Bilmeyenleriniz vardır diye, görece otobiyografik bir film olan ‘Nasipse Adayız’ için yazmak istiyorum. Filmindeki; adaylık tarihinden de azıcık geriye giderek, bu olayın; gerçekte nasıl gerçekleştiğini yazayım. Hatta bu ‘ilk girişimde’ adaylığın engellendiğini ve malum partinin, (başka bir partinin) eski belediye başkanlarından ve iyice sağcı birini aday gösterdiğini yazayım.
Ercan beyin, Okmeydanı’nda merkezi bir yerinin köşe başında orta büyüklükte bir hastanesi vardı, o zamanlar. Halkla olan doğru ve zaten gerekli ilişkileri nedeniyle de, bütün Okmeydanı halkınca sevilen, sayılan biriydi. Muhtemelen gene öyledir…
Seçim arifesinde; yani bütün muhalif partilerin ancak akılları başlarına geldiğin ve de aslında ‘büyük rakip’ karşısında yapacak bir şeylerinin olmadığı bir evrede; (çok lazımmış gibi) benim akıl etmemle, ‘Yahu, doktor buralarda çok seviliyor. Beyoğlu’nda Cihangir, Gümüşsuyu falan da zaten verir. Alabiliriz gibi…’ dememle, kapısını çaldık. Bölgenin kanaat önderi olanlara, olmayan meraklıların da katıldığı bir ‘heyet’ adayımız olur musun abi, demeye gittik. Sanki ilkesel olarak kabul ediyor gibiydi ve hem hastane işlerini hem de sinema işlerini düzene koyabileceğini ve ‘Mümkünse Adayım’ demeye getirdik, Sayın Kesal’ı…
Ama, lakiiiinnn, fekat; film tanıtımlarında da adı geçen malum ‘2. Parti’, meğerse (bir vakitler il yönetiminde de yer alan ve gene hekim olan eskiiiii bir arkadaşımdan öğrendiğime göre); bölgenin potansiyelini bir kez olsun sol muhalefet üzerinden değerlendirmeyi aklına bile getirmezmiş ve Aleviler bize yeter diye, düşünürmüş. Seçimi kaybeden eski belediye başkanlarından sağcı bir abimizi de aday gösterip, böylece uzun erimli düşünme(me)nin ne anlama getirdiğini göstermiş oldular.
Filme dönersek; film henüz vizyona girdi ve yemeyip, içmeyip on binler filme akmadı ama hem kendi tanıtım metinlerinden öğrendiklerimizi hem de muhtemelen (eskiden, Ortaköy Feriye sinemasındaki, kahvaltılı basın tanıtım gösterimlerinde olduğu gibi) bazı gazeteci dostlarımıza önceden gösterilmiş belli ki, onlar da tanıtım ve eleştiri metinleri yazmış bile. Bendeniz de bir bakımevinde ‘çalakalem’ hemen her konuda yazdığım için, bu konu da önüme geldi. Bakalım kimler, neler demiş? Sağlam bir kolajla sunacağımı da söylemeliyim. Çalakalem değil, yani…
TANITIMLAR, ELEŞTİRİLER…
Nasipse Adayız, İstanbul’da bir ilçenin belediye başkanlığına aday olmak isteyen bir adamın yaşadıklarına odaklanıyor. Doktor Kemal Güner, İstanbul’da bir ilçenin belediye başkanlığına aday olmaya karar verir. Bunun için vakit kaybetmeden çalışmalara başlayan Güner, delice bir koşuşturmanın içine girer. Bir Numara’nın gözüne girip aday olmayı başarabilmek için her yolu deneyen Güner, (ki, gerçek hayatında böyle her yolu deneyecek biri değildir, doktor bey. A.G.) heyecanla adaylığının açıklanacağı geceyi beklemeye başlar. Ancak büyük gün gelip çattığında beklenmedik olaylarla karşı karşıya kalır.
GÖRÜCÜYE ÇIKAN FİLME, ÖDÜLLER YAĞDI…
Katıldığı festivallerden ödülle dönen, Ercan Kesal’ın ilk uzun metrajlı filmi ‘Nasipse Adayız’ın Türkiye’deki vizyon tarihi belli oldu. Film, 30 Ekim’de izleyiciyle buluştu. Film son olarak 27. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin ‘Ulusal Uzun Metraj Film’ yarışmasında ‘En İyi Film’, ‘En İyi Yönetmen’, ‘Ayhan Ergürsel En İyi Kurgu Ödülü, ‘Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ ve ‘Film Yönetmenleri Derneği En İyi Yönetmen Ödülü’yle beraber toplam 5 dalda ödül kazanmıştı.
FİLM HAKKINDA KİMİ KISA NOTLAR…
Türkiye prömiyerini yaptığı İstanbul Film Festivali’nden de ‘En İyi Yönetmen’, ‘En İyi Kurgu’ ve ‘FIPRESCI En İyi Film’ ödülleriyle dönen ‘Nasipse Adayız’, İstanbul’da bir belediyenin başkan aday adayı olan doktor Kemal Güner’in bir günde geçen trajikomik hikayesini konu alıyor.
Filmin kadrosunda Ercan Kesal, Selin Yeninci, İnanç Konukçu ve Muttalip Müjdeci yer alırken Nazan Kesal ve Valeriu Andriuta kadroya konuk olarak eşlik ediyor.
Yapımcılığını Ay Yapım, Poyraz Film, Thalia Production ve Living Pictures gerçekleştirdiği film Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ve Sırbistan Film Fonu tarafından desteklendi.
Barbru Balasoiu’nun görüntü yönetmenliğini, Ali Aga’nın kurgusunu, Oya Köseoğlu’nun ise sanat yönetmenliğini yaptığı Türkiye-Sırbistan ortak yapımı ‘Nasipse Adayız’, 30 Ekim’de Bir Film dağıtımıyla Türkiye’de sinemalarda gösterime girecek.
BİRAZ DAHA BİLGİLENELİM Kiiiii, ‘FİLME GİTMEYELİM’…
İstanbul’da bir belediyenin başkan aday adayı olan doktor Kemal Güner’in bir günde geçen trajikomik hikayesi. Şaka bir yana, filme baktıkça daha derinleri görüyoruz. Haydi okumaya…
Başkan adayı olmak için çalışmalarına devam eden Kemal, Bir Numara’nın adaylığını anons edeceği geceye heyecanla hazırlanmaktadır. Eski eşi dahil Kemal’in etrafındaki herkes bu delice koşturmaya şahit olur. Bir Numara’nın gözüne girip aday olabilmek için her yolu deneyen Kemal, adaylığının açıklanacağı önemli gecede beklenmedik olaylarla karşılaşacaktır. Bir adayın gözünden, siyasetin farklı yüzünü, yapılan pazarlıkları, politik stratejileri ve insanın karanlık yüzünü gerçekçi bir üslupla anlatan “Nasipse Adayız”, Ercan Kesal’ın yazıp yönettiği ilk uzun metraj filmi.
Ercan Kesal’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ilk uzun metraj film Nasipse Adayız, şüphesiz ki yılın en merakla beklenen yerli yapımlarından biriydi. Zira Kesal, Nuri Bilge Ceylan’ın 2002 tarihli filmi Uzak’ta kamera karşısına geçmesinden bu yana, Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu’da, Küf, Yozgat Blues ve Anons gibi filmlere gerek oyuncu gerekse senarist olarak katkı sunması sayesinde Türkiye sinemasının saygın bir figürü durumunda. Hâl böyle iken Rotterdam gibi dünyanın önemli film festivallerinden birinde dünya prömiyerini yapan Nasipse Adayız’a, hele ki ülke sinemasının son yıllardaki kısır ve yaratıcılıktan yoksun durumunu göz önünde bulundurduğumuzda kayıtsız kalmak pek mümkün değil.
NASİPSE ADAYIZ; Türkiye Hakkında, Romanya Usulü
Film, hemen hemen tüm sahnelerinde yer alan, ahlaki bir çürümüşlük alanı olarak resmettiği politik atmosferin içine bıraktığı ana karakterinin ruh hâlinin; yaşadıkları, maruz kaldıkları ve kendi hırsları ile nasıl değişip dönüştüğünü mercek altına almak istediğini henüz açılış sahnesinde açık ediyor. Filmin genel üslubunu çağrıştırsa da gerçeküstücü bir ton da barındıran bu sahnede Kemal karakterini, kendisini belediye adayı olarak göstermesini arzu ettiği parti yetkilerinin huzuruna çıkışı esnasında, biraz bıkkın ve bıkkınlığın etkisiyle tepkisiz yüzünü, içinde bulunduğu duygu durumunu yansıtacak şekilde yakın planda görüyoruz. Bu esnada ses bandını domine eden Mehter Marşı ile günümüz siyasetine bariz bir atıfta bulunulurken, parti “büyüklerinin” sıra sıra dizildiği masanın üzerinde yer alan ve orada bulunuşlarıyla absürt bir etki yaratan masa lambaları ister istemez dikkat çekiyor. Bu lambalar, Nasipse Adayız’ın en önemli sekanslarından birinde; Kemal’in memleket derneklerini ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerini bir düğün salonunda bir araya getirerek vaatlerini sunduğu blokta da göze çarpıyor. Filmin hem açılışında hem de finaline yakın, çok önemli bir sekansında yer alan bu lambalar vasıtasıyla anlatının tamamında, absürdün kendisi hissettirdiği bir bütünlük kurulmak istendiği muhakkak. Fakat iki sahne arasında geçen sürede, karakterin duygu dünyasında ya da ruh hâlinde herhangi değişiklik olmaması, bir anlamda tamamını Kemal Güner’e ayıran filmin başladığı noktada nihayete ermesi, karakterin içine düştüğü ve son derece iyi tasarlanmış ve pratiğe geçirilmiş kaotik sahnelerin anlatı içindeki işlevini sorgulatacak bir hâl alıyor. Bu noktada şunu belirtmekte fayda var ki, ana karakterin şoförü Naci üzerinde yaşadıklarının yarattığı hırçınlıkla sınıfsal bir baskı kurmaya yeltendiği ve boşandığı eşi Figen ile diyalog kurduğu anlar karakterin tekdüzeliğinde olumlu kırılmalar yaratsa da son tahlilde bu anlarda yaşananlar da Kemal’in daha derinlikli bir karakter olması için yeterli olamıyor.
