Nâzım’ın “büyük insanlık”ı salt kendi yurdunun insanları uğruna hapisleri, zulümleri ve yurtdışında ölümü göze aldığı, onların mutlulukları için kendi mutluluğundan vazgeçtiği insanları değildi, diye düşünüyorum. Çünkü gerçekçi şairler düşünen insanlardır da aynı zamanda. Düşünen ve de yazan insanların coğrafyaları da oldukça geniştir. Bu coğrafya, bütün bir dünyadır.
İnsanlık tarihine şöyle bir baktığımız vakit çağına tanıklık edenlerin, “büyük insanlık” için çile çektiğini, savaştığını ve onların bir daha büyük acılar yaşamamaları için, olanları, olması gerekenleri dillendirdiklerini görürüz. Vahşi Kapitalizmin küreselleşme ve yenidünya düzeni gibi söylemlerle boyun eğdirme ve daha rahat, daha keyfi sömürme alanları yaratmaya soyunduğu bir dönemde, “bunlar senin işin değil, sen fildişi kulende sözcüklerle oyalan ve bu sözcüklerle de oyala; çünkü yazınsal uğraş asıl dil sorunudur ve de dilin ta kendisidir, oyalayacaklarının yapacaklarımı anlayacak zamanları olmasın hiç…” diyen egemenlere kapılanları, yani şairleri, yazarları, aydınları, gazetecileri vs. reddediyorum! Çünkü “büyük insanlık” bugün daha büyük tehlikelerle kuşatılmış durumda.
Dünya, “bütün yeraltı ve yerüstü zenginlikleri benimdir ve de hiç kimseyle bunu şuncağız bile olsa paylaşmam! Ben istediğim kadarını aldıktan sonra istersem kalanını, yine onları benim istediğim hâle getirebilmesine yetecek kadar ve belirleyeceğim koşullarda verebilirim…” diyen küresel birçok emperyalist devletin ve işbirlikçinin tehdidi altındadır. Hatta bu tehdit olmaktan çıkmış, işgallere, saldırılara ve ilhaklara dönüşmüştür. Dünya, parça parça (ülke ülke) işgal ediliyor. Sözde egemen işbirlikçiler(!) de kendilerince gerekçelerle olana bitene göz yumuyor.
Oysa anımsamak gerekiyor, Nazizm’in iktidar ve yaygınlaşma savaşlarında olan biten her şeye göz yumanların acınası hâllerini açıklayan ve Nazilere karşı çıkan Alman Rahip Martin Niemöller’in şu sözlerini: Almanya’da önce komünistleri yok etmek için geldiler. Ses çıkarmadım çünkü komünist değildim. Sonra Yahudileri yok etmeye geldiler. Ve yine ses çıkarmadım. Çünkü Yahudi değildim. Ardından sendikacıları yok etme ye geldiler. Ve ses çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim. Sonra Katolikleri yok etmeye geldiler. Ve yine ses çıkarmadım. Çünkü ben bir Protestan’dım. Sonra beni yok etmeye geldiler. Ve o an geldiğinde… Geriye sesimi duyacak kimse kalmamıştı…
Benzer biçimde, “Şu ülke monarşiyle, öteki şeriatla, bir başkası Şiilik’le yönetiliyor. O demokratik değil, falanca da bize karşı teröristleri destekliyor, besliyor. Biz onlar gibi değiliz. Bize ne!” dediğinizde, Alman rahip gibi etrafınıza baktığınızda sizi kurtaracak ya da sahiplenecek birilerinin olmadığını, kalmadığını görürsünüz. Birey ya da toplum olalım, değişmeyen özelliklerimizden biri de bahaneler bulmamızdır. En zayıf ve gereksiz yanımızdır bu bence… Egemenler, emperyalistler bundan çok iyi yararlanır. Bu tür gerekçeleri insanlarına, sözde egemenlerine şiirleriyle, yazılarıyla ve eylemleriyle aydınlar, yazarlar, şairler iletirler, iletiyorlar da ne yazık ki. Yazınsal uğraşı salt bir dil sorunu olarak görüp oyalanmaya ve oyalamaya başlayanların hiçbir geleceği ol(a)maz.
Vakit emperyalist birliklere karşı mazlum ülkelerin birliğini, söylemini oluşturmaktır.
Bugün için sınırlardan başlayarak içe doğru daraltılan ateşten bir çemberin ve toplu öldürmenin içinde bulunan Iraklılara, Suriyelilere, Filistinlilere, Lübnanlılara ve (ne yazık ki) Kürtlere vs. sahip çıkmamız gerekiyor.
Direnme ve yazınsallık iç içedir. Ve coğrafyası da bütün bir dünyadır. “büyük insanlık”a ve onun yaşadıklarına sırtını dönenlerin köksüzlükleri ve yüzsüzlükleri sürekli sahte maskelerle iktidar olamaz ve saklanamaz, bilmek gerekir bunu. İşte nesnel dünyaya bakamayanların, bakmayanların söyledikleri türküleri, şiirleri, şarkıları, yazdıkları yazıları, romanları, anlattıkları hikâyeleri, çizdikleri resimleri, yonttukları heykelleri reddediyorum!
Kendi halkıyla arasına engel koyanların, “büyük insanlık”la da yabancılaşmış olduklarını bilmek gerekir. Hermetik (kapalı anlaşılmaz) şiirlerle, yazılarla, öykülerle, romanlarla, yontularla, çizilerle sözde sanat dillerini yaratıp insanıyla konuşamayanların kendilerine de yabancılaştıklarını, kendilerine de kapalı olduklarını unutmamalıyız. En azından insanca bir yaşamın savunucusu ol(a)mamanın hem teslimiyet hem de uzlaşma olduğunu bilmeyenleri reddetmeliyiz!
O insanlar bitmedi mantar gibi yerden
Anaları doğurmuştu onları bir zamanlar
Tıpkı dalda bir çiçek açar gibi
Ve şimdi kimi kurtuldu ölümden
Kimi yapıştı toprağa yüzükoyun
Step kokan elleriyle
Kimisi de verdi kendini dalgalara
Bir kuş kadar rahat
Erkekçesine ve hazin
Püfür püfür esen
En yumuşak rüzgârlarına bile
Düşman oldum Karadeniz’in
Ve sen güzel şehir
Sen artık hiçbir şarkıya sığmazsın
Seni yarın, ilk defa bir şafak vakti
Mükellef bir sofraya oturan
Bütün dünya insanlarının
Bulutsuz ve taze yürekleri
Bir türkü gibi değil / Bir sevgi gibi değil
Fakat bir ağlamak ihtiyacı duyacaktır
Giderilmez bir ağlamak ihtiyacı gibi.
(A. Kadir/Tebliğ’den)
“Büyük insanlık”ı önemseyen ve şiirlerinde, yazılarında, öykülerinde, şarkılarında, türkülerinde, çizgilerinde, romanlarında, yontularında, oyunlarında, senaryolarında vs. dillendiren sanatçılarımız var. Kanımızdan, canımızdan olmasalar da… Çünkü onlar, “büyük insanlık”ın sevdalılarıdır. Onlardan olan ve acılar çeken A. kadir, Nâzım, Hikmet, H. H. Korkmazgil, Enver Gökçe, Ahmet Arif gibi ustalar… Daha nice gerçekçi şair yaşasalardı günümüzde utandırırlardı çoğumuzu, inanın. Yazdıklarıyla sanki bugünü dillendirmiş gibi kalıcı şiirlerine karşın yeni şiirlerle ve yazılarla dillendirirlerdi az biraz da olsa altını çizmeye çalıştığım gerçeklikleri, çekincesiz ve de korkusuz… Bedel ödemekten de korkmazlardı üstelik. Bunu anlamaları zor biliyorum, yine de kaçırmak için uykularını bağırıyorum!
Göl mayalansın istiyorum, varsa içlerinde şuncağız insanlık! Kendi kendinizi övmek, birbirinize üstünlük sağlamak, gettolarınızdan seslenmek büyük gerçekleri(!) kendinizi kandırmaktan başka bir şeye yaramadı, yaramayacak da. Rahat yaşasanız da satarak ruhlarınızı egemenlere, güçlü görünseniz de reddediyorum sizi!
Sanatınızla mastürbasyon yaptığınız o sahte cennetlerinizde birer akrep gibi bitireceksiniz rezil hayatlarınızı, unutmayın, bekleyin!
Bekle beni, ben de dönerim
Tüm ölümlere inadımdan.
İşitilsin varsın, beni beklemeyenin
Sözü: – İşte, ensonu tamam
O bekleyemeyenler anlamaz bile,
Ateşler içindeki varlığının
Bekleyişiyle,
Beni nasıl kurtardığını.
Bileceğiz, ben hayatta kalınca
Yalnız seninle biz bileceğiz,
Sen bekleyebildin ancak,
Başka hiç kimse değil.
(K. Simonov / Bekle Beni
Türkçesi: Azer Yaran)
Dergisini, gazetesini, televizyonunu, yayınevini, kurumunu iktidar; sanatçılarını memur; okurlarını, izleyicilerini bu sanal egemenliğin tebaası görenleri de reddediyorum!
Konformist düşüncelerle kendi dilini, anlayışını, beyaz edebiyat çizgisini, söylemlerini kesin ve tek doğru diye dayatanları, sınırını ülkesi olarak düşünenleri reddediyorum!
Bir başkaldırı ruhu yaratamayan dergiciklerin kurulu düzenden yana geçerli sanatsal, kültürel, yazınsal örgütlenmeden yana olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden reddediyorum! Çünkü dünya yazınsal ve düşünsel ve eylemsel alanı olan insan, şair, yazar vs. kesinlikle bir La résistance (direniş) öncülüğü yapar, yapmalı da.
Yani bir Direniş oluşturmalı.
Egemen edebiyat ortamını bir “kör” olarak düşünürsek, “kör”le yatıp “şaşı” kalkan dergicikleri, dernekleri, yayınevlerini, sendikaları, partileri reddediyorum!
Sakın gitme
Gitme sakın, o git dedikleri yere
İnanıp yalanına iri iri lafların
Burada kanayıp dururken yara
Sakın gitme
Gitme sakın zalimden yana
Güçlendikçe onu kendi ellerinle
Zincirlerini dövme sevdiklerinin
Sakın gitme
Gitme sakın, haydi al tüfeğini
Köpeğini çağır dağıt karanlıkları
Avcı avcı sayı sende güç sende
Sakın gitme
Haydi al tüfeğini
(L. ARAGON / Bırakılmış,
Türkçesi: Özdemir İNCE)
Gerçeklerden yana “savaşmayan kim olursa olsun, korkaktır. Geçmişten arta kalanlara dönmek ya da düşlerin labirentini araştırmak çağımıza yakışan bir uğraş değil,” diyen Neruda’nın sesine kulak vermeyenleri, gerçekleri çarpıtanları, üç maymun olanları, yalana ve yanlışa bel bağlayanları, göz boyamaya çalışanları reddediyorum!
Kendi hezeyanlarıyla mazmunlar yaratıp ortak bir bunaltı ve teslimiyet şiiri, yazını, sanatı/dili yaratmaya çalışanları, insanın özgürleşmesini istemeyenleri, sanatın ve sanatçının tarihsel görevlerini, sorumluluklarını görmezden gelenleri reddediyorum!
Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan
Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kızıl elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.
(NERUDA, Buğdayın Türküsü,
Türkçesi: Hilmi YAVUZ)
Şiirimizi, yontumuzu, hikâyemizi, romanımızı, resmimizi, anlaşılmazlık, buğuntu ve tek tip biçem ve içerikle sınırlamayan bir geleneği değil, “büyük insanlık” için yaratılan bir direniş yani nitelikli bir eylem yazınını, sanatını yok sayanları reddediyorum! Kısacası, “büyük insanlık”ın mirası bir damarla birleşmeyen, buluşmayan bir yazınsal, sanatsal geleneğin savunucularını da reddediyorum! Örgütlenmek -bilinçliliğin üst aşamalarından olarak- çabasında olmayan ve gemisini kurtaran kaptan, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışında olanları reddediyorum! Gerçekliklere sırtını dönerek, “büyük insanlık”ı yadsıyanları ve küçümseyenleri de reddediyorum! Bunca kuşatılmışlığa, zorbalığa, baskılara ve ölümlere inat şiirinde, şarkısında, türküsünde, öyküsünde, romanında, yontusunda, çizgisinde resminde “gül-bülbül, bahar meltemleri, yaprak dansları vs…” yaşatmaya çalışanları reddediyorum! Zindanlara, işkencelere ve isimlerinden büyük ölen oyun gözlü çocuklara dilsiz kalanları reddediyorum! Kör bir yaşam uğruna köle bireyler birliğini dayatıp özgür bireylerden oluşan toplumları reddedenleri reddediyorum!
yalnız bir insan fazla bir şey yapamaz
duvarın üzerinden atlamaktan başka
kararlı insanlardan oluşan büyük bir kitle
atlamaz üzerinden duvarın yıkar da geçer.
(F. JURİZ / Duvar,
Türkçesi: G. UÇKAN)
Oturup camdan evlerinin pencerelerinden ta ötelerde yanan evleri, insanları, parçalanan aileleri seyredenler, bir gün bir taş gelip bulmasa da o sözde korunaklı evlerinizi, o büyük yangınların ısılarından eriyebileceklerini hiç unutmayın! Bunu akıl etmeyenleri reddediyorum!
Çünkü,
Bağışlamak bize düşmez insan düşmanlarını
soyu bitti bitecek müzeliklerdir onlar
elenirler bir gün türkülerden de.
(Korkunun Kahkahaları,
H. H. Korkmazgil)
Yazarın, Reddediyorum (Doğu Kitabevi, Nisan 2019/270 sf.) adlı kitabından alınmıştır