Uykudan, rüyamda belki 1000 belki milyon yaşında bir kadının sevgi dolu bir sesle “yoruldum çocuklar” demesiyle uyandım. Bu ses bazılarımız için bir bilinçaltı çözümlemesi gerektiren bir hal kabul edilebilir.
Ancak Yunan mitolojisinde yeryüzünün kozmik bir varlık olarak kişileştirilmiş halini ifade eden Gaia’nın (Toprak Ana) sesi olsaydı, ne demiş olurdu diye düşündürdü. Hesiodos’a göre Gaia Erebus ile birlikte her şeyin yaratıcısı, her şeyin kendisinden meydana geldiği “toprak ana“dır. Tanrı-doğum mitlerinin ilk tanrıçası, tüm yaşamın ata-anasıdır, engin göğüslü, doğurgan Toprak Ana’dır.
Ülkemiz açısından gittikçe içi boşalan bir kavrama dönüşen sürdürülebilirlik, ortak bir idealin arayışıyla karakterize edilen sosyo-ekolojik bir süreç olarak tanımlanmakta ve sağlıklı ekosistemler ve doğal çevrenin dünya üzerinde yaşam için elzem olduğu ifade edilmekte. Bizler ve bizlerden doğanların ve dünya üzerindeki diğer tüm yaşam formlarının yakın geleceğini doğrudan etkileyecek ekolojik bir yıkıma doğru gitmekte olduğumuz artık sır değil. Bu sürecin nasıl evrileceği, ülkelerin cevaplarına göre farklı ve farklılaşacak olsa da dünyanın yuvarlak olduğu dünyanın herhangi bir yerinde yapılan ya da yapılmayanın kelebek etkisi ile hepimizi etkileyeceği de, iyi bilinen bir gerçek.
Nitekim bu gerçekliğin ilk ifadesi olarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde yer alan ve 2005 yılında yürürlüğe giren, küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle mücadelede, sera gazı emisyonlarının küresel ısınmayı sınırlamak için kontrol altına alınmasını sağlamak olan Kyoto Protokolü, kabul edilmiştir. Ülkemiz Protokole 2009 yılında taraf oldu.
Bu konuda bilinmesi önemli bir bilgi olarak; küresel ısınma ve iklim değişikliğinde belirleyici olan sera gazının yayılımını en çok arttıran devletler teknoloji ve mali güçleri sayesinde iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamaya hazır durumda, ancak buna hiç etkisi olmayan veya en az etkisi olan devletler ise, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerine karşı en hassas-kırılgan durumda olan devletler. Bu durum literatürde iklim adaletsizliği olarak isimlendirilmekte.
1995 yılından beri yürürlükte olan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme çocukların dünya üzerindeki yaşam ve gelişme haklarını koruyor. Sözleşmenin denetim organı olan Çocuk Hakları Komitesine bireysel başvuru da mümkün. Nitekim Arjantin, Brezilya, Fransa, Almanya, Hindistan, Marshall Adaları, Nijerya, Tunus, Amerika Birleşik Devletleri, Palau, Güney Afrika, İsveç vatandaşları olan onaltı çocuk Komiteye “iklim değişikliğinin sonuçlarını önleme ve hafifletme konusunda ihmalinden dolayı Sözleşmenin 3. maddesi bağlamında madde 6, 24 ve 30’da güvence altına alınan haklarını ihlal ettiği iddiası ile 2019 yılında bizi de içine alan birçok devlete karşı bireysel başvuruda bulundu.
Başvurucu çocuklar, adı geçen diğer devletlerle birlikte Türkiye’nin de yakın bir risk yarattığını; bu durumun zararı hafifletmeye yönelik fırsatları ve gelecek kuşakların güven içinde yaşamasını imkânsız kılacağını iddia etmektedirler. İklim değişikliğine sebep olup bunu sürdürerek başvurucuların yaşam, sağlık ve kültür hakkına saygı, koruma ve gerçekleştirme konusunda gerekli önleyici ve koruyucu tedbirleri almadıklarını, iklim krizinin soyut ve geleceğe dair bir tehdit olmadığını; küresel sıcaklığın 1.1°C yükselişi günümüzde sarsıcı sıcak hava dalgalarına sebep olmakta; bulaşıcı hastalıkların yayılmasını, orman yangınlarını, ekstrem hava olaylarını, selleri ve deniz seviyesinin yükselmesini hızlandırmakta ve bu durum küresel çapta milyonlarca kişinin insan haklarına aykırılık oluşturmaktadır. Yaşamı tehdit eden bu etkilere karşı fizyolojik ve ruhsal açıdan en savunmasız durumda olan çocuklar, bu zararların yükünü yetişkinlerden çok daha fazla ve çok daha uzun süre taşıyacaklarını iddia etmişlerdi. çocuklar ve gelecek kuşaklar için kuşaklar arası adaletin sağlanması konularında Sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı davrandığını iddia etmektedir.
Her ne kadar Komite tarafından, iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması sebebiyle başvurunun kabul edilemez olduğu kararına varılmışsa da bu başvurucu on altı çocuğun -ülke çocuklarımızı ve geleceklerini ilk elden tehdit eden iddialarının asılsız olduğunu göstermiyor.
Sadece Wikipedia bilgisi bile bize Türkiye’de iklim değişikliği hakkında önemli kaynak sağlıyor: Türkiye, Paris İklim Anlaşması‘nı 2021 yılında onayladı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Türkiye’nin iklim değişikliğine uyum sağlamasını koordine etmekte. Nehir havzasındaki su kaynakları ve tarım için iklim değişikliğine uyumu, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından planlanmıştır. Başlıca tehlikeleri kuraklık ve sıcak hava dalgaları olan yıllık sıcaklıklarının yanı sıra en yüksek sıcaklıkları da yükselmekte.
Sera gazı emisyonlarının doğal çevre üzerindeki etkileri, sıcaklık ve hava değişiklikleri, deniz seviyesinin yükselmesi, su fakiri ülkemizde güney nehir havzalarında önemli bir azalma olduğu tahmin edilmekte, bu bilgileri esas alan simülasyon çalışmalarında 50 yıl içinde iç ve kıyı bölgelerde 4-6 derecelik artışın ekolojik dengeleri oldukça olumsuz yönde etkiyebileceği ifade edilmekte. Türkiye’nin mevcut sera gazı emisyonları, küresel toplamının yaklaşık %1’ine karşılık gelmekte buna rağmen kömüre yoğun bir şekilde devlet desteği yapılması, Türkiye’nin enerji politikası kapsamında. Türkiye’nin iklim ve enerji politikaları değişmediği sürece, yüksek düzeyde karbondioksit emisyonuna yol açan çimento ve elektrik üretim sektörleri karbon vergisi ödemek zorunda kalabilir.
Bu yazının yazılmasına esas teşkil eden ülke ormanları ise, sera gazı emisyonlarının beşte birini yeniden absorbe etmekte, yani dönüştürmekte…
Doğal Hayatı Koruma Vakfı bilgisine göre; her yıl atmosfere karışan 50 gigatondan fazla sera gazının ¾’ü enerji (fosil yakıt) kullanımı kaynaklı. Bu oranın %40’ı en kirli yakıt olan kömürden geliyor. Türkiye’de ise termik santrallerde kömür kullanımı toplam sera gazı emisyonlarının %22’sinden sorumlu. Ayrıca kömür küresel ısınmaya yol açmakla kalmayıp ciddi bir halk sağlığı tehdidi oluşturuyor. Başta termik santraller olmak üzere kömürün yakıldığı noktada açığa çıkan sülfür dioksit, azot dioksit ve parçacık maddeler soluduğumuz havayı kirleterek solunum yolu hastalıklarına, akciğer ve kalp rahatsızlıklarına, kansere ve erken ölümlere yol açıyor. Türkiye Sağlık ve Çevre Birliği’nin (HEAL Türkiye) tahminlerine göre ülkemizde kömürlü termik santrallerin yol açtığı hava kirliliği sonucu her yıl 5 bine yakın erken ölüm, 26 binden fazla çocuk bronşit ve 3 bin 200’den fazla yetişkin bronşit vakası görülüyor… Öte yandan maden alanlarının ve termik santrallerin açılması, genişletilmesi ve işletilmesi sürecinde yerel halkın mülksüzleştirilmesi, yerinden edilmesi, tarım (üretim) alanlarının yok olması ve doğal alan kaybı sonucu yaşam alanlarının sağlıksızlaşması gibi bir dizi hak ihlali ortaya çıkıyor.
Karar alıcılar ormanların ülkenin akciğerleri olması yanında, hem kendilerinin hem çocuklarının eko sistemi koruyan son sığınakları olduğunun farkında mı değiller? Bir tür vicdan rahatlatma, göz boyama ya da zekat olarak yol kenarların dikilen ağaçlardan orman yaratmanın mümkün olamayacağını bilememe ya da önemsememe hali…
Türkiye Ormancılar Derneği’nin 202 sayfalık 2024 Orman Durum Raporu’nda, ‘Paris İklim Anlaşması’ ile ‘Ormanlar ve Arazi Kullanımı Üzerine Glasgow Liderler Deklarasyonu’na atıf yapılarak ormansızlaşma ve orman bozulmasının, ormanın doğal bir varlık değil paraya dönüşebilir araziler olarak görülmesi sebebiyle, son yıllarda artık katlanılamayacak bir seviyeye geldiğinin söylenebileceği ifade edilmekte…
Ormansızlaştırmada sıra ‘yeşil’ Artvin’de…
Sınırlı da olsa tüm karşı çıkışlara rağmen, maden kazanımı iddiasıyla acımasızca ve sorgusuzca Bakanlık tarafından öylesine işaretlenerek kesim kararı verilen ladin- mavi çam ormanları, içinde yer alan hayvan bitki çeşitliliği ve beton borular içine alınma kararı verilen dereler yok edilmekte.
Dünya eko-sistemindeki en sessiz ve savunmasız olan tüm hayvanlar ve tüm bitkilerin seslerini insanlar duyamamaktaysa da, duyan, doğrudan etkilenen ve acısını çok derinden yaşayan biri var Toprak Ana. Ama o da “yorgunum çocuklar” sözlerinden artık dayanamayacak görünüyor…