Tacim Çiçek, Almanya’ya sıklıkla gelen bir yazar. Onu son gelişinde Bochum’daki bir etkinlikte tanıdım. Edebiyata şiirle başlamış. On şiiri bestelendiği hâlde 1996’da bırakmış. Çocuklar ve yetişkinler için öyküler, romanlar yazmaya yönelmiş. Ayrıca kitap tanıtım ve eleştiri yazıları da ilgi alanı.
Salondakileri konuşmasıyla adeta büyüledi desem abartmış olmam, çünkü gerçekten de iyi bir konuşmacı; internetteki kimi videolarını dinleyecek olanların da benle aynı düşüncede olacağından eminim. Şiir, öykü ve çocuk kitapları da var Çiçek’in. Kitap Hırsızı (2014), Ben/cil Metinler (2015) Bir Hayal Satıcısı (2016), Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu (2018), Hatıralar Manavkuyu (2019) adlı romanları olduğunu aldığım iki romanındaki öz yaşamından öğrendim.
Adlarıyla ilgimi çeken romanların ilki Aykırı Sevdalar Söylencesi, ilk basımı 1993’te Aykırısanat Yayınları, 2. baskısı da 2022’de Doğu Kitabevi tarafından yapılmış. ‘Kostüm bay k’nın yaşamına dair bilinçaltı sanısına’ mottosuyla açılan romanı Kafka ve Samuel Beckett yapıtları benzeri bir anlatıma ve kurguya sahip olduğundan ve itiraf etmeliyim ki pek çok bölümünü anlamakta zorlandığımdan, ilk baskısını okuyan birkaç yazardan ikisinin; kitabın yeni baskısının arka kapağında yer verilen düşüncelerini aktarmakla yetineceğim. Örneğin sevgili Ayla Kutlu, “Özgün bir anlatım biçiminiz var. Biraz deneme tadında, biraz şiir, içimden sürekli ‘hoş geldiniz’ demek yükseliyor. Siz zaten daha önce gelmişsiniz bile. Ben haberdar değilmişim. Olsun bundan sonra izleyeceğim, giderek artan başarılarınızı göreceğim ve alkışlayacağım sizi,” demiş bu roman için. Öykücü, yayıncı İzzet Kılıçlı da (ki ışık içinde olsun), “Çiçek, son yıllarda yazdığı öykülerinde biçimsel arayışlara girmişti, ama toplumcu düşüncesini içeriğe ustalıkla yediriyor ve içerikle biçim uyumlu bir gelişim gösteriyordu. Öykülerinin gizemli anlatımındaki toplumsal boyut onun ayırıcı özelliğidir.(…) Dünya edebiyatının önemli yapıtlarını sindirerek okuduğu yazılarından da anlaşılmaktadır. Olay öyküsünün artık geçmişin bir anısı olarak yaşayacağınınsa bilincinde… Aykırı Sevdalar Söylencesi ise uzun bir anlatı. Deneme ve roman arasında oldukça da ilginç, sürükleyici ve de özgün bir tür denebilir,” demiş. Bana göre de dili ve kurgusu, oluşturduğu bütünlük açısından onca okuduğum benzeri kitaplardan farklı gerçekten.
Tacim Çiçek, en azından okuduğum iki romanından yola çıkarak diyebilirim ki kanıksadığımız klasik ve modern roman türünde yapıtlarını gerçekliklerden soğurmuş olsa da büyülü biçime sokabiliyor. İlk romanı öyle… Ama daha önce Bozkırda Patlayan Tüfek (2001/Ceylan Yayınları) adıyla iki baskı yapan ve 2023’te (Doğu Kitabevi) Dereler Buz Bağladı adıyla yeniden yayımlanan ikinci romanı sanki Köy Romanları yazarlarından birinin elinden çıkmış gibi. Yeni baskının arka kapağında bundan söz edilmiş ve birkaç sayfalık öndeyiş ile epilog da eklenmiş. Arka kapakta yer alan tanıtım yazısında, “Romanda gerçekle kurgu iç içedir. Hangilerinin gerçek, hangilerinin de kurgu olduğunu anlamak has okur için zor olmayacak. Ana izlek, yazarın uzun süre öğretmenlik yaptığı Afyon ve çevresindeki Pancar Üreticileri ile Pancar işçilerinin çileli yaşamları, sendikalaşma çabalarıdır. Köy emekçilerinin, geçici tarım işçilerinin bir Tarım İşçileri Sendikası etrafında insanca yaşamak ve hakları olanı alabilmek için yaptıkları örgütlenme mücadelesidir anlatılan… Eğer roman bir bakıma ayrıntıların dengeli ve uyumlu toplamıysa; bu roman, ana izleği ve yan hikâyeleriyle dengeli ve uyumlu…” denilmiş. Gerçekten de söylendiği gibi.
Biraz geç okudum. Beynimde okuma tadı bıraktı. İlk başlarda “klasik sendikal mücadeleyi konu alıyor,” duygusuna kapıldım. Sayfalar ilerledikçe yanıldığımı anladım. Okuduğum roman, beni içine aldı. Roman, Alız Köyü’nde görev yapan Bora öğretmen ekseninde köy sorunlarını, gelenek-göreneklerini, sevdalarını, kan davalarını da irdeliyor. Romandaki bütünlük sağlam; anlatım dili ve kurgusu, roman okurlarını içine çekecek nitelikte. Bir yanda sosyal, toplumsal olaylar, bir yanda da aşklar, sevdalar… Başka bir yanda ise kişisel sorunlar… Hepsi bir akış ve ortak hayat hikâyeleri düzleminde başarılı biçimde sarmalanmış.
İyi bir gözlemci olduğu romandan belli, yazarın… Anadolu kültürünü, insanlarının yaşamlarını da iyi özümsemiş. Zaman zaman masal(sı) anlatımıyla romanı daha da ilginç hâle getirmiş. Deli Fadik tiplemesi oldukça güzel ve bir o kadar da ilginç. Tanrıların koyunlarının çobanı masalının, Dağ Güvercinin hareketlerinin anlatımı folklorik özellikler taşıyor. Halk kültüründen çıkan deyimler-sözcükler de yerinde kullanılmış. Romanda, olayların anlatıldığı bölgedeki pancar yetiştiricileriyle örgütlü mevsimlik tarım işçilerinin mücadelesi öne çıkıyor tabii ki önceden de dediğim gibi.
Alız Köyü, ilçenin son köyü. Sırtını kuzeyin karlı, engebeli, ormanlık dağlarına dayamış. Kasımın sekizinde başlayan yaprak dökümü kışın başlangıcı… Kışın hastalar kızakla götürülüyorlar anayola. Köyün esas geçim kaynağı şeker pancarı. Belirtilmese de devrimci Bora öğretmen, şehirli olmasına karşın, köylülerle kaynaşır. Onların sorunlarını kendi sorunları kabul eder. Mevsimlik tarım işçilerinin sendikalaşmasını destekler. Sendikalaşma tarla sahiplerinin hiç mi hiç hoşuna gitmez. Köylülerin sendikaya üye olmasından Bora öğretmen sorumlu tutulur. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü soruşturma başlatır. İlçedeki tarla sahipleri toplanır, karar verilir, tetikçiler ayarlanır: Bora öğretmen vurulacaktır.
Tam bu sırada, kan davası yüzünden yıllardır cezaevinde yatmakta olan Vahap, cezasını çekmiş, salıverilmiştir. Vahap’a karşı hasımları Zülfi ve oğlu Hüseyin pusu kurar. Köy yolunda aynı yer ve zamanda Bora öğretmene de pusu kurulur, gizli tetikçiler tarafından. Ve bozkırda bir tüfek patlar: Bora Öğretmen vurulur. Vuran belli değildir.
Vurulan öğretmeni hastaneye yetiştiren Deli Fadik, romanın en ilginç tiplemesidir. Kadınların ezilmişliğini simgeler.
Ailesi tarafından sevdiğine değil, bir başkasına verilen Canan’ın kendini düğün günü asması zorla evlendirilmeye tepkidir.
Öğretmenin vurulması, köylünün dayanışmasında etken olur. Ali Sefa’nın, “Bozkırda patlayan tüfek Alızlıları birleştirsin, kini, öfkeyi unuttursun,” demesi oldukça anlamlıdır.
İlçede yayımlanan Topluma Farklı Bakış Gazetesi, olayların aktarımında güzel kullanılmış, hiç sıkıcı değil, aksine romanın bölümlerine girişin kapıları…
Romanın üçüncü bölümünde köyün en yaşlısı Kemik Hüseyin’in yatalak durumu… Onun komaya girişi… Ölecek diye uzak, yakın akrabaların evde toplanması… Buna karşın Kemik Hüseyin’in yaşamaya devam etmesi… Uzun bekleyişten akrabaların usanıp evlerine dönüşü… Ve birkaç gün sonra Kemik Hüseyin’in ölmesi… Tüm bunları yazar öykü tadında ve içimizi acıtacak biçimde anlatmış.
Gerçekçi, etkileyici bir roman… Romandaki olaylar gerçekliklerden derlenmiş, ülkemiz koşullarına göre ilerici bir özle yazılmış. Halkın kolayca anlayabileceği türde oluşu toplumsal sorunlarımızı rahat yansıtmakta ve bir anlamda da okuyacak olanın bilinçlenmesine katkı da bulunacak bir özelliğe ve içeriğe sahip…
Romanın ana düşüncesi Bora öğretmenin ağzından aktarılan Marks’ın, “İnsanlar hangi düzeyde ortam yaratırsa, ortam da aynı düzeyde insanlar yaratır,” sözünden ibaret demek hiç de bir abartı değil; aksine romanın amacına hizmet eden bir açıklama olur görüşündeyim. Okuyanın pişman olmayacağı bu romanı, farklı bir kitap okumak isteyen her okura tavsiye ederim.