Fatma ve Koray Tütüncü’nün birlikte kaleme aldıkları Trajik Hissiyat Ütopik Siyaset-Jean-Jacques Rousseau’nun Edebi ve Siyasi Tahayyülü, bizi bu önemli filozof hakkında yeniden düşünmeye ve eserlerini bir daha okumaya yönelten bu kitap, bugüne kadar Türkçe’de Rousseau üstüne yazılmış en kapsamlı kitaplardan biri olarak dikkat çekmekte.
Gülnur Savran’ın seksenli yıllardaki bir kitabını anımsıyorum: Sivil Toplum ve Ötesi–Rousseau-Hegel-Marx. Ali Timuçin’in Rousseau’nun Toplum Anlayışı kitabı da var. Doğumunun 300. yılında, 2012’de Özne Dergisinin Rousseau özel sayısını da hatırlamak yerinde olur. Ne yazık ki Türkçede Rousseau hakkında kitap hacminde yeterince çalışmanın olmadığını üzülerek söylemek durumundayız.
Tütüncü’ler Rousseau’yu bütüncül bir yaklaşımla ele almakta, eserleriyle kendi çağı ve çağımız arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri belirgin kılmakta, filozofla ilgili indirgemeci ve dar yaklaşımları değerlendirmekte ve onun felsefesinin kurucu kavram ve problemlerini çözümleyerek; yalnızca bugüne değil belki geleceğe de seslenen bir filozof portresi çizmektedirler.
Kendisini Hakikate Adamış Bir Filozof
Her kitabın bir hikayesi ve yazılma gerekçeleri vardır. Yazarlar bu konuda “Önsöz”de, Rousseau’ya yönelmelerinin nedenlerini şöyle açıklamaktadırlar: “Hakikatin çölünde yaşamakla başa çıkamadığımız, giderek hakikat sonrasının nihilizminde kaybolduğumuz, herhangi bir ahlaki edimin ardında hınzır bir zeka gösterisi olarak çıkar aradığımız, duygusuz ve hesapçı siyasi ve şahsi adımlarımızı ya apaçık bir zorlamayla herkesin iyisiymiş gibi sunduğumuz ya da umursamaz bir pişkinlikle kısmi çıkarımızı maksimize etmenin en insani tavır olduğunu varsaydığımız, iyiye olan inancımızı yitirdiğimiz gibi iyi arayışı içinde olanları da mahkum edip alaya aldığımız bir zamanda kendisini hakikate adamış bir filozofa, Jean-Jacques Rousseau’ya dönmek çok mu yersiz?”(s. 9)
Rousseau’nun külliyatının yanlış okumalara maruz kalması, bizde ise ihmal edilmiş olması, çevirilerinin çeşitli sorunlar içermesi, eserinin yorum ve değerlendirilmesinde sıkça indirgemeciliğe düşülmesi gibi hususlar ve durumlar da yazarların bu kitabı yazmalarına yol açan etkenler arasında yer almaktadır.
Rousseau, Batı kanonuna yeni bir yön veren, temel metinleriyle tarihin akışını da değiştirmiş olan bir filozoftur. Kendisi göremese de Fransız Devrimi’nin esin kaynakları arasında onun fikirlerinin bulunduğu saptanabilir. Başta Emile olmak üzere birçok kitabı ve bakış açısı hem düşünürler hem de insanlar üzerinde dönüm noktası niteliği taşımaktadır. Onun filozof olarak ilgi alanı oldukça geniştir. Ancak hangi konuyu/problemi ele alırsa alsın, Rousseau’da “trajik hissiyat” ve “ütopik siyaset” birlikte karşımıza çıkar. Bu hususla ilgili olarak Tütüncü’ler şunları söyler: “Rousseau’nun külliyatı benliği ve insanlığı bilmeye adanmıştır; kırılgan, ıstıraplı, hassas bir arayıştır bu.(…) Benliğin ve insanlığın bitmek bilmeyen arzularını, hayal kırıklıklarını, yanlış yollara sapışlarını yüreğinde hisseder: Trajik bir hissiyattır bu. Ama aynı zamanda kendini bilmenin yüceliğini, iyimserliğini ve imkanlarını tanır; insan özgürlüğe yazgılıdır, insanı köleleştiren zincirleri yine insanın kıracağının farkındadır. Bu da ütopik siyasetin yoludur.”(s. 14)
Akıl-Duygu Karşıtlığının Ötesinde
Akıl-duygu karşıtlığı, felsefe tarihinde sıkça rastladığımız bir durumdur. Aslında ilkçağdan günümüze kadar birçok filozofun duygular hakkında çalışmaları bulunmakla birlikte, duygular çoğunlukla ihmal edilmiş ve irrasyonalite, kaos ve olumsuz niteliklerle tanımlanmıştır. Akıl ve rasyonalite ise kabul gören, değer verilen kavramlar olagelmiştir. Rousseau gibi kimi filozoflar ise akıl kadar duyguya da felsefelerinde yer verebilmişlerdir. Bu konuda Tütüncü’ler şöyle demekte: “Akıl ve duygunun dur durak bilmeyen çatışmasında Rousseau hem aklın hem de duygunun yanında yer alabilmiştir: zira benliğinin böyle kurulmuş olduğuna inanır.”(s. 82)
Akıl-duygu ilişkisini kurma biçimi ve doğallığa verilen değer bakımından Roussseau’nun, hem yaşadığı dönemin sert bir eleştirisini ortaya koyduğunu hem de ütopik bir yönelime sahip olduğunu söylemek mümkündür. Tütüncü’ye göre, “Rousseau’nun akıl kadar duyguya verdiği önem, doğaya yakın olmanın yarattığı dinginlik ve sade hazların, şehrin sahtelikleri karşısında yüceltilmesi, uygar toplumsal düzenin dayattığı siyasi ve toplumsal kısıtlama ve şekilciliklerden özgürleşme fikri bütün külliyatına yayılmıştır.”(s. 128)
Rousseau’nun Uygarlık Eleştirisi
Yaşadığı çağda akla, bilime ve ilerlemeye büyük bir güven beslenmesine ve övgüyle bakılmasına karşın Rousseau’nun ortaya koyduğu uygarlık eleştirisi önemlidir. Bu noktada o da çağına aykırı düşünme tarzı ve duruşuyla dikkat çeker. “Rousseau’nun külliyatının çekirdeğini oluşturan insanı özgürlükle özdeşleştiren anlayış, uygar topluma yönelik eleştirisinin de odağını oluşturur.”(s. 163) Onun özellikle bilimler ve sanatlardaki ilerlemelere şüpheyle bakmasının nedeni, söz konusu ilerlemelerin insanın erdemlerini zayıflatması, insana insanlığını unutturmasıdır. Bu bağlamda Rousseau için, insanlığın geliştirdiği bilgilerin en faydalısı ve en az ilerlemiş olanı, insanın kendisine ilişkin bilgidir.(s. 137) Bu husus, ne ilginçtir ki 20. yüzyılda da insan felsefesinde karşımıza çıkar, özellikle Scheler’i ve Cassirer’i hatırlayabiliriz. Kendisinden sonraki düşünce tarihini özellikle kültür/uygarlık düşüncesi bakımından etkilemesiyle de Rousseau bir kültür filozofudur, kültür felsefesinin kurucularından biridir.
Uygar topluma yönelik eleştirilerinden ötürü Rousseau’nun bilim, insanlık ve gelişmişlik düşmanı olarak görülmesine karşı çıkan Tütüncü’ler, bu noktada, onun alternatif bilimsellikler ve toplumsallıklar arayışında olduğunu ama ne yazık ki bu arayışın nedense gölgede kaldığına işaret ederler. “Onun karşı çıktığı uygarlık, tam da insanın özgür ve özerk haliyle çelişen prensiplere dayalı yönelimler ve yönetimler ortaya koyduğu içindir ki bilimler ve sanatlar kötülüğe ve olumsuzluklara yol açmaktadırlar.”(s. 142)
Sonuç:
Bir filozofun yazdıkları kadar onun nasıl okunduğu ve yorumlandığı da önemlidir. Bu bağlamda felsefe tarihinde yer alan birçok filozofun yanlış anlaşılması ve çarpıtılması durumuyla karşılaşırız. Bu nedenle Tütüncü’lerin de vurguladığı gibi, “Rousseau’yu, iyi siyasi topluluğu, iyi yurttaş olmayı, birlikte ama eşit ve özgür kalabilmenin yollarını sadece siyaset felsefesinin rasyonel ve normatif çıkarımları üzerinden değil aynı zaman da duygunun, bağlanmanın ve aşkın diliyle yeniden düşünmek” yaşamsal bir önem taşımaktadır. Benliklerimizi ve birlikteliklerimizi başka türlü kurmak için onun düşünceleri bugün içinde anlamını ve değerini korumaktadır. Kalplerimizdeki çölleşmeyi fark ettiğimizde Rousseau’nun bilgeliğine sığınmak bize iyi gelecektir. Özellikle de trajik hissiyatın derinden hissedildiği böyle bir zamanda, yaşanan dönemi bir distopya olarak algılayan/anlayan kişilerin hiç de az olmadığını düşünürsek, siyaset başta olmak üzere yaşamın ve kültürün her alanında ütopik bakışlara olan ihtiyacımız yok mu? Rousseau’yu yeniden düşünmek, insanlık durumunu da yeniden düşünmek demektir. Yaşanan gelişmeler ve karşılaştığımız küresel sorunlar, Rousseau felsefesinin tüm yönleriyle yeniden gündeme gelmesi gerektiğini göstermiyor mu?
…………
Fatma Tütüncü -Koray Tütüncü, Trajik Hissiyat Ütopik Siyaset-Jean-Jacques Rousseau’nun Edebi ve Siyasi Tahayyülü , Metis Yayınları, 287 s., 2019.