Politik güldürü eserlerin en sevdiğim yanı, üstünden yıllar geçse de güncelliğini koruması sanırım. Hangi yılda oynanırsa oynansın, farklı uyarlamalar, farklı yönetmen ve oyuncular tarafından sahneye taşınırsa taşınsın yolculuk ettiğimiz zamanın kısa bir özeti gibidir adeta. Tıpkı, farklı coğrafyaların ortak sorunlarına sosyolojik bir büyüteç tutmayı başaran Dario Fo eserlerinde olduğu gibi…
13 Ekim 2016 tarihinde hayata gözlerini yuman Nobel Edebiyat ödüllü İtalyan Yazar Dario Fo, 1974 yılında kaleme aldığı “Non Si Paga! Non Si Paga!” (Ödenmeyecek, Ödemiyoruz!) eserinde toplumsal problemlere kalemini batırırken, izleyiciyi de gıdıklamayı ihmal etmemiştir.

“Güleriz ağlanacak halimize” merkezli bir duygunun halet-i ruhiyesiyle, neşelendirirken bile düşündürmeyi ihmal etmeyen bu eseri, mürekkeple buluşmasının 50. yılında, üstelik Fo’nun ölüm yıl dönümüne bir gün kala Füsun Demirel çevirisi ve Cihangir Atölye Sahnesi yorumuyla izledim.
Arzu Gamze Kılınç ve Muhammet Uzuner tarafından 2017 yılında kurulan Cihangir Atölye Sahnesi (CAS), kendini “oyun oynama güdüsünü ve geliştirilebilir bir beceri olarak oyunculuğu merkeze alan bir tiyatro, eğitim ve yaşam alanı” olarak tanımlıyor. Savunduğu ilkeler ise, Yazar Dario Fo prensipleriyle paralellik göstermekte. Topluluğun, internet sitesinde bulunan “Temel İlkeler” bölümündeki manifestosunda şu ifadelere yer verilmiş:
“CAS’ta bütün insanlar eşittir. Herkes bilgisi ve deneyimi ölçüsünde üretime katılır. Bilgi ve deneyim hiç kimseyi insan olarak bir diğerine göre daha değerli ya da daha değersiz yapmaz. CAS’ın yaşantısında ya da herhangi bir üretiminde hiçbir şekilde cinsiyet, ırk, dil, din ayrımcılığı yapılamaz. CAS kolektif düşünce ve davranışı önemser. Yetenek ve bilgi düzeyi ne olursa olsun kolektif davranış geliştiremeyenler, CAS’ta mutlu olamayabilirler. Seyirciye söylediği her sözü tiyatro ve tiyatro emekçileri olarak kendi üzerine de alan, toplumsal olaylara ve toplumun kendisine sırt çevirmeyen, üretilen tiyatro ile üretme biçimi arasındaki tutarlılığı sorgulayan bir tiyatro CAS için yaşamsal öneme sahiptir.”
Bu bilinçle kurulan, yedi yıldır bu bilinçle varlığını sürdüren ve ücretsiz konservatuvarı ile sanat öğrenimini erişilebilir kılıp, seyirciye tepeden bakan kalıpları reddeden bir topluluğun olduğunu bilmek gurur duyulası; zarif emekçileriyle tanışmak, sahnesinde oyun izlemek, hatta interaktif bir şekilde oyuna dâhil olmak ise oldukça keyifliydi.
2024’ün Türkiye’sinde, hayat pahalılığını iliklerine kadar hisseden bir salon dolusu insana açıldı perdeler, sürekli ve orantısız zamlar karşısında direnen bir avuç dolusu karakterin traji komik hikâyesini anlatabilmek için.
Empati eğrisinin bütçe ile ters orantılı olduğunun her fırsatta vurgulandığı yetmişli yıllarda, bizim de sinemamızda sıkça işlenen bir olgu olan “paylaşım”a atıfta bulunurcasına, hatta ölümsüz oyuncu Kemal Sunal’ın 1978 yapımı bir Türk filmi repliğinde geçen: “Bir dedem vardı çok savaş görmüş, Dünyayı gezmiş. Zenginlerden kendini koru derdi. Zenginler sevmesini de bilmez vermesini de. Başın sıkışırsa yoksullara git, yoksul nesi varsa seninle seve seve paylaşır.” sözlerinin neredeyse altını çizerek başladı oyun. Öyle ki bu paylaşım, yerini ilerleyen vakitlerde komik ve içinden çıkılamaz olaylar yumağına bıraktı.
Hür toplumun sesinin çıkabildiği yıllarda düzeni eleştiren, şimdiki gibi sadece sosyal medya hesabına yazarak değil, tepkisini eyleme dökebilme cesareti de gösterebilen, benimsedikleri değerler farklı olsa da kadın-erkek kolektif bir biçimde hareket edebilen insanların, sistemin dayattığı “daimi oruç”a karşı nasıl tavır aldıklarını izledik gülümseyerek.
Oyun boyunca temposunu bir an olsun düşürmeyen, enerjisiyle ter içinde kalan, hatta bu yüksek nabza gömleğini feda ederek, oyuna devam eden başarılı oyuncu Serpil Göral, Antonia karakterine hayat veriyor. 46. İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri’nde “En İyi Kadın Oyuncu” , Üstün Akmen 2019-2022 Tiyatro Ödülleri’nde ise “Yılın Komedi Kadın Oyuncusu” ödülüne layık görülen Göral, manipülatif, pratik, eğlenceli ve hazırcevap Antonia’yı oldukça iyi resmediyor. Kedisini Antonia olarak seyrederken ara ara jest ve mimikleri, ses tonu, hatta ses çatlamalarıyla yarattığı karakter, “Seksenler” isimli televizyon dizisinde Özlem Türkad’ın canlandırdığı anne karakteriyle biçimsel bir benzerlik taşıyor sanki dedirtti. Sahnedeki rahatlığı, doğaçlama yeteneği, beden diline hâkimiyeti ile parlayan yetenekli oyuncu, aynı zamanda CAS’ın eğitmenlerinden de.

Margharita karakterini sahneye taşıyan isim ise Berfin Karatay. Oyuna, başta daha kapalı ama ekip arkadaşlarına yardımcı bir performansla başlayan Karatay, oyun ortalarına doğru daha rahatlamış ve bu rahatlığı da bireysel enerjisine yansıtmış şekilde devam etti. Oyun gereği göbeğine sakladığı makarna, pirinç ve zeytin poşetlerinin konforsuzluğuna rağmen, bol koşuşturmalı bir rolün altından kalkan Karatay’ı, CAS’ın diğer yapımlarında da izlemek isterim.
Sahneye giriş sırasıyla devam edersek, Giovanni karakteri, CAS yapımlarından “İki Efendinin Uşağı Alaturka” oyununun uyarlayanı, “Ayak Bacak Fabrikası” oyununun şarkı sözü yazarı, Oyun Atölyesi yapımlı Kel Diva’nın İtfaiye Eri, komedi türündeki internet dizisi “Gibi”nin İlkkan’ı Kıvanç Kılınç tarafından canlandırılıyor. Tüm parmakları marifetle dolu oyuncu, etik değerlerini açlığına rağmen ekmek arası yapamayacak kadar duruşlu(!) bir proleter, işçi sınıfının erdem nutukları atan medar-ı iftiharı olarak karşımıza çıkıyor oyunda. Giovanni, faşist hükümetin devamlı yalan söylediğini yüksek sesle dile getirecek kadar cesur, karısı Antonia ile evin finansal idaresini paylaşacak kadar komünist, haksızlığa hesap soracak kadar öfkeye yatkın ancak yakın zamanda gördüğü arkadaşının eşinin bir çırpıda beş aylık hamile olduğuna inanacak kadar da saf bir karakter. Tecrübeli oyuncu Kıvanç Kılınç ise, karakterdeki bu farklılıkları öyle güzel analiz edip, üstüne giymiş ki, performansı tahtalara vurulacak cinsten.
Oyunda kılıktan kılığa girerek, dört farklı karaktere soyadı gibi can olan isim Osman Onur Can, Mali Polis, Onbaşı, Mezarcı ve Büyükbaba rolleriyle çıkıyor karşımıza. Karakterler arası ses değişimlerine biraz daha dikkat etmesi gerektiğini düşündüğüm, ancak beden dili açısından hayli enerjik bulduğum bir tempo ile selamladı bizleri. Klostrofobinin doruğa çıktığı, dolaba kapatılma performansı çok güzeldi. Fakat seyirci ile diyalog kurarken, şakayı dozunda bırakmak, tuluatın ucunu kaçırmamak önemli sanki.

Ve son karakter, oyunun hayat kavgasını belki de en yüzleştiren dozla servis edeni Luigi. Oyuncu Alper İrvan tarafından canlandırılan karakter, çizgisinden ödün vermeden Giovanni’yi ikna etmeye çalışıyor proletaryanın daha tepkisel davranması gerektiğine. Abartısız, kararında ve kendinden emin oyunculuğu ile sahneyi dolduran Alper İrvan, CAS Topluluğu’nun çoğu emekçisi gibi Cihangir Atölye Sahnesi Konservatuvarı mezunu ve mezunu olduğu kurumda hem eğitmen, hem yönetmen hem de oyuncu olarak yer alıyor.
Evini çekip çevirmeye çalışan, çevirirken beli bükülen ve bükük bir bel ile girdiği grevlerin sonunda faturayı daima kendisi ödeyen işçi sınıfının gündelik ev hayatına, tek renkli dekor üzerinden fener tutulan oyunda, tasarımlar Osman Özcan imzası taşıyor. Işık tasarımı ise Onur Alagöz’e ait. Hareketli perde ile farklı mekân algısı oluşturulan oyunda, kostüm ve aksesuarlar oyuna uyumlu bir şekilde tercih edilmiş. Oyun siren, sokak gürültüsü gibi efektlerle süslense de, kulaklar yok denecek kadar az olan müziği zaman zaman aradı diyebilirim. Hoş, her küfürlü replik ve oyuncu antresinde oyunu bireysel olarak alkışla bölmeye çalışan muhterem seyircilerimiz(!) parça aralarındaki müziğe nasıl tepki verirdi merak içindeyim, ama olsun.
Yönetmen Arzu Gamze Kılınç, İtalyan mizahına, zaman zaman Türk rüzgârları da estirerek sahneye uyarladığı oyunda, oyuncuları çarpıcı bir denge ile çerçeveye yerleştirmiş. Zaten eserin sahibi Dario Fo’ya, oyunu yazarken, iki binli yıllarda Türkiye’de de oynanacağı hiss-i kablel vuku olmuş olacak ki, her rüyaya girip ısrarla “çocuk doğurun!” öğüdü veren Papa’yı “en az üç çocuk” sınırı bile koymaksızın satırlarına taşımış. Yönetmen Kılınç da farklı bayrakların dalgalandığı ülkelerdeki bu aynı problemleri sahneye taşırken, karakterlerin zaman zaman Antonia’dan çıkıp adeta Asuman, Luigi yerine Lütfi olması konusunda esnek davranmış ve kültürel ayrımları bile arada ortadan kaldırarak, oyunu Türk seyircisine daha bir yaklaştırmış. Hani markette satılan tavşan kulakları, azizeler ve İsa tasvirleri olmasa, oyunun İtalya’da değil de, İstanbul’un gecekondu semtlerinde geçtiğine bile inanabiliriz.
Akışı incelikli bir uyum halinde gerçekleşen oyunda, eşitlik kavramı, oyun içeriğinden taşarak, oynanış biçimine de özenle yansıtılmış. Oyuncuların yaklaşık yüz dakika boyunca birbirini destekleyen, güzel paslaşmalarla paralel bir çizgide kalarak, ortak bir ruh ile oynaması hayranlık uyandırdı. Seyircilerin bile bu ruha dâhil edildiği anlarda hissedilen birliktelik duygusu, salonda daha da samimi bir ortam yarattı. Müziğin ahengini her bir enstrümana pay ederek, dinleyicilerine müzikal keyif yaşatan bir orkestra şefi gibi yönetmiş oyunu Arzu Gamze Kılınç. Kendisini tebrik ederim.
2019’dan bu yana neşeyle sahnelenen, ilgiyle izlenen ve günümüz Türkiye’sinin ekonomik ve sosyolojik durumuna hiciv aynası da tutan “Ödenmeyecek, Ödemiyoruz!” oyununu, Cihangir Atölye Sahnesi yorumuyla izlemenizi öneririm.
Ölüm yıl dönümünde tiyatronun büyücüsü, sanatın cesur “sol” anahtarlarından Dario Fo’ya saygıyla…
Yazan: Dario Fo
Çeviren: Füsun Demirel
Yöneten: Arzu Gamze Kılınç
Dekor tasarımı: Osman Özcan
Işık tasarımı: Onur Alagöz
Oyuncular: Alper İrvan, Berfin Karatay, Kıvanç Kılınç, Osman Onur Can, Serpil Göral