Son iki işçi mücadelesi örneği bir kez daha gösterdi ki, işçilerin çıkarlarıyla sendika bürokratlarının çıkarları birbiriyle zıt yönde.
İlk örnek: Polonez işçileri
Çatalca’da bulunan işlenmiş et ürünleri üreten Polonez gıda işyerinde geçtiğimiz Temmuz ayında sendikaya üye olan işçilerin 146’sı işten atılmıştı. Uzun ve meşakkatli geçen 172 gün sonunda Çalışma Bakanı’nın da araya girmesiyle uzlaşmaya varıldı. Sonunda işe geri dönen olmadı ama geride kalan işçilerin sendikalı çalışacaklarına, kıdem ve ihbar tazminatlarını, boşta geçen sürenin ücretini, kıdemine göre sendikal tazminatı alacaklarına, çalışan işçilerin sendikal haklarının tanınacağına, hatta atılan işçilerin arasından patronun bazılarını geri işe geri almak isteyeceğine inandırıldılar.
Kartal Tekel fabrikasının eski şube başkanı şimdilerde sendika uzmanı olan şahsın, direnişin son günü işçilere Türk-İş’e, Çalışma Bakanına, kaymakama, polise, emniyet müdürüne ayrı ayrı teşekkür ettirip alkışlatması, adliyenin ve fabrikanın önünde bulunan çadırların kaldırılacağı sıra devrimci grupların birçoğunun da desteğini alması işin püf noktasıdır.
Tarih 6 Ocak’tı. İlk kez bir mücadeleye giren çoğunluğu orta yaşlı ve kadın Trakyalı işçiler, Anayasal Hakları olan sendikalı çalışma için girdikleri bu yolda hiç ummadıkları baskılara hedef oldular. Teşekküre zorlandıkları kim varsa, 6 ay boyunca acı çekmelerine sebep olmuştu.
Üye oldukları Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş Sendikasının kendilerine açıkladığı görüşme sonuçlara göre, önce zafer kazandıklarına inandılar. Aradan beş ay geçti ve şimdi anlaşılıyor ki, durum hiç de sendikacıların kendilerine açıkladığı gibi değilmiş. Nitekim bu durumu açıklayan bir bildiri yayınladılar.
Bildiride öğreniyoruz ki, Polonez direnişi diyerek övündükleri mücadelenin işçilerini 1 Mayıs’a bile çağırmamış sendika. İşçi başına masraf adı altında her işçiden 60 bin lira kesmiş, fabrikada kalan işçilere sahip çıkmamış, mobbing nedeniyle geride sendikalı işçi de kalmamış.
BİZ BİTTİ DEMEDEN BİTMEYECEK!@nowhaber ile 1 Mayıs vesilesiyle yaptığı haberin ardından iletişime geçtik. Direnişimiz boyunca sesimizi duyurmak için defalarca Çatalca’nın yolunu tutmuşlardı. Sağ olsunlar bu kez de kırmayıp geldiler. Çatalca merkezde, her şeyin başladığı kültür… pic.twitter.com/I9S9QTBECd
— Polonez İşçileri (@PolonezDirenisi) May 6, 2025
İkinci örnek: TÜPRAŞ
TÜPRAŞ Koç Holding bağlı ve Türkiye’nin en karlı kuruluşlarından. Geçen yıl karı yüzde 200 artmış. Aliağa, Kocaeli, Kırıkkale, Batman gibi işyerlerinde çalışan 4 bine yakın işçi var. Sendikaları Türk-İş’e bağlı Petrol-İş. Toplu Sözleşme 1 Ocak’tan beri sürüncemede. Sendika işçilerin itirazına rağmen sözleşmeyi 3 yıllık imzalanmış hem de sadece yüzde 55 ücret artışı öngörüyor. İşçilerin talebi sözleşmenin 2 yıllık yapılması ve zammın yüzde 85 olması.
TÜPRAŞ işçileri deneyimli ama yine de sendikacılarda oyun çok. Sendika kendilerine söylendiği gibi davranmayıp toplu sözleşmeyi gizli kapaklı ve işçi aleyhine imzalamış. Aliağa işçileri de sokağa döküldü.
TÜPRAŞ Kocaeli Rafinerisi’nde işçiler, patronun attığı mesaja sloganlarla yürüyüş yaparak cevap verdi: “İş ekmek yoksa barış da yok”https://t.co/lZa2xcWvyp#tüpraşişçisidireniyor pic.twitter.com/1oHWcIeuBe
— Evrensel Gazetesi (@evrenselgzt) May 7, 2025
Petrol-İş yönetimi sözleşme sürecinde mecbur kaldığı için kimi eylemler de yaptı. Mücadele ediyormuş izlenimi verdi ki, işçileri aldatmak mümkün olsun.
Bağımsız bir mücadele gerekli
Polonez işçilerin mücadelesi sırasında çok daha çıplak olarak gördüğümüz gerçek şu: İşçilerin mücadelesi diyerek sendika bürokratlarına verilen destek, işçilerin bürokratların açık kimliğini görmelerini engeller ve işçilere ihanete kapı aralar.
Sendikaları savunayım derken işçileri değil bürokratları desteklemeye dönüşen her tutum, devrimciler, Marksistler eliyle bürokratların kirli yüzüne kefil olmaya dönüşür.
Marksistler, işçilerin sendika militanı olarak değil, birer Marksist ve sosyalist işçi olarak yetişmeleri için çalışmalı. Genel olarak sendikal mücadele sosyalist mücadele yerine ikame edilmekte.
Sendikal mücadele esasen işçilerin mücadelesi olarak görülmedikçe, sendikaları desteklemek yoluyla aslında işçiler değil sendika bürokratları savunulmuş olur. Esas olan işçidir. İşçinin iş güvencesidir. İşçilerin mücadelesidir. Bu bazen sendikalaşma olur bazen ücret için mücadele ve sendikasız olabilir.
Sendika eğer işçinin denetleyebildiği bir birlik olursa, işçinin işine yarar. Yoksa sendikacı işçinin düşmanı olur. Bugünkü sendikacılara kefil olmak, bir sosyalist için siyasi intihar anlamına gelir.
İşçilerin mücadelesi devletten, sermayeden ve sendika bürokratlarından bağımsız öz güçlerine dayanarak yürütülmek zorunda ki, sonuç yenilgi bile olsa ders çıkarılabilsin.
Marks ve Engels’in deyişiyle: ‘İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır’.