Sarp Maden, ortaokul yıllarında rock müziğin enerjisiyle müziğe adım attı. Elektrik gitarla başlayan bu serüven, kısa sürede beklenmedik bir dönüşüm geçirdi. Rock’ın sınırlarından çıkarak caz, latin, klasik batı müziği, elektronik ve farklı kültürlerin etnik seslerine doğru genişleyen bir yolculuğa atıldı. Onu harekete geçiren şey, sadece sesler değil, müziğin sınırsız güzelliklerini keşfetme arzusuydu.
Bugün doğaçlama sahnesinde tanınan bir isim. Ancak doğaçlama onun için yalnızca teknik bir gösteri değil; anın içinde akmak, düşüncenin ötesine geçmek demek. Müzikal dili ustalıkla kavramış olmasına rağmen esas başarısı, bu dili çabasızca ve içgüdüsel bir şekilde ifade edebilmesinde yatıyor.
Sarp Maden, başarıyı geniş kitlelere ulaşmakla ölçmeyen müzisyenlerden biri. Popülerlik uğruna müzikal taviz vermektense müziği bir kişisel tatmin ve keşif alanı olarak korumayı seçti. Müziğe yaklaşımını zen disipliniyle tanımlıyor. Bu yüzden kendi hayatında ekonomik getiriler ya da görünürlük hiçbir zaman önceliği olmadı.
Müzisyen, bugün geldiği noktada hala bir keşif sürecinin içinde. Dünya turuna çıkmış, bir yandan sahneye çıkarak bir yandan da kendi sesini yeniden şekillendirerek ilerliyor. Müziğe duyduğu ilk günkü heyecan hala taze. Nereye varacağına ise sadece zaman karar verecek.
Müziğe rock’la başlayıp zamanla caz ve etnik müziklere yöneldiğinizi biliyorum. Bu dönüşüm nasıl başladı? O dönemde sizi etkileyen en önemli unsurlar nelerdi?
Ortaokul yıllarında rock dinlemeye başladım ve bunun etkisiyle bu müzikteki temel enstrümanlardan biri olan elektrik gitar çalmaya başladım. Ama bir kaç yıl içinde müzik algım büyük ölçüde değişti. Caz, latin, klasik batı müziği, elektronik müzik, farklı coğrafyaların etnik müziklerini dinlemeye ve araştırmaya başladım. Bu dönüşümün sebebi olarak güzelliğin sonsuz çeşitliliğinin farkına varmak, tadını almak ve bunların yapısını anlamak için duyduğum merak diyebilirim.
Sizi pek çok kez sahnede izlediğim için doğaçlama konusunda yetenekli müzisyenlerden biri olduğunuzu düşünüyorum. Bundan yola çıkarak sizce doğaçlama yapmak sadece teknik bir yetkinlik mi, yoksa belli bir düşünce biçimini de beraberinde mi getiriyor?
Teşekkür ederim. Doğaçlama yapmak müzik diline hakim olmak kadar spontane olmayı, anda olmayı da gerektiren bir ifade biçimi. Müzik diline hakim olmak derken armoni, melodi, ritim, solfej, nota okuma, enstrüman tekniği, müzik teknolojisi gibi konularda ustalık, birikim, deneyimi; spontane olmak derken de bütün bunları çabasız kullanabildiğimiz, içinde düşüncenin olmadığı bir akış haline (flow state) girmeyi kastediyorum.
Cazın kendine has dili içinde, kişisel bir üslup ve ifade biçimi inşa etmek sizin için nasıl bir süreçti? Bu dili dönüştürürken hangi yaratıcı referanslar sizinle birlikteydi?
Caz tarihine baktığımızda her dönemin sembolü olan ve ortak dile katkı yapan, yenilikler getiren, dili dönüştüren isimler görüyoruz. Bu isimlerin ortak özelliği otantik olmaları, kendi özgün müzikal dillerini oluşturmaları, kendi ifade şekillerini keşfetmiş olmaları. Sevdiğim ve etkilendiğim müzisyenlerde, müzikal ve kişisel olarak birbirlerinden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, ortak özelliğin bu olduğunu erken yaşlarda anladım ve müzikal yolculuğum bir kendini keşif sürecine dönüştü. Bu süreç hala devam ediyor.
Solo atarken mırıldanır gibi çalma haliniz ve karakteristik tonunuz, doğaçlamalarınıza güçlü bir ifade katıyor. Bu yaklaşımı geliştirirken hangi teknikleri veya yaklaşımları benimsediniz?
Doğaçlarken çaldığım cümleleri söylüyorum ya da söylediğim cümleleri çalıyorum. Ama çalarken bunun farkında değilim bu sezgisel olarak yaptığım bir şey. Bu caz müzisyenleri arasında, özellikle nefesli bir çalgı çalmayanlarda çok yaygın bir durum. Piyano, gitar gibi telli çalgılarda sadece mekanik olarak da çalabilirsiniz, ama çaldığınız şeyi içsel olarak duyarak, aynı zamanda söyleyerek müziği daha bütünsel ve derin hissetmek ve ifade etmek mümkün.
Gitar tonum ise aslında perküsif karakterli bir çalgı olan gitardan daha vokal bir tını elde etme ihtiyacımın ürünü. Elektrik gitar tonu, hem akustik hem de elektronik bir sürü bileşenden oluşan ve zincirdeki her parçanın bütünü etkilediği/şekillendirdiği son derece kompleks bir denklemin ürünü. Burada kendi kişisel alanımı bulmam uzun yıllarımı aldı ve bu da hala devam eden, sürekli gelişen bir süreç.
Caz, doğası gereği her zaman geniş kitlelere hitap eden bir müzik türü olmadı. Sizce bir caz müzisyeni, müziğini daha fazla insana ulaştırmak ile kendi ifade alanını korumak arasında nasıl bir denge kurmalı?

Bunun cevabı cevap veren kişinin algısına, değerlerine, hedeflerine ve şartlarına göre değişir. Bu her müzisyenin düşünmesi ve araştırması gereken son derece önemli bir konu. Çünkü müzisyenin bu konudaki tavrı, müziğini şekillendirmekte yeteneği, yaratıcılığı ve müzikal altyapısı kadar etki eden bir unsur.
Benim müzikle ilişkim ise baştan kişisel tatmin, keşif ve öğrenme odaklı oldu. Müziğe bir zen sanatı gibi yaklaşma şansına/lüksüne sahip oldum ve daha fazla insana ulaşmak için müzikal tavizler vermek bana çok uzak. Bu tavrın ekonomik ya da görünürlük açısından sonuçlarını da baştan itibaren umursamadım.
Sibel Köse’nin vokal yaptığı ilk albümünüz Bence 2008 yılında yayımlandı. Bu albümün ardından çok fazla iş yaptınız. Aralarında ön plana çıkan hangisi oldu? Ya da sizin “bu albüm, hepsinden farklıydı” dediğiniz hangisiydi?
Hepsinin ayrı bir yeri var, ama zaman geçtikçe eskiye göre daha iyi çaldığımı ve prodüksiyon açısından da daha iyi işler çıkardığımı umuyorum.
Bundan sonra neler olacak? Müzik çalışmalarınız hangi çerçevede şekillenecek?
Bundan sonra neler olacağını bilemiyorum, ama son bir kaç yıldır bir yandan dünyayı geziyorum, bir yandan da çalışımı tekrar şekillendirdiğim bir keşif/inşa sürecine girdim. Müziğe ilk başladığım yıllardaki heyecanım eksilmeden devam ediyor, bunun beni nerelere götüreceğini zaman gösterecek.