Merhaba, kısa bir süre önce sizi buradan selamlamıştım ve bir söz vermiştim. Yazılarımın bir şarkı boyu olacağı konusunda kararlıydım. Ancak bir şey oldu.
Bir şarkı dinledim ve o şarkının hikâyesi beni bir diğerine taşıdı.
Seçim yapamadım.
Ben de bu seferlik iki şarkı boyu anlatmama müsamaha gösterirsiniz umuduyla iki şarkılık yazdım.
Olur değil mi?
Olur, olur. Bence çok güzel olur.
İki şarkılık bir ara veririz yaşamaya.
İnanın bana, sonrasında çok daha farklı bakacaksınız yaşamaya…
Ben yüksek sesle müzik dinlemeyi severim.
Bir süredir ev dışında bir hayatım yok. Şehirde yaşadığım için de bunu genelde kulaklıkla yapabiliyorum.
Hücrelerimi titreten şarkıların çoğu bunu, ezgisel olarak başarıyor. Sözleriyle ilgilendiğim şarkılarla çok nadir rastlaşıyoruz.
Hele ki bir rock müzik parçasını, sözlerine takılıp defalarca dinlediğim hiç olmamıştır; bugüne kadar…
Bugün sizinle bu şarkıyı beraberce dinleyelim istiyorum. Sonrasında yolumuz diğerine çıkacaktır zaten.
Aslında Hayko Cepkin’in iki şarkılık bu albümü 2019 yılına tarihleniyor, ben geç fark ettim.
Albümün kapağındaki salyangozu görünce, “Tamam!” dedim kendi kendime. Anladım o an bu karşılaşmanın boşuna olmadığını.
Tesadüflere inanmayı bırakalı çok oluyor. Her karşılaşmanın bir sebebi olduğunu biliyorum artık. Bu şarkılarla da yaşadığım bir tevafuktu aslında…
Beni cımbızlayan ilk cümle “Dans Et” şarkısının satırlarından fırladı.
“Gördüğünüz mahpus bedenim, prangam sadece beynim” diyordu Hayko… Televizyonda rastgele açtığım bir müzik kanalında çalan bu şarkıyı yarım kulak dinlediğim sırada, alzheimer ve demans tanısıyla yatağına kendini mahkûm etmiş olan anneme bir şeyler yedirmeye çalışıyordum.
Yutkunamadım…
Ben o satırda asılı kaldım.
Sonra kalktım yerimden, gidip televizyonu kapadım.
Çünkü şarkı bitmişti. Ama bendeki etkisi sürüyordu. Hemen telefonumdaki uygulamadan şarkıyı yeniden açıp kulaklığımı başıma geçirdim. Hayat devam ederken devekuşu misali kafamı bir süreliğine kuma gömmek istediğimde hep yaparım bunu. Dinledim, dinledim, dinledim… İçim dışıma aktı diyebilirim. Annemi düşündüm. Daha doğrusu kendimi. Onu suçladığım çocukça hallerimi… Özür diledim hem kendimden hem de annemden. Sonra izin verdim kendime. Albümdeki diğer şarkıyı dinledim. İşte o an, bütün sorularım yanıtlarına kavuştu. Şarkıda çok şey söyleniyordu. Bir sürü de soru soruluyordu ama en sonunda “Kabul olur. Evet, tamam…” deniyordu.
“Tamam…” Nasıl bir teslimiyet, nasıl bir kabulleniş? Tek kelimelik roman gibi…
Salyangozlara gelecek olursam. Bir zamanlar evim yoktu. Daha doğrusu bir sürü ev vardı ama hiçbirinde kendimi yuvamda hissedemiyordum. O zaman bir dua etmiştim. Salyangozlar gibi sadece bana ait bir evim olsa keşke demiştim. “Neden kaplumbağa değil de salyangoz?” diye sormuştu arkadaşım. İstediğimde yuvarlanıp uzaklara daha hızlı gidebilmek için diye cevaplamıştım onu.
Bir çizgi filmde görmüştüm, salyangozlar yuvarlanarak uzun mesafeleri hızlıca ve kolaylıkla katetebiliyorlardı. Kaplumbağalar bunu yapamazlar ki… “Ama salyangozların kabuğu hemen kırılır. Sürekli sürünürler. Ömürleri de kısadır…” diyerek beni salyangoz olmaktan vazgeçirmeye çalışmıştı canım arkadaşım.
Ama ben kararlıydım. Savundum bizi. “Olsun… Bir ömürdür sonuçta yaşadığımız. Uzundur, kısadır bakılmamalı. Hakkını vererek yaşamalı… Kırılırsa kırılsın kabuğumuz, başımızı sokacak bir yuvamız var mı ona bakalım. Kalbimiz kırılmasın yeter ki… Sürünürsek sürünelim, sonunda gideceğimiz yere varıyor muyuz onu görelim. Önemli olan yol mu, yolculuk mu, yolcu mu? Bunu düşünelim.” demiştim. Sonra o arkadaşımı kaybettim, annem hastalandı. Ben de çemberimi daralttım. Beni tanıyan herkes benim için tedirgin oldu. Dünyalara sığmayan ben, bir eve tıkılıp kalmıştım onlara göre. Oysaki görmedikleri çok şey vardı. Annemle kayıp zamanlarımızın telafisiydi belki de bu, kim bilir… Onu da başka zaman anlatırım. Şimdi zamanıma sadık kalıp konuyu burada bağlamak istiyorum.
…
Benim meselem artık bu; henüz dans edebilirken dans etmek, sarılabilirken sevdiklerime sarılmak ve yaşayabileceğim ne varsa yaşamak yaşayabildiğimce. Sonrası yok çünkü.
Sadece bugün var.
Bir sonraki şarkıda görüşmek üzere.