Miles Davis ve John Coltrane!
Birbirine benzemeyen iki karakter; hatta birbirinin zıttı dahi denebilir. John Coltrane özel yaşamında bir münzevi iken sahnede aslana dönüşüyor. Miles Davis ise, tersine, kibirli, ukala ve şımarık bir yaşam sürüyorken, çalmaya başlayınca son derece ketum bir şahsiyet…
Birisi söylenebileceklerin en azını sarf etmeye, diğeri ise söylenmedik bir şey bırakmamaya uğraşıyor. Miles teknik yetersizliğini kafaya takmayıp bu durumu avantaja çevirirken, Coltrane kendini doğru ifade edebilmek için obsesif denecek düzeyde çaba harcıyor.
Ancak diyalektik öylesine eksiksiz çalışıyor ki, bu zıtlıktan caz tarihinin en müstesna birlikteliklerinden birisi doğuyor. Öylesine ki, kaydettikleri her albüm caz klasikleri arasında yer alıyor; hatta Kind of Blue çoğunlukla kayıtlı caz tarihinin doruğu olarak adlandırılıyor. Daha da önemlisi albümleri hala çok satıyor.
Miles Davis’in doğumunun 97’nci yılında ikilinin birlikte yaptığı kayıtlardan örneklerin eşliğinde bu iki efsane müzisyenin müzikal öyküsüne odaklanalım.
■ 4 Yıl Süren Bir Korku Tiyatrosu
Henüz 20 yaşındayken katıldığı Charlie Parker’ın grubunda yıldızı parlamış, ardından 1949’da Gil Evans’ın yönetimindeki orkestrası ile birlikte ünlü Birth of the Cool kayıtlarını gerçekleştirmiş ve caz dünyasını cool caz ile tanıştırmış başarılı bir müzisyenken, içinde batmış olduğu uyuşturucu iptilası ile geçen zamanı, böyle tanımlıyor Miles Davis: 4 yıl süren bir korku tiyatrosu…
Batışı yavaş yavaş olmuş olsa da, kendini bataktan kurtarması ve cazın hüzünlü prensi haline gelmesi çok zaman almaz.
1954 başında uyuşturucuyu bırakır, New York’a geri döner, ortanın üzerinde kalitede diyebileceğim birkaç kayıttan sonra Prestige etiketiyle Walkin’ ve Bags’ Groove adıyla iki muhteşem albüm kaydeder ve caz alemi Miles Davis’in geri döndüğüne ikna olur. 1955 yazında, Newport Caz Festivali’ndeki efsanevi ‘Round Midnight icrası ile de basının ve dinleyici kitlesinin büyük takdirini kazanır.
Bu başarı Miles’ın, öncesinde layık görülmediği sayıda konser teklif(ler)i almasına ve dönemin en büyük plak şirketi olan Columbia ile masaya oturmasına yeter.
Şirketin yetkilisi Avakian, Newport’taki performansını dinledikten sonra Miles’ın Louis Armstrong’dan bu yana, ortalama müzik dinleyicisini dahi etkileyebilecek denli güzel balad çalabilen ilk isim olduğunu fark ettiğini ve birlikte çok para kazanabileceklerini anladığını söylüyor anılarında. Başarı ve çok para da, Miles Davis’in en temel zaafları.
Columbia, Miles’a düzenli çalışacağı bir grup kurmasını şart koyarken, bir yandan da trompetçinin sözleşmesinin sürdüğü Prestige Records’la pazarlığa girişir. Prestige, Miles’ın 4 albüm daha kaydetmesi ve sözleşme süresi bitmeden Columbia’nın albüm yayınlamaması şartlarıyla, sözleşmenin feshine razı olunca geriye tek bir sorun kalır.
Miles Davis grubunu kimlerden teşkil edecek?
■ Beşli Toparlanıyor!
Eleştirmenler, Miles Davis’in bu döneminde Ahmad Jamal’den bir hayli etkilenmiş olduğunu ve Jamal’in, gerek repertuvar ve gerekse grubun kimyasının oluşumunda etkili olduğunu yazıyorlar.
Davis’in piyano için seçimi, birkaç ay önce birlikte kayıt yaptıkları ve boksa olan ilgisinden ötürü eskiden beri tanıdığı Red Garland olur. Garland, piyanist olarak tanınmadan çok önce, 1942’de ünlü ortasiklet Sugar Ray Robinson’ın karşısında 8 round dayanmış olmakla bilinen sıkı bir boksör.
Miles’ın Garland’ı seçmesinin en temel sebebi, stilinin Ahmad Jamal’e özgü, melodik ketumiyet ve hafiflik duygusunu içeriyor olması. Soliste eşlikte çok başarılı olması ve sağlam bir swing’le çalması da cabası
Kontrabasa, herkesi şaşırtacak şekilde, neredeyse hiç tanınmayan 19 yaşındaki Paul Chambers ve davula, Davis’in uyuşturucu aleminden tanıdığı, bebop sitilinin kıdemli müzisyeni Philly Joe Jones dahil olunca grubun çatısı ortaya çıkar. Charlie Parker’ın tedrisatından geçmiş Miles Davis için grup, ikinci bir solistin de yer aldığı beşli anlamını taşıdığından ötürü, saksofoncu olarak aklına ilk önce, geçmişte sık çalıştığı Sonny Rollins gelir.
Çıktıkları konserlerde, Rollins’in dışadönük ve diri çalışı, Davis’in minimalist yaklaşımını güzel bir şekilde dengeler. Ancak, tıpkı Miles gibi kendisi de junkie olan Rollins uyuşturucudan temizlenmek için inzivaya çekilince Davis, saksofoncu arayışına geri döner.
Daha sonraları Sun Ra Arkestra’nın efsanevi tenorcusu olacak olan John Gilmore’la –maalesef- kimya tutmayınca Philly Joe’nun önerisiyle John Coltrane’i deneme seansına alır. Bu noktada, ikilinin birkaç yıl önce birlikte bir konserde çalmış olduğunu; olanca acemiliğine ve kendine güvensizliğine rağmen Coltrane’nin sound’unun kendine has olduğunun Davis tarafından fark edilmiş olduğunu da bir kenara yazalım.
Her ne kadar provada, stilini bir hayli geliştirdiğini ve ustalaştığını görmüş olsa da, Coltrane’in müzmin bir sideman sıfatıyla sürekli sorular sormuş olması, nasıl çalması gerektiği üzerine direktif beklemesi Miles’ın canını bir hayli sıkar ve olumsuz havayı farkeden Coltrane stüdyodan ayrılıp memleketine geri döner.
Tüm icatlar ihtiyaçtan doğar ya; mevcut repertuvara hakim bir saksofoncu bulamayacağını ve eldeki konser tekliflerini daha fazla erteleyemeyeceğini fark eden Miles, Coltrane’i geri çağırır… ve caz tarihinin en ünlü beşlilerinden birisi, böylelikle, ortaya çıkar.
■ Gece Yarısına Doğru
Beşli, Detroit’te, Baltimore’da ve New York’da, ardı ardına verdiği kulüp konserlerinin sonrasında, 26 Ekim 1955’de –yani kurulduktan sadece 1 ay sonra- Columbia adına stüdyoya girer ve 1957’de piyasaya sürülecek olan Round About Midnight albümü için 5 parça kaydeder. Bu sonuç için toplam 31 deneme yapıldığı düşünüldüğünde, grubun sahnedeki becerisini henüz stüdyoda gösteremediğini anlıyoruz.
Beşli, bu seanstan sadece yirmi gün sonra, 16 Kasım 1955’de, bu sefer Prestige Records adına tekrar stüdyoya girer ve The New Miles Davis Quintet, kayıttan kısa süre sonra, grubun ilk albümü olarak yayınlanır. Kötü değildir ancak dinleyicinin yakında işiteceklerinin sadece habercisidir.
Neredeyse boş gece geçirmeden sürekli konser veren grubun kimyası 8 ay zarfında öyle bir noktaya gelir ki, Prestige’in alacaklı olduğu albümlerin kaydı için 11 Mayıs 1956’da stüdyoya girdiklerinde, tamamının canlı olarak icra edildiği ve ikinci bir kez çalınmaya gerek olmasızın mükemmel sonuç alınacak şekilde, 13 parça kaydeder; hem de birkaç saat içinde… Sadece bir parça için ikinci kayıt yaparlar.
Dinleyicinin konserlerde şahit olduğu sound ve performans, en doğal haliyle kayda geçmiş olur.
Ardından 5 Haziran ve 10 Eylül 1956’da Columbia adına iki kayıt seansına daha girerler ve böylece, Round About Midnight albümünün tüm parçaları kaydedilmiş olur. Beşli, zaman baskısının olmadığı bu seanslarda prova yapmaya imkan bulur ve Miles Davis Quintet’in mükemmel estetiğinin yansıdığı kayıtlar gerçekleşir.
Kayıtlar, beşlinin tek bir gövde gibi hareket ettiğinin, eşliğin sanatsal bir noktaya erişebileceğinin, Davis’in ve Coltrane’in zıt yaklaşımlarının birbirini mükemmel şekilde tamamladığının kanıtlarıdır.
■ Prestige Maraton Seansları
Beşli 26 Ekim 1956’da, Prestige Records adına son kez stüdyoya girer. İlk maraton seansına benzer şekilde 15 denemede 12 parça kaydederler. Bu seansla Prestige’e borcunu ödemiş olan Miles Davis’in Columbia Records ile 25 yıl sürecek olan birlikteliği de resmi olarak başlamış olur.
Prestige, maraton seanslarda kaydedilen 25 parçayı piyasaya sürmek için acele etmez. Miles Davis’in şöhretinin büyümesine paralel olarak, 1957’de Cookin’ with the Miles Davis Quintet, 1958’de Relaxin’, 1960’da Workin’ ve 1961’de de Steamin’ yayınlanır.
Şunu da not etmek faydalı olabilir. Prestige’in 1956’da yayınladığı ilk albümü hariç tutarsak, müzik dinleyicisi beşlinin aktif olduğu devirde hiçbir stüdyo albümünü dinleyememiştir. Columbia’nın bu devre ait kayıtlarından oluşan Round About Midnight da dahil olmak üzere, az önce adlarını sıraladığım tüm albümler grup dağıldıktan sonra piyasaya çıkar.
■ Çöküş!
Ünlü eleştirmen Ira Gitler’in tespitiyle, modern cazın en iyi küçük grubu, Miles Davis Beşlisi, estetik olarak şahikaya ulaşmış olsa da grup üyelerinin alışkanlıkları tolere edilebilir düzeyin üstüne çıkmış durumdadır. Chambers alkoliktir, Philly Joe Jones’un ve Coltrane’nin uyuşturucu kullanımı korkunç noktaya erişmiştir.
Davis, grubun son demlerinde, Philly Joe Jones’un sahnede dahi eroin kullanmaya başladığını ve sık sık kendisinden balad çalmasını istediğini, fırsattan istifade tuvalete gidip kustuğunu ve geri gelip çalmaya devam ettiğini anlatır, ilerki söyleşilerden birinde.
Kötü olan şu ki, Miles’ın kimseye ahlak dersi verebilecek durumu yoktur, kendi tecrübesinden hareketle, bu durumdan çıkmanın ne kadar zor olduğunu bilmektedir. Geriye yapacak tek şey kalır.
1957 nisanında skandal denebilecek bir konserde, ayakta dahi duramayacak durumdaki Coltrane’i tokatlar, yumruklar ve konser bitiminde Joe Jones’la birlikte gruptan atar ve böylelikle Miles Davis’in ilk beşlisi, iki yıldan az sayılacak sürenin sonunda, tarihe karışmış olur.
Miles Davis beşliyi dağıttıktan sonra, Birth of the Cool seansında birlikte çalışmış olduğu aranjör Gil Evans ile tekrardan bir araya gelir ve ünlü Miles Ahead albümünün kayıtlarını gerçekleştirir. Ardından Fransa’ya gider. (Davis’in Fransa’da geçirdiği günlerin öyküsünü Mine Gürevin’in enfes yazısında okuyabilirsiniz.)
Coltrane, Miles’ın grubundan atılmasının hemen ardından Prestige ile sözleşme imzalar, bazılarına göre karısının ve dostlarının desteğiyle, bazılarına göre ise islam inancı ile tanışınca inzivaya çekilir; sigarayı, alkolü ve uyuşturucuyu bırakır. Ardından ilk solo albümünü kaydeder ve sonra da Thelonious Monk’un grubuna katılır. 6 ay boyunca büyük üstadla birlikte New York’da sahneye çıkar.
Coltrane, Monk’la çalıştığı dönemi, müzikal gelişiminin en önemli evrelerinden biri olarak tanımlamış; Monk’un gerek sahnede çalarken, gerekse sahne dışındaki sohbetleriyle, müzik teorisi ve mimarisi üzerine fikirlerinin olgunlaşmasını, armonik olanakların sınırsızlığını keşfetmesini sağladığını belirtmiş.
Bu döneminde Coltrane, ses tabakaları olarak tanımlanan yenilikçi yaklaşımını geliştirir ve efsanevi Blue Train albümünü kaydeder.
Aşikar olan o ki, Coltrane, Davis’den sonraki döneminde ve Davis’den ve Monk’dan öğrendiklerinin ışığında, arayışının cevaplarını biraz daha net görmeye başlamış.
■ Yeniden Başlamak
Fransa’dan dönen Miles, kafasında şekilllendirdiği yeni yaklaşımını hayata geçirebilmek için önce Cannonball Adderley’i grubuna dahil eder, sonra da Coltrane’in peşine düşer. Miles tabii ki Coltrane’nin gelişiminin, değişiminin, daha net söyleyelim, bir solist olarak olgunlaştığının farkındadır.
“Bebop stilinin sınırlarının dışına çıkmak, armonik yapıdansa melodinin sonsuz olanaklarını keşfetmek ve böylelikle cazı özgürleştirmek” diye tarif edilebilecek bu yeni yaklaşım için Coltrane biçilmiş kaftandır.
Mükemmel liderlik özelliklerine sahip olan Miles, bu defasında Coltrane’e eşiti, dengi olarak yaklaşır; Coltrane geri döner ve birlikteliklerinin zirve noktasına doğru yolculukları başlar.
Artık altılıdırlar: piyanoda Red Garland, basta Paul Chambers, davulda Philly Joe Jones (evet, onu da geri alır Miles. Philly Joe, Miles’ın tedrisatından geçmiş tüm davulcular içerisinde en sevdiğidir), alto saksofonda Julian Cannonball Adderley, tenor saksofonda John Coltrane ve trompette Miles Davis!
■ Kilometre Taşları
Altılı, Şubat ve Mart 1958’de stüdyoya girer ve ilginçtir, ortaya, Miles’ın cool geçmişinin, hatta tasarlamış olduğu yeni müzikal yaklaşımının tam aksi istikamette, olağanüstü hot ve enerjik bir albüm çıkar. Nefeslilerin arasındaki şaşırtıcı uyum, ritm grubunun mükemmelliği ve icralardaki bütünsellik ile Milestones, bir nev’i meydan okumadır. Miles Davis, yeni grubunun yapabileceklerini cümle aleme duyurmak istediği için albümü bu şekilde düzenler.
Haklıdır, Milestones, Charlie Parker-Dizzy Gillespie ortaklığından bu yana yapılmış en muhteşem bebop albümüdür.
Bu noktada, Miles şaşırtıcı bir şekilde piyanistini değiştirir. Fazla tanınmayan, ancak tanıyanların büyük bir ilgiyle izlediği Bill Evans’ı gruba dahil eder. Davis’in, içten içe yanan ateş diye tanımladığı Evans, gruba müzikaliteyi hatta sanatsallığı getiren isimdir.
Altılı, 1958 boyunca sürekli sahnededir. Repertuvarda ciddi bir değişiklik gözlenmez ancak eldeki canlı kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla altılı caza, daha önce eşi görülmemiş oranda estetik bir güzellik kazandırır.
..ve 1959’da stüdyoya girerler, efsanevi Kind of Blue’yu kaydetmeye başlarlar.
■ Başka Türlü Bir Mavi
Kind of Blue…
En çok satan caz albümü. Bir çoklarına göre de caz tarihinin en önemlisi.
Dinledikten sonra, Duke Ellington’ın Miles Davis’e Cazın Picassosu payesini verdiği; Quincy Jones’un “her sabah içtiğim portakal suyu kadar gündelik yaşamımın parçası” diye tariflediği; Steely Dan’ın lideri Donald Fagen’ın müziğin incili şeklinde tanımladığı; Pink Floyd’un klavyecisi Rick Wright’ın Dark Side of the Moon’un esin kaynağı diye ilan ettiği; ortalama müzik dinleyicisinin, hatta caz dinlemeyenlerin dahi arşivinde kendine müstesna bir yer bulabilen… ünlü albüm.
Miles Davis, grubundaki beş müzisyeni stüdyoya davet ettiğinde, bu onlar için sıradan bir kayıt seansıdır. Müzisyenler hazırlık yaparken o gün ne kaydedileceğini bilmezler; grup olarak yaratıcılıklarının doruğunda olduklarını bilmenin güveniyle bu durumu çok da önemsemezler.
Miles, önünde duran kağıt tomarından bir tanesini eline alır ve çalınacak olan parçanın adını dahi anmadan akorları, çalınacak ölçüleri ve solistlerin sololarını kurgularken kullanacağı modları anlatır; soloların akorlara değil modlara dayalı olarak çalınacağını, istediğinin melodik olarak özgür düşünmeleri olduğunu söyler ve seansı başlatır.
Ortada bir beste ve net bir hedef olmaksızın, eskizlerden hareket ederek kayıtlar tamamlanır. Davulcu Jimmy Cobb’a göre, albümde yer alan -biri hariç- tüm icralar, tek seferde yani one take olarak kaydedilmiştir. Tüm kararlar anlıktır; misal, genişletilmiş albüm baskısında Blue in Green’e başlamadan önce, Miles’ın Coltrane’e, bu şarkıda yer almasını talep ettiği duyulur.
Ne dersiniz? Müthiş, değil mi?
İşin tuhafı, albüm yayınlandığında –her ne kadar tüm eleştiriler olumlu idiyse de- satışlar önceki plakların grafiğinden farklı seyretmez. Daha da garibi, Miles’ın 1960 turnesi sırasında bir dostuna, bu albümden çok para kazanmayı beklemediğini söylediği de bilinir. Zaten grup elemanlarının aldığı ücretler de sendika tarifelerinden yüksek değildir. Düşünün ki Coltrane, Adderley ve Chambers tüm kayıt için sadece 250’şer dolar almış. Cobb ve Evans ise sadece 150’şer dolar. Haa, tabii bir de, Evans’ın, Blue in Green ve Flamenco Sketches’in ortaklaşa yazıldığını belirtip telif istemesi üzerine aldığı 25 dolar var.
Columbia’ya ve Miles Davis’e astronomik para kazandıran bir albüm için ne büyük bir masraf, değil mi?
Tevatürü bir kenara bırakırsak, Kind of Blue, cazın sadece bir eğlence aracı değil sanatsal bir form olduğunu, şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlayan; cazın estetik ölçütlerini sonsuza kadar değiştiren bir başyapıt.
Doğaçlamanın, yaratıcılığın doruk noktalarından, belki de en önemlisi.
■ Yollar Ayrılıyor…
Zaten öncesinde gruptan ayrılmış olmasına rağmen sadece bu albümün kaydı için stüdyoya giren Bill Evans, solo kariyerine geri döner. Öyküsü bilindiktir. Piyanonun cazdaki konumunu, piyano üçlüsü formunun yapısını sonsuza kadar değiştirecek, devrim niteliğindeki albümlerini kaydetmeye başlar.
Davis, ayrılmaması için yılda 20,000 dolar, yani bugünün karşılığı ile yılda 170,000 dolar gibi astronomik bir geliri garanti eder, ancak Cannonball Adderley de, kendisini alto saksofonun devleri arasına sokacak olan solo kariyerine geri döner.
Coltrane, Kind of Blue albümünün kayıtları tamamlandıktan birkaç hafta sonra, stüdyoya girer ve cazda deprem etkisi yaratan Giant Steps albümünü kaydeder.
Miles’ın, menejerini ve konser organizatörünü, kariyerini düzenlemek için emrine amade etmesine rağmen Coltrane, kendinden bekleneceği şekilde, geldiği gibi usulca gider. Boynuz kulağı çoktan geçmiştir…
Miles ve Coltrane bu noktadan sonra iki kez daha bir araya gelir. Coltrane, Miles’ın ısrarlarına dayanamayarak 1960 Avrupa turnesine gönülsüz bir şekilde eşlik eder. Jimmy Cobb; bu kararı son anda aldığına kanıt olarak… Coltrane’nin yanına sadece bir takım elbise ve birkaç gömlek dışında hiçbir şey almadığını ve turne boyunca neredeyse hiç kimseyle konuşmadığını gösterir. Yayınlanan kayıtlardan da işitileceği üzere, sonuç pek de iç açıcı değildir.
Coltrane, konserlerde, sanki gruptan ayrı bir gezegende yaşıyormuşçasına, ayrıksı bir şekilde çalar…
Ancak birlikte anlatacakları öyküler henüz bitmemiştir!
■ Ve Perde Kapanıyor…
İkili, son kez, Mart 1961’de Someday My Prince Will Come kayıtları için bir araya gelir. Coltrane sadece iki parçanın kaydında yer alır. Bu, caz tarihinin gördüğü en önemli ortaklıklardan birisine ait son belge olur. Ama, ne belge!
Teo, caz sanatının en özel performanslarından biri olarak tarihe geçer. Bana sorarsanız bu parçada her ikisi de kaydedilmiş en müthiş sololarını atarlar.
Dinlemeyi her bitirişimde, Coltrane’nin sakince enstrumanını kutusuna koyduğunun, stüdyonun kapısına yönelirken Miles’la göz göze geldiklerinin ve sadece cazın değil müziğin hatta sanatın doruklarında geçirdikleri güzel zamanları hatırlayarak, birbirlerine gülümsediklerinin… filmini izlerim…
■ Bize Kalan
John Coltrane, Columbia Records’un 30. Caddedeki stüdyosundan ayrıldığı günden 17 Temmuz 1967’de ölümüne kadar geçen 6 yılda, caz kültürü içinde sahip olacağı dokunulmaz konumuna eriştirecek kayıtlarını yaptı ancak ne stüdyoda ne sahnede bir daha Miles ile bir araya gelmedi.
Miles Davis, giriştiği yeni arayışını Wayne Shorter, Herbie Hancock, Ron Carter ve Tony Williams’dan oluşan yeni beşlisiyle sonuçlandırdı ve caz tarihine eşsiz eserler bırakmaya devam etti. Kalıcı olanın değişimden geçtiğinden hareketle müziğini hep yeni yaklaşımlara açık tuttu ve 28 Eylül 1991’de vefat edinceye bestelemeye ve çalmaya devam etti.
Bir arada ya da kendi başlarına, her ikisi de, insanın kendisini ifade etme araçlarının sınırsızlığına inanarak sanatlarını icra ettiler ve salt bir eğlence aracı olmanın ötesinde, cazın bir sanat formu olduğunu kanıtladılar; gök kubbede hoş bir seda bıraktılar.
Müteşekkiriz…
Turgay Yalçın’ın bu yazısı ilk olarak Dark Blue Notes internet sitesinde yayımlanmıştır.
Turgay Yalçın’ın Dark Blue Notes’daki tüm yazılarına erişmek için tıklayınız