19 Mart’tan bu yana ortaya çıkan tutuklama rakamları Cumhur İttifakının çaresizliğinin en somut kanıtıdır.
İktidar geri adım atmamak için daha da sertleşiyor. Bu ise meseleyi ana muhalefetle siyasi çarpışmadan çıkartıp temel haklara, demokratik teamüllere, adalet ve hukuk sistemine saldırıya dönüştürüyor. Konu Gezi’de olduğu gibi “üç ağaç” meselesinden çıkıyor, genelleşiyor, topluma karşı bir eyleme dönüşüyor.
Bu yüzden kitle hareketine önderlik edenlerin konuyu basitçe “Taksim”le sınırlamadan her yerde ve muhakkak kitle çizgisi zemininde; kim ne kadarıyla dahil olabiliyorsa onun katkısını alarak, en geniş kitleleri temel haklara, ifade özgürlüğü, toplantı ve yürüyüş hakkı, demokratik protesto, gösteri yapabilme hakkını savunmaya, hukuk ve adalet talebinde ısrar etmeye, ailelerle dayanışmayı örmeye çağırma zamanıdır…
Unutulmamalı ki, milyonlarca işsiz, emekli, asgari ücretli, kamu emekçisinin gözü bu kitle seferberliğindedir; kendilerine güven verecek, onları da içine alacak, saflarında onlara yer açacak bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Gaziantepli binlerce tekstil işçisine polis müdahalesi farklı değildi. Sendika başkanları tutuklandı, bir süre sonra serbest bırakıldı, ardından ev hapsi verildi. Kolluk, Polonez Gıda işçilerine, maden işçilerine hep sert müdahale etti. Yasal grev kararları milli güvenlik gerekçesiyle yasaklanan metal işçileri ülkedeki siyasi durumun farkında. Emekliler son seçimlerdeki siyasi tutumlarıyla mahkum edildikleri sefaleti kabul etmediklerini gösterdi. Kadın cinayetlerinde hukuk bugünkünden farklı işlemiyor. Kürtler, Aleviler, Ermeni toplumu hukuksuzluğu uzun zamandır tanıyor.
Öyleyse siyasal özgürlükleri elde etmek, elde edilenleri korumak için mücadele tüm emekçileri, işsizleri, emeklileri, ezilenleri de kapsayacak biçimde genişletilmek zorunda.
Öyle ki, demokratik ve sosyal talepler için yüzyıllardır süren uzun soluklu bir mücadele olmasa egemen sınıflar ne 8 saat çalışma, ne grev ve sendika hakkı tanıtırdı. Ne basın özgürlüğü ne de toplantı ve yürüyüş hakkı tanırdı.
Demokratik ve sosyal talepler için mücadeleler ayrı ayrı yürüse de aynı siyasi iktidarın baskısı altındadır.
İktidar bloğu tasfiye çizgisinden vazgeçmiyor
İktidar bloğu daha önce başarılı olduğu “CHP’yi ‘terör’le tehdit edip ‘milli’ çizgide tutup, Yenikapı ruhuyla Kürt siyasetini tasfiye etme” politikasının aktörlerine yer değiştirip bu kez “Öcalan’a ‘umut hakkı’ teklifiyle CHP’yi tasfiye etmek” diye özetlenebilecek bir politika izlediği algısını kamuoyuna hakim kılmaya çalışıyor.
DEM Parti eş başkanı Tuncer Bakırhan’ın ‘biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz’ sözleri AKP’nin sadece CHP’yi tasfiyeye yöneldiği gibi algının güçlenmesine yaramıştır. Bu algı yanılmamıza yol açar. Bu sözlere bakıp DEM Parti’nin mücadelenin dışında kalacağı, AKP ile anlaştığı gibi bir kolaycılığa varılamaz. Sadece içinde bulunduğu zor siyasi durumu anlamımıza yarar.
İktidarın hamlesi esasen kendi dışında tüm siyasi aktörleri tasfiyeye yöneliktir. Şubat ayında başlayan Kent Uzlaşısı ve HDK operasyonlarından İmamoğlu operasyonuna kadar görülen, kitle seferberliği karşısındaki kitlesel tutuklamalardan anlaşılan, silah bırakma çağrısının ardından ‘umut hakkı’, hasta tutsaklar, tutuklu vekiller, siyasetçiler vb. konularında hiçbir adım atılmamasının gösterdiği şudur: Operasyon hem CHP hem DEM Parti’yi tasfiye operasyonudur.
Tasfiye operasyonu tökezliyor
Bir yandan “silah bırakma” ve “terörden arındırılmış Türkiye” söylemi gündem yapılıyor, Öcalan ile DEM Parti heyetleri görüşüyorken, diğer yandan CHP’nin parçalanmasının yine Kürtlerle kurulan seçim işbirliğine dayandırılmak istenmesi; CHP’ye Kürtler üzerinden “terör imalatına” girişilmesi; Kent Uzlaşısı, HDK (Halkların Demokratik Kongresi) bağlantılı operasyonlar ortaya siyasi bir garabet çıkardı.
Öcalan “silah bırakma” yönünde tutumunu ifade ediyor, PKK liderliği buna ‘olur’ veriyorken, diğer yandan DEM parti veya HDK ile CHP’nin seçim işbirliği yapmasının ‘terör’ kapsamında ele alınıp CHP’li belediyelere kayyum atanması iktidar bloğunun en zayıf noktasıdır.
Bu siyasi şaşkınlık, iktidar sarhoşluğu esasen yasal düzlemde CHP, DEM Parti, HDK, sosyalist yapılarla yasadışı düzlemde PKK gibi Cumhur İttifakına karşı duracak kim varsa fiili ve siyasi olarak tasfiye girişimidir ki, kitlelerin ne olduğunun farkına varması, sokağa çıkması, milyonların Newroz mitingleri iktidar bloğunun elini ayağına dolaştırdı. Kitleler yaşanan ekonomik kriz sebebiyle zaten ajite olmuştu, üstüne iktidar bloğunun hukuksuzluğu,
adaletsizliği, demokratik hakları tanımayan polis şiddeti eklenince öfke seline dönüştü. AKP’nin siyasi mühendisliği tutmadı.
On günün kısa bilançosu
Maltepe mitingi, öncesinde Saraçhane eylemleri ve Türkiye’nin birçok yerindeki sokak gösterileri çok önemli. Kitlesel Newrozlar değerli. Ancak CHP ve DEM Parti ortaya çıkan kitle enerjisini toplumsal bir mücadeleye sevk etmek yerine, kendi politik çizgileri, iktidar bloğuyla görüşmelerle sınırlı tutmaya çalışıyor.
CHP kitle seferberliğini ‘tüketim boykotu’yla sınırlıyor. İmamoğlu eksenindeki kampanya, toplumsal bir mücadelenin imkanlarını sınırlıyor. DEM Parti iktidar bloğuyla görüşmelere manasız önem veriyor.
CHP ve DEM Parti liderliğinin siyasi sınırları var, kitleleri de sınırlıyorlar. İktidar bloğunun algısