Dördüncü Alıntı: Sayfa 21-23
İstanbul Limanı‘nda, 11 Aralık (1918)
“Yukarda, güvertede, kaptanın kamarasının önünde, dün tanıştığım Suriyeli bir mühendisle karşılaştım. Bana Alman sanayisine hayranlık duyduğundan ve (Almanlarla) daha önceki (savaştan önceki) iş ilişkilerinden bahsetti. Barış koşullarında bu ilişkileri yeniden kurmak istediğini dile getirdi.
Ama hemen sonra savaş boyunca Suriye’de yaptığımız hataları sıralamaya başladı ve en kötüsü de, Türk iktidarının keyfine göre hükmetmesine imkan yarattığımızı, onaylamadığımız halde eylemlerine göz yumarak, bir şekilde onlara destek sunduğumuzu söyledi. Ona göre bu durumu ancak göz yummaya son vererek değiştirmek mümkün olabilirdi, Türkiye‘de ciddiye alınmayan cılız eleştirilerle değil. (Derken) Edremit ve Ayvalık‘ta yaşayan Rum-Yunan vatandaşlarının kısa bir sürede apar topar yerlerinden yurtlarından sürüldüklerini hatırlattı ve Mareşal Liman von Sanders‘ın de bu uygulamaya engel olabilecekken, tedbir almadığı için suçlu sayılabileceğini söylediklerine ekledi. Kültürlü bir halk olarak bu tarzla kendi saygınlığımızı utanç verici bir şekilde yok ettiğimizi iddia etti. Ayrıca Ermenilere yönelik kanlı katliamları da kayıtsız bir şekilde izlediğimizi söyledi. Bu şanssız halkın binlerce mensubu Türklerin kurşunu ve hançeri altında yok edilirken, bizim soğuk ve hissiz bir şekilde onların (Türklerin) yanında durduğumuzu anlattı.
Bu sözleri dinlerken bütün korkunçluğuyla Türk trajedisi gözümde canlandı. Bizimle güçlerini birleştiren ve en yüce amaçları uğruna savaşan bu halk, başındaki iyi niyetli, büyük, vatanperver Talat Paşa ile birlikte, haklarını temelli elde etme çabasındayken, devlet sınırları içindeki bir millet tarafından alçakça saldırıya uğruyor. Bu halk kendini savundu ve (şimdi) Balkan savaşında Slavlardan ve Helenlerden öğrendiği gibi alt organlarını kullanarak hareket ediyor.
Talat Paşa’yı tanıyan herkes onun her zaman insanlığın gerektirdiği icaplara göre hareket ettiğini bilir. Cezalandırmalar sırasında asker ve sivillerin aşırılıklar gösterdiklerini, detaylı bir şekilde yazdığı kendi hatıratında, 1914-1915 Ermeni ayaklanmalarından bahsederken kabul etti. Tabi biz bu aşırılıkların daha sert kınandığını ve cezalandırıldığını görmek isterdik. Bu suçun cezası verilmediği için, şu günlerde İtilaf Devletleri Türkiye‘de kalan Alman ve Avusturya-Macaristan vatandaşlarına hesabı kesecek, yaşananları tazmin edecektir. Gelişmeler o noktaya geldi ki, insancıl ve büyük düşünen Türk halkı barbarlıkla damgalanırken, Balkan halkları hümanizm ve özgürlük için mücadele eden kahramanlar olarak öne çıkarılıyor. Bu ve benzer düşüncelerimi, fikirlerimi Suriyelinin söylediklerine karşı dile getirdim. O -iyi niyetli çabasına inandığı için, Talat Paşa hakkında söylediklerime hak verdi. Ama diğerlerini kabul etmedi1.
*****************
Fark edileceği gibi yukardaki alıntının diyaloğa dayalı uzun bir konuşmanın hatta bir polemiğin / tartışmanın günlüğe kaydedilen özeti olduğundan söz edilebilir. Buna bağlı olarak alıntılanan metin işlevsel olarak üç bölüm halinde değerlendirilecektir.
Dördüncü alıntının birinci bölümünün metnin-işlevsel değerlendirmesi:
Suriyeli mühendisin söyledikleri:
“Yukarda, güvertede, kaptanın kamarasının önünde, dün tanıştığım Suriyeli bir mühendisle karşılaştım. Bana Alman sanayisine hayranlık duyduğundan ve (Almanlarla) daha önceki (savaştan önceki) iş ilişkilerinden bahsetti. Barış koşullarında bu ilişkileri yeniden kurmak istediğini dile getirdi. Ama hemen sonra savaş boyunca Suriye’de yaptığımız hataları sıralamaya başladı ve en kötüsü de, Türk iktidarının keyfine göre hükmetmesine imkan yarattığımızı, onaylamadığımız halde eylemlerine göz yumarak, bir şekilde onlara destek sunduğumuzu söyledi. Ona göre bu durumu ancak göz yummaya son vererek değiştirmek mümkün olabilirdi, Türkiye‘de ciddiye alınmayan cılız eleştirilerle değil. (Derken) Edremit ve Ayvalık‘ta yaşayan Rum-Yunan vatandaşlarının kısa bir sürede apar topar yerlerinden yurtlarından sürüldüklerini hatırlattı ve Mareşal Liman von Sanders‘ın de bu uygulamaya engel olabilecekken, tedbir almadığı için suçlu sayılabileceğini söylediklerine ekledi. Kültürlü bir halk olarak bu tarzla kendi saygınlığımızı utanç verici bir şekilde yok ettiğimizi iddia etti. Ayrıca Ermenilere yönelik kanlı katliamları da kayıtsız bir şekilde izlediğimizi söyledi. Bu şanssız halkın binlerce mensubu Türklerin kurşunu ve hançeri altında yok edilirken, bizim soğuk ve hissiz bir şekilde onların (Türklerin) yanında durduğumuzu anlattı.
Enformasyon: Suriyeli mühendisin konuşmaya dostça başladığı, kendi işinden ve Alman sanayisinden bahsederek sohpete girdiği anlaşılıyor.
Politik konularla ilgili fikir telakkisi: Daha sonra politik konular ile ilgili Alman devletinin savaş süresinde Suriye‘deki yanlış uygulamalarına değinmesi söz konusu, ancak özette bunların neler olduğuna dair bir bilgilendirme yok.
Eleştiri/Kınama: Alman sanayisi ve Alman devletinin savaşta Suriye‘deki yanlış tutumunun ardından; mühendisin Alman devletinin Türkler‘le ilişkisine geçiş yaptığı ifadeler mevcut. Bu ifadelerde Alman devletinin Türkler‘in yanlış haksız uygulamalarına göz yumduğu ile ilgili açık kodlamalar, “başka türlü olması gerektiği”‘ne ilişkin ifadeler dikkat çekiyor.
Somut Örnekler ile Gerekçelendirme: Suriyeli mühendis önce Edremit ve Ayvalık‘tan gönderilen Rum ve Yunan vatandaşların, sonra da katliama uğrayan Ermeniler‘in durumuna değinerek, genelde Alman devletinin, özelde Mareşal Liman von Sanders‘in Türkler‘in azınlıklara uyguladığı haksız uygulamalara seyirci kalarak, onları desteklediğine değiniyor.
Sonuç:
Suriyeli mühendis gerek kendi ülkesinde gerekse Türkiye‘de yaşanan gelişmelerden haberdar, konulara ilgili, bilgi ve fikir sahibi.
Suriyeli mühendis başta Ermeniler‘e yönelik katliam olmak üzere Türkiye‘de gayri müslim azınlığa uygulananlardan hoşnutsuz.
“Kültürlü bir halk olarak bu tarzla kendi saygınlığımızı utanç verici bir şekilde yok ettiğimizi iddia etti.” Bu cümleden Suriyeli mühendisin sadece Alman sanayisine hayran olmadığı, aynı zamanda Alman halkını kültürlü bir halk olarak da gördüğü ve taktir ettiği, ancak savaştaki uygulamalarından dolayı hayal kırıklığı yaşadığı anlaşılıyor.
“Bu talihsiz halkın (Ermeniler) binlerce mensubu Türkler‘in kurşunu ve hançeri altında yok edilirken, bizim soğuk ve hissiz bir şekilde onların (Türkler‘in) yanında durduğumuzu anlattı.” Suriyeli Mühendis gayri müslimlere yönelik katliamlarda Alman devletini de birinci derecede sorumlu görüyor.
Dördüncü alıntının ikinci bölümünün metin-işlevsel değerlendirmesi
F. Schrader’ın hissettikleri / düşündükleri:
“Bu sözleri dinlerken bütün korkunçluğuyla Türk trajedisi gözümde canlandı. Bizimle güçlerini birleştiren ve en yüce amaçları uğruna savaşan bu halk, başındaki iyi niyetli, büyük, vatanperver Talat Paşa ile birlikte, haklarını temelli elde etme çabasındayken, devlet sınırları içindeki bir millet tarafından alçakça saldırıya uğruyor. Bu halk kendini savundu ve (şimdi) Balkan savaşında Slavlar‘dan ve Helenler‘den öğrendiği gibi alt organlarını kullanarak hareket ediyor.”
Enformasyon: Herhangi bir bilgiye rastlanmıyor.
Duygusal tepki: “Bu sözleri dinlerken bütün korkunçluğuyla Türk trajedisi gözümde canlandı.” ifadesi Schrader’ın Suriyeli mühendisi dinlerken içine girdiği ruh haliyle ilgili bir cümle. Metin kurgusundaki tematik sıralamaya bakıldığında, Schrader’ın bu kadar hassasiyet gösterdiği konu Ermeniler’e yapılan katliamın Suriyeli mühendis tarafından açıkça dile getirilmesi.
Kahramanlık/Hamaset: “Bizimle güçlerini birleştiren (bu halk)”, “en yüce amaçları uğruna savaşan bu halk”, “vatanperver Talat Paşa”, gibi kahramanlık, büyütme, kutsama, hamaset içeren kelimelere dördüncü alıntının sadece bu ikinci bölümünde rastlanıyor. Kitabın diğer bölümlerinde de, -hatta Ukrayna’da yaşanan zorluklar karşısında bile, F. Schrader’ın milliyetçi ifadelerine, hamaset kelimelerine rastlanmıyor.
Sonuç:
“…devlet sınırları içindeki bir millet (Ermeniler) tarafından alçakça saldırıya uğruyor. Bu halk(Türkler) kendini savundu…” derken F. Schrader‘ın diğer sayfalarda yazdıkları, düşündükleri ve hatta anlatım tekniği ve dili konusunda önceki yazılanlarla çeliştiği fark ediliyor.
Gayrimüslimler ve İttihatçılar arasındaki ilişkide tamamen failin ve mağdurun yeri değiştiriliyor. Ermeniler hain ve saldırgan, Türkler “yüce hedefleri” için kendini savunmak zorunda kalan bir halk olarak gösteriliyor.
Alıntılanan bu bölüm kitabın toplamdaki içeriksel ve dilsel Metin-Tutarlılığıyla (Textkohärenz) uyumlu değil.
Dördüncü alıntının üçüncü bölümünün metin-işlevsel değerlendirmesi
F. Schrader’ın Suriyeli mühendise verdiği karşılık:
Talat Paşa’yı tanıyan herkes onun her zaman insanlığın gerektirdiği icaplara göre hareket ettiğini bilir. Cezalandırmalar sırasında asker ve sivillerin aşırılıklar gösterdiklerini, detaylı bir şekilde yazdığı kendi hatıratında, 1914-1915 Ermeni ayaklanmalarından bahsederken kabul etti. Tabi biz bu aşırılıkların daha sert kınandığını ve cezalandırıldığını görmek isterdik. Bu suçun cezası verilmediği için, şu günlerde İtilaf Devletleri Türkiye’de kalan Alman ve Avusturya-Macaristan vatandaşlarına hesabı kesecek, yaşananları tazmin edecektir. Gelişmeler o noktaya geldi ki, insancıl ve büyük düşünen Türk halkı barbarlıkla damgalanırken, Balkan halkları hümanizm ve özgürlük için mücadele eden kahramanlar olarak öne çıkarılıyor. Bu ve benzer düşüncelerimi, fikirlerimi Suriyelinin söylediklerine karşı dile getirdim. O -iyi niyetli çabasına inandığı için, Talat Paşa hakkında söylediklerime hak verdi. Ama diğerlerini kabul etmedi“
Enformasyon: Alıntının bu bölümünde; 1914-1915’te Ermeniler’in ayaklandığı, bunu bastırmaya çalışan Türkler’in bazılarının aşırılığa kaçarak görevlerini suistimal ettikleri, Talat Paşa’nın da bu aşırılıktan rahatsız olduğu, ve hatta bunu Hatırat’ında dile getirdiği bilgileri veriliyor. Bilgiler verilirken kullanılan dil nesnel değil, taraflı.
Övgü: F. Schrader karşısındakini etkileyen bir retorik oyunuyla konuşmasına başlayarak Talat Paşa’yı övüyor: “Talat Paşa’yı tanıyan herkes onun her zaman insanlığın gerektirdiği icaplara göre hareket ettiğini bilir.“ Bu söz diziminde verdiği bilgiye karşılık Suriyeli mühendisin itiraz şansı indirgeniyor, hatta onun da bu bilgiyi kabul ettiği varsayılıyor.
İtilaf Devletlerinin Tutumu: F. Schrader Suriyeli mühendisi ikna edebilmek için Ermeniler’e yönelik katliamların faturasının, -İttifak devletleri tarafından olmasa bile, İtilaf devleri tarafından İstanbul’da kalan Alman ve Avusturya-Macaristan vatandaşları da dahil olmak üzere, herkese kesileceğinden bahsediyor.
Fail-Mağdur: “Gelişmeler o noktaya geldi ki, insancıl ve büyük düşünen Türk halkı barbarlıkla damgalanırken, Balkan halkları hümanizm ve özgürlük için mücadele eden kahramanlar olarak öne çıkarılıyor“ diyen F. Schrader önceki bölümlerde olduğu gibi, bu bölümde de Metin-Tutarlılığı ile çelişen ifadeler kullanıyor. Ayrıca söylenenler F. Schrader’ın biyografik arka planıyla da çelişiyor.
Sonuç:
F. Schrader Suriyeli mühendisle yaptığı bu konuşmada okuyucuyu içeriksel olarak şaşırtan farklı bir profil çiziyor.
F. Schrader kahramanlık ve hamaset ifadeleriyle kitapta alışılmış nesnel, edebi ve akademik anlatım dilinden kopuyor.
F. Schrader Alman devletinin yanlış uygulamaları eleştirildiğinde bununla ilgili herhangi bir duygusal hassasiyet gösterip savunma çabasına girmiyor.
F. Schrader‘ın Suriyeli mühendisin anlattıkları ve iddiaları karşısındaki hassasiyeti gayri müslimlere uygulanan baskı ve zorlamalarla ilgili ve ona yönelik duygusal hatta manipulatif bir savunma yapmaya çalışıyor.
Beşinci Alıntı:
Kiev çevresinde
Brest-Litowsk, 06 Ocak (1919)
“Rusya‘nın güneyinde vatandaşlarımızın haklarını ve çıkarlarını kararlı bir şekilde inatla savunan bir Rus-Alman (hızlı trende) benimle seyahat ediyordu.
……………………….
………………………
(Ona) “Bir kere yenildik artık.” dedim ve detaylı bir şekilde açıklamaya başladım. “Bundan sonra elde kalan ne varsa kurtarabilmek için, akıllıca ve dikkatle ilerleyerek onları kurtarmak, yapabileceğimizin en iyisini yapmak zorundayız. Ayrıca bizi çok zorlayacak işlerden de vazgeçmeli ve düşmanın öfkesinin dinmesini beklemeliyiz, ama aynı zamanda barış antlaşmasında haklarımızı gerek ülke içinde gerekse ülke dışında korumaya çalışmalıyız. Bundan sonra daha önce yurtdışında yaptığımız yanlışı tekrarlamamalıyız. Öyle ki; (artık) önemli kültürel motifleri kendi ulusal egemenliği yararına kullanmaya çalışan hiçbir partinin yanında yer almamalıyız. (Aksi halde) er ya da geç bunun intikamı olacaktır, Türkiye‘de olduğu gibi. Türk‘ten daha Türk olmamalıydık.”2
****************************
Beşinci alıntının metin-işlevsel değerlendirmesi:
Enformasyon: Alıntı metinde bilgi işlevine rastlanmıyor. İlk cümleden anlaşılacağı gibi, öyküleyen bir anlatım söz konusu. F. Schrader bir tren yolculuğunda karşılaştığı kişiyle sohbetini anlatıyor.
Tespit: Alıntıda “Bir kere yenildik artık.” cümlesinde metnin tespit işlevi mevcut. “…dedim ve detaylı bir şekilde açıklamaya başladım.” ifadesiyse tespit işlevinden başka bir işleve geçileceğini haber veriyor.
Motivasyon: Tespit işlevinden motivasyon işlevine geçilir geçilmez F. Schrader karşısındaki yol arkadaşını yenilgiden sonra neler yapılabileceği konusunda motive edecek şekilde konuşmaya başlıyor.
Refleksiyon: “Bundan sonra daha önce yurtdışında yaptığımız yanlışı tekrarlamamalıyız. Öyle ki; (artık) önemli kültürel motifleri kendi ulusal egemenliği yararına kullanmaya çalışan hiçbir partinin yanında yer almamalıyız.” ifadeleri ders çıkarma işlevine sahip.
Özeleştiri: “…(Aksi halde) er ya da geç bunun intikamı olacaktır, Türkiye‘de olduğu gibi. Türk‘ten daha Türk olmamalıydık.” cümlesinde açık bir özeleştiri kodlanmış.
Sonuç:
F. Schrader savaşta mağlup olan Almanya‘nın nasıl toparlanması gerektiğine dair fikirlerini tren yolculuğunda tanıdığı kişiye toparlayarak ayrıntılı bir şekilde açıklıyor.
F. Schrader “Türk‘ten daha Türk olmamalıydık.” derken bu konudaki politik hatayı ve ona bağlı bireysel pişmanlığını vurguluyor.
Son olarak:
Bundan bir kaç ay öncesine kadar Friedrich Schrader ismine rastlamamıştım. Ancak yaklaşık on sene önce Halide Edib Adıvar’ın 1912 yılında İttihat ve Terakki’nin yayın organı olan Tanin gazetesinde yayımlanan Yeni Turan adlı ütopik romanıyla ilgili bir çalışma yaparken bu kitabın 1916 yılında Almancaya çevrilerek Almanya’da yayımlandığı bilgisini edinmiştim. Kitabın neden Almancaya çevrildiği sorusu aklıma takıldığı halde, döneme bağlı olarak bunun Birinci Dünya Savaşı’nda Alman-Türk devletleri arasındaki ittifaka bağlı olduğunu düşündüm ve fazla üzerinde durmadım.
Halide Edib Adıvar’ın biyografisinde özellikle “azınlıklar” sorunsalında İttihat ve Terakki’yi eleştirmesine rağmen, kitaplarındaki Türkçülük propagandası bana göre ekstrem bir zıtlık, başka bir deyişle ikilem (Ambivalenz) içeriyordu. Bu ikilemin gerekçesini ya da gerekçelerini anlayabilmek için yeniden Yeni Turan’a ona bağlı olarak da Almanca çevirisine dönme gereği duydum. Bu çeviriyi kim, hangi motivasyonla yapmıştı? Çevirmenin ismine ulaşmak tabi ki zor olmadı. İnternet araştırmaları beni doğrudan Friedrich Schrader’a götürdü. Friedrich Schrader’ın biyografisinde azınlıklar ile ilgili politikada gerek Alman hükümetine gerekse İttihatçılara karşı eleştirel yaklaştığını okurken, ister istemez Halide Edib’in biyografisiyle paralellik kurmaya çalıştım. Friedrich Schrader’ın “Kostantiopel Vergangenheit und Gegenwart“ 3 adlı kitabını ısmarladım. Bu yazıda ele alınan “Eine Flüchtlingsreise durch die Ukraine“ adlı kitabını ise orijinal sayfalarıyla Berlin dijital kütüphanesi üzerinden okumak mümkün oldu. Bu kitabın 112. ve 113. sayfalarında karşılaştığım satırlar, yani bir Alman olduğu halde Türkçülük anlayışını hamaset söylemleriyle yücelten Friedrich Schrader’ın tutumu, kafamda Türk, Türkçülük anlayışıyla ilgili yeni soruları doğurdu.
Tam da bu sebeple;
İttihat ve Terakki döneminde entelektüel çevrelerdeki bu ikilem halinin (Ambivalenz) netleşmesi, anlamlandırılması, soyutlama yapılarak açıklanması bakımından, F. Schrader ve Halide Edib Adıvar gibi isimlerin yazdıkları ve yaşadıkları arasındaki çelişkileri mercek altına almak,
Dönemin üçlü perspektifle (Fail-Mağdur-Seyirci) ele alınması, failin fiili nasıl, hangi aparatları kullanarak gerçekleştirdiğini, mağdurun nasıl hayatta kaldığını, seyredenlerin neden müdahale etmediğini takip etmek,
10 senelik süreçte (1908-1918) yaşanan tarihsel olayların (Örn.: İttihat ve Terakki‘nin iktidarı ele geçirmesi, 31 Mart vakası, 1909‘da Kilikya bölgesinde Ermenilere yönelik linç katliamı, 24 Nisan 1915‘te başlayan soykırım…vb.) kategorik, kronolojik ve kontekste bağlı bir şekilde disiplinler arası değerlendirilmesini yapmak,
ve tüm bunları yaparken nesnel ve bilimsel kriterleri kullanmak gerektiğini düşünüyorum.
Ancak bu şekilde yüz yılı aşkın bir süre önce karartılmış olan geçmiş aydınlatılabilir ve bugüne kadar gelen yanılsamalar, yanılgılar ve yalanlar ortadan kaldırılabilir.
Köln, 25.04.2025
Soné Gülyan
1 Schrader, Friedrich; Eine Flüchtlingsreise durch die Ukraine; Tübingen; 1919; S. 21-23 (çev. Songül Kaya)
2 Schrader, Friedrich; Eine Flüchtlingsreise durch die Ukraine; Tübingen, 1919; S. 112-113 (cev. Songül Kaya)
3 Kitap 2015 yılında Kerem Çalışkan tarafından Türkçeye çevrilmiştir.