür hale getirmekte. Hemen ardından Ocak 2011’den aynı yılın Kasım sonuna kadar devletin başta aktif mücadele içinde olan Kürtler’e (Militanlar olarak belirtiliyor) yönelik müdahalesiyle yaşanan insan hakları ihlallerine değiniyor. Bunu sayısal bilgilerle (can kayıpları, işkenceler, tutuklamalar, gözaltılar… vb.) son bir yılın insan hakları ihlali bilançosu şeklinde sıralayıp rapor ediyor. Derken konuşmanın faili (devleti) hedef alan (teşhir eden) temposunun, aynı sene yaşanan Van depremine kaydığını görüyoruz. Konuyla ilgili sosyal medyada yayılan Kürt düşmanı ifadelerin sorumlusu olarak kutuplaşmaya sebep olan devlet gösteriliyor. Konuşmacı tarihsel travmalara da değinerek -belki konuşmasının kapsamını genişletmek için, şu şekilde devam ediyor:
“Dersim meselesi, İstiklal Mahkemesi arşivleri gibi bazı konuların da artık konuşuluyor olmasını da belki de yaşadığımız travmaların bir yansıması olarak da belirtebiliriz.
Son yüzyılda Türkiye büyük dönüşümler ve toplumsal travmalar yaşamış bir ülkedir; askeri darbeler, Ermeni meselesi, farklı toplumsal gruplara olan saldırılar ve katliamlar bunlardan sadece birkaçıdır. Son olarak, 30 yıllık silahlı çatışma Türkiye’deki gündelik hayata damgasını vurmuştur: işkence, yerinden edilme, korku ve kayıplar Kürtlerin olağan tecrübeleri haline gelmiştir. Bu duruma ek olarak, Kürtlerin sadece süren savaş ya da ölümler için değil aynı zamanda batı şehirlerindeki suç ve yasadışı faaliyetler için de sorumlu gösteren yaygın kamusal temsilleri Kürtlere karşı aşırı ırkçı saldırıları da körüklemiştir. Bu savaş ortamının sonucu da şiddet ve nefretten beslenen iki çatışan grup ve yoğun bir şekilde travmatize olmuş toplumdur. Ne yazık ki varolan çatışmalar henüz sona ermemiş ve şiddet günümüz Türkiye’sinde bir istisna olmak yerine gittikçe bir yaşam şekli haline gelmektedir.”[10]
Yukardaki alıntıda gerek içeriksel gerekse kronolojik tutarlılığın metne yansımadığını görmek mümkün. Metnin yapısal düzenlenmesinde zaman, mekan ve konular şu şekilde sıralanmış: İnsan hakları ihlalini teşhir eden bir senelik bilanço (Ocak 2011-Kasım sonu 2011) / Van depremi ve depreme bağlı yapılan sosyal medya paylaşımları (Ekim 2011) / Dersim sorunsalıyla (1937-1938) ilgili kısa bir bilgi ve ona uygun olduğu düşünülen, temellendirilmeyen bir iddia / son yüz yılda yaşanan askeri darbeler (1960-1980) / Ermeni meselesi (1896-1915 ve takip eden yıllar) / farklı toplumsal gruplara yapılan saldırılar (burada ne kastedildigi tam anlaşılmıyor. Ama art-alan bilgisi devreye girdiğinde 1978 Maraş ve Malatya, 1980 Çorum, 1993 Sivas katliamlarının kastedildiği düşünülebilir.) / 30 yıllık silahlı çatışma (yine ne kastedildiği açık değil, ama Kürt hareketine vurgu yapıldığı devam eden cümlelerden anlaşılıyor.)
Necdet İpekyüz’ün sunumu metin kurgusuna ve dil kullanımına yansıyan emosyonal ifadelerle, şikayetlerle, sorunları kategorilere ve niteliklerine göre ayırmadan, sadece peş peşe sıralayarak, hatta bazılarını tekrarlayarak sonuna kadar bu şekilde devam ediyor. Bu anlatım tarzının, kurban psikolojisini güçlendirirken, mağduru çözümden uzaklaştırdığını, içinden çıkılmaz bir kısır döngüye soktuğunu belirtmek gerekir. Wiebke Meyerding’in konuyla ilgili makalesi mağdurun çözüm üretebilecekken neden kurban rolünde kaldığının psikolojik bileşenlerini vurguluyor.[11]
W. Meyerding’in bahsettiği bu psikolojik bileşenlere başta Kürtler olmak üzere Türkiye coğrafyasında katliamlara, asimilasyona, zorlama ve kısıtlamalara uğramış birçok etnik grupta rastlamak mümkün. Bu noktada mağdur perspektifiyle kurban psikolojisinin iki farklı durum olduğunun da altını çizmek gerekiyor.
“Kitlesel ve tarihsel travmalar” yazı dizisinin ilk iki bölümüne aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz:
Mücadeleye çağıran bir ifade: “Ferman padişahın dağlar bizimdir!”
Travmayı tetikleyen bir ifade: “Unutursak kalbimiz kurusun”
[1] Assmann, Aleida; Vergangenheit, die nicht vergeht; 2023, Picus Verlag, Wien; S. 17
[2] Assmann, Aleida; Vergangenheit, die nicht vergeht; 2023, Picus Verlag, Wien; S. 30
[3] Hepimiz Ermeniyiz – Vikipedi (wikipedia.org)
[4] TİHV ( Yayına hazırlayan: Esin Düzel); TÜRKİYE’DE SÜRMEKTE OLAN TOPLUMSAL TRAVMA İLE BAŞETMEDE İLK ADIMLAR; Şubat 2012, TİHV yay. 77; Ankara
[5] Türkiye’de Sürmekte Olan Toplumsal Travma ile Başetmede İlk Adımlar – TİHV – Türkiye İnsan Hakları Vakfı (tihv.org.tr)
[6] TİHV ( Yayına hazırlayan: Esin Düzel); TÜRKİYE’DE SÜRMEKTE OLAN TOPLUMSAL TRAVMA İLE BAŞETMEDE İLK ADIMLAR; Şubat 2012, TİHV yay. 77; Ankara, S.9: “Türkiye’de üzerinde henüz konuşulmaya başlayan bir alan olan toplumsal travmayı odağına alan programımız, farklı disiplinlerden gelen (medya, antropoloji, çatışma çözümü, felsefe, psikiyatri, psikoloji, sosyoloji, sosyal hizmetler, STK’lar, hafıza çalışmaları, siyaset bilimi, vb.) kişilerin katkılarıyla şekillendi.” TİHV Yönetim Kurulu
[7] TİHV ( Yayına hazırlayan: Esin Düzel); TÜRKİYE’DE SÜRMEKTE OLAN TOPLUMSAL TRAVMA İLE BAŞETMEDE İLK ADIMLAR; Şubat 2012, TİHV yay. 77; Ankara, S.9: “Aralık 2010’da Diyarbakır’da
[8] Necdet İpekyüz – Vikipedi (wikipedia.org)
[9] TİHV ( Yayına hazırlayan: Esin Düzel); TÜRKİYE’DE SÜRMEKTE OLAN TOPLUMSAL TRAVMA İLE BAŞETMEDE İLK ADIMLAR; Şubat 2012, TİHV yay. 77; Ankara, S.17
[10] S. 19
[11] Opferrolle: Warum Menschen Opfer bleiben | Wiebke Meyerding (verhaltens-hypnosetherapie-hamburg.de)