Ard arda yaşadığımız faciaların şaşkınlık ve üzüntüsü, yerini “olası yeni facia haberleri” ile eski sessizliğine bıraktı. Suçlamalar ve savunmalar çok bildik, yetki ve sorumluluk kargaşası içinde konu, idarenin topu birbirine atması ile sorumluluğun belirsizleştiği bir alana dönerek kapanır, ki öyle de oldu…
Her benzer olayda ileri sürülen iddialar bana yıllar önce tanık olduğum ve duyduğum ve her benzer durumda aklıma gelen üç olayı hatırlatır.
İstanbul’da, Boğaz vapurlarının çalışmadığı sisli bir gün… İskelede birkaç kişi var, sis azalmış, vapurlar çalışacak mı veya ne zaman çalışmaya başlayacağı konusunda bir anons yapılır mı, ihtimaliyle bekleşiliyor. Yetkililere sormak üzere turnikelere yaklaşırken, önümden koyu renk pardesülü, bir zamanlar bürokrat olduğu hissini uyandıran yaşını başını almış bir adam hızla yürüyerek yüksek sesle, “ne zaman çalışacak bu vapurlar, neden bilgi vermiyorsunuz?” diye çıkıştı. İskelede en sorumlu olduğu tavırlarından belli bir görevli, “sen halkı isyana mı teşvik ediyorsun?” diyerek daha yüksek sesle bağırıp karşılık verdi. Adam ses çıkaramadı, bizler de şaşkınlık içinde kaldık bu cevap karşında.
Ulaşım hizmetlerinden sorumlu idarenin bir ayağı olan vapur işletmesinde çalışan görevli için, kamu hizmetinin işlemesindeki aksaklığı sahiplenip düzeltmeye çalışmak yerine, hak aramayı isyan sanan bir ülkede, en kolay yol olayı saptırıp görev ihmalini üzerinden atmaktı. Daha da kötüsü gerçekten söylediğine inanması da olabilir, elbette. Ne pahasına olduğu ise onu ilgilendirmiyor.
Yine ülkemizde idarenin sorumluluğu konusunda örnek teşkil edecek, bir depremde hasar görmüş bir devlet dairesinde tanık olduğum bir başka olay: daire binası için verilen ilk bilirkişi raporunda “oturulabilir durumda olduğu”, istenen ikinci raporda ise “oturulamaz” durumda olduğu” yer alıyordu. İkinci rapor üzerine endişelenen çalışanlara yöneticinin verdiği cevap: “raporu üst yazı ile üst makama ilettim, o da bir üst makama, o da kendi üst makamına gönderir en son ilgili bakanlığa gider” olmuştu. Böylece her biri görevini yapmıştır, depremde binanın yıkılması halinde hiçbiri sorumlu tutulamayacaktır. Her biri kendilerine düşen bildirim görevlerini yerine getirdikleri için, mesele halledilmiş oluyordu.
İddialarda yer alan, anayasal olarak devletin (dar anlamda) öncelikle koruması gereken yaşam hakkı ile ilgili kamu hizmetlerini yerine getirmekle görevli idari kurumların bu işlerini nasıl yaptıkları ya da yapmadıklarıyla ilişkilendirilebilecek bir başka hatıra: Artık aramızda olmayan değerli idare hukukçusu Prof. Dr. Ali Ülkü Azrak’ın bir sohbetinden… Hiçbir ülke kültüründe “devlet malı deniz yemeyen ‘domuz’”, “minareyi çalan kılıfını hazırlar”, “üzümünü ye bağını sorma”, “gemisini kurtaran kaptan”, “her koyun kendi bacağından asılır”, “gemi kalksın, istim arkadan gelsin” gibi sözler yoktu.
Sanırım en ufak vicdan kırıntısına sahip bir kişinin bile kabul edemeyeceği yaşadığımız acılar, tüm bu hatıraların bir özetiyle ilişkili.
Temel hak ve özgürlüklerin gerçekleştirilmesi, ülkedeki tüm insanların can ve mal güvenliğinin korunmasında birinci derece görevli ve sorumlu idarenin hizmet kusurunun yaptırımlarından kurtulmak için kendini devletle bir tutması; hizmetlerin yerine getirilmesinde sorumluluğun bütçeye bırakılarak kendini sorumsuz kılması ve toplumda yukarıdaki atasözlerinin yansıttığıyla bütünleşik, kaynaşmış bir kültür.
Doğrudan ya da dolaylı olarak içinde olmayan, bu yerleşik kültürden nemâlanmayan da yok gibi…