Çözümümsü sürecimtrak…
Sürecimsi çözümtrak…
Adını bile koyamadığımız bir “dönem”den geçiyoruz ama neyin içinden geçtiğimizi, geçirildiğimizi bilmiyoruz…
Bilenler bilmeyenlere anlatsın diyeceğim, ama bilenlerin kim oldukları bile meçhul.
Nitekim hiçbir şey olmasa da bir şeyler olduğu muhakkak.
Neyin ne olduğunu biz faniler belki hiç öğrenemeyeceğiz, belki fazla oldu; gerçekte ne olduğunu zaten hiç bilemeyeceğiz.
Adı ne olursa olsun, bir çözüme ve bir sürece ihtiyacımız olduğu ortada. Ama bunu “iki uzun bir kısa” ile yapabilir miyiz? Hiç sanmıyorum.
Çözüm hem bu kadar kolay bir şey değil hem de kapalı kapılar ardında saklı hiç değil…
Her şeyi açık açık konuşmadan, eteklerdeki taşları tek tek ortaya saçmadan ise hiç mümkün değil…
Neden derseniz, “Efendim, bununla ilgili bir anımı sizinle paylaşmak isterim” diye yaşıma uygun bir cevap vereyim…
♦♦♦
Biliyorsunuz daha önce adı konmuş bir süreç yaşamış ve ülkece hayal kırıklığına uğratılmıştık.
“Niyet zaten çözüm değildi”, “dış mihraklar engel oldu”, “içimizdeki İrlandalılar devreye girdi”, “derin devlet çözüm istemiyordu” gibi birçok bahane sıralayabiliriz, ama ben zaten orada değilim.
Ben size başka bir şey anlatacağım.
♦♦♦
Hatırlarsınız geçmişte kalan çözüm süreci halaylarla, davullarla karşılanmış; sanki ülkede “demokrasi varmış” gibi olmuştu.
O günlerde tabii daha genciz, meraklıyız…
Bulunduğum ortamların fikrini daha çok merak eder, kendimce küçük çaplı anketler yapar, en azından temas ettiğim insanların genel olarak görüşünü anlamaya çalışırdım…
Seçim öncesiyse; çalıştığım işyerinde sandığı ortaya koyar herkese de “gizli oy, açık sayım” prensibine kesinlikle uyacağım sözünü verirdim.
Eurovision şarkı yarışması öncesi aile efradına “kimden kaç puan gelir?”, kim kime 12 puan verir?” gibi ahretlik soruları sorardım.
O “çözüm süreci” döneminde de yine aklıma bir soru takıldı.
Bugün olsa “halkı kin ve düşmanlığa” tahrik etmekten Silivri’de tatile çıkartacak bir soruydu bu.
(Belki hala da öyledir, siz yine de bu yazıyı çok fazla paylaşmayın.)
Uzattım, soru şuydu:
Hani biz bin yıldır birlikte yaşıyoruz ya…
Kız alıp kız vermişiz, hısım akraba olmuşuz ya…
Fabrikada makine başında yan yana çalışmış, askerde birlikte nöbet tutmuş, hatta bu ülke için birlikte canımızı vermişiz ya…
“Bu bin yıllık süreçte acaba kaç Kürtçe kelime öğrendik?”
Bu sorunun cevabını merak ettim ve o sırada çalıştığım işyerinde etrafımdaki beyaz yakalı arkadaşlarıma, arkadaşım olmayanlara, velhasıl yaklaşık 20-30 kişiye küçük bir anket yaptım.
Günlük hayatta en çok kullandığımızı düşündüğüm kelime ya da kelime öbeğinin Kürtçesini sordum:
“Evet”, “hayır”, “merhaba”, “teşekkür ederim” ve “özür dilerim.”
Beşini kaç kişi bildi dersiniz?
Hiç.
Neredeyse tamamı bir tek kelime bile bilmiyordu.
Bir iki kere Yunanistan’a gidenler “kalimera”yı, “efharisto”yu, “paragalo”yu öğrenip gelmişlerdi.
İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı falan saymıyorum bile…
Bu arada bunlara kendimi de eklemeliyim.
“1 Mayıs”larda duyduğum “Biji yek gulan” ve arada kulağıma çalınan “keyfe hôşe”nin anlamlarını bildiğimi sanıyorum. Bu kadar…
♦♦♦
Buradan bir şey çıkmaz diyorsanız, şöyle bir örnek vereyim:
Belçika’yı bilirsiniz, bir tarafta Flamanca konuşan Flamalar, diğer tarafta Fransızca konuşan Valonlar…
Üç günün birinde taraflardan biri “biz ayrılmak istiyoruz” diye kalkışır…
Geçmişte Fransızca konuşan Valonlar daha zengin, daha müreffehti…
Flamanlar “fakir” komşuydu. Sonra devir değişti.
Bugün biti kanlanan Flamanlar yoksullaşan Valonların “fakir ama gururlu” tavırlarını beğenmiyor, kendilerine yük olmakla suçluyor.
Ama ne var biliyor musunuz?
O Flamanların yüzde 59’u, -hem de öyle YES, NO falan değil- şakır şakır Fransızca konuşuyor…
Beğense de beğenmese de, yük görse de sohbet edebiliyor.
Sırf kendi dilinde şarkı söyledi diye çatal fırlatmıyor, sahneden indirmiyor, hatta canına kastetmiyor!
Sırf ötekinin dilini bilmediği için hapisteki evladına hasretini bildiği tek ötekice kelimeyle dillendirmeye zorlamıyor.
Dolmuşta yanında “anlaşılmayan tuhaf sözlerle” konuştukları için gencecik çocukları indirip ölesiye dövmüyor.
O beş kelime belki de çözümün anahtarı.
O beş kelimeyi öğrenmediğimiz sürece kaç kere “ada turu” yaptığımızın kıymetiharbiyesi yok.
Ada turlarından kelime haznemize efharisto’lar değil de “sipas”lar kaldığında asıl süreç başlar…
Yoksa çüzümümsü sürecimtrak…