Nasipse Adayız’ın güç elde etme arzusuyla yanıp tutuşan erkeklerin türlü dalavereler, başta memleketçilik olmak üzere “üretilmiş” yöntemler üzerine kurduğu, herkesin çıkar peşinde koştuğu ve amansız bir alt-üst ilişkisiyle süregelen siyasi atmosfere el attığı noktalarda da benzer bir tekrar duygusu kendini hissettiriyor. Bu sahnelerin bazıları – Kemal’in kalabalık bir asansörün dışında kaldığı ya da protez bir dişi cebine sokmak durumda kaldığı sahneleri örnek verebiliriz burada – gündelik hayatın içinden fırlamış “saçma” gerçeklik duygusuyla güldürmeyi başarıyor olsa da bu anların birbirinin varyasyonları olduğu minvalinde bir duygu ortaya çıkıyor bir noktadan sonra. Kemal’in siyasi hayatındaki gelişim yolunda bir adım olarak gördüğü, parti lideri “Bir Numara” ile diyalog kurduğu iki sahne arasındaki benzerlikler, filmin karakter gelişimi konusundaki eksiklikleriyle birleşince buradan yeni bir anlam ya da fikir çıkmadığı gibi, hedeflenen mizah duygusunda da bir düşüş ortaya çıkıyor.
Anlatısındaki bu türden sorunlara rağmen Nasipse Adayız, iyi tasarlanmış ve iyi çekilmiş sahneleri ile seyir zevki belirli bir seviyenin üzerinde olan bir yapım. Özellikle de karakterin seçim koşturmacasında içine düştüğü kaosun etkisiyle zaman zaman oradan oraya savruluşunu, zaman zaman sürece yabancılaşmasını, zaman zaman da hırslarının peşinde koşarken dışarı itilmesini yansıtan -belirtmeye çalıştığım üzere birbirini tekrar ediyor gibi görünen- ve büyük ölçüde uzun planlardan oluşan bu sekanslar, görüntü yönetiminden ses tasarımına, koreografilerinden oyunculuk performanslarına iyi kotarılmış durumda. Velhasıl Nasipse Adayız’ın en güçlü olduğu bu alan, onun en büyük dezavantajına da dönüşüyor. Zira bu söz konusu sahnelerin özellikle son 15-20 yılda dikkat çeken Romen sinemasının bir yeniden üretimi gibi göründüğü, dolayısıyla anlatıdaki tekrar hissinin sinema dilinde de kendini hissettirdiği söylenebilir. Öyle ki Nasipse Adayız’ın bazı anları, görüntü yönetmeni Barbu Balasoiu’nun harikalar yarattığı bir diğer çalışması, Cristi Puiu’nun Sieranevada‘sı ve Corneliu Porumboiu’nun keskin politik taşlaması A fost sau n-a fost? – Bükreş’in Doğusu’su gibi çağdaş Romen sinemasının mizahi tonu yüksek kanalındaki filmlerden çekip alınmış gibi görüyor. Hâl böyleyken de Türkiye sinemasının en önemli figürlerinden Ercan Kesal’ın bir Romen filminin içine düştüğü minvalinde bir histen kopmak her geçen dakika daha da zorlaşıyor.
LAFIMIZ BİTMEZ AMA, YAZININ SONU GELDİ… ‘The End’
Nasipse Adayız, Türkiye’de ilk kez gösterildiği 39. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma seçkisinde birlikte yer aldığı filmlerin arasından özellikle yapım kalitesiyle sıyrılıyordu, bu kesin. Fakat konusundan, temas ettiği meselelerden ileri gelen cazibesi ve teknik alanlardaki yetkinliği onu dört başı mamur film kılmaya yetmiyor. Hatta bunun da ötesinde Nasipse Adayız, ele aldığı konuların derinliğine inmekte zorlanan ve özgün bir sinema dilinden oldukça yoksun bir yapım olarak değerlendirilebilir. Yine de Ercan Kesal’ın, Türkiye sineması üzerindeki ağırlığına rağmen, ilk kez bir uzun metraj kurmaca filmin yönetmenliğini yaptığı, yani bunun bir ilk film olduğu gerçeğini de unutmamak gerek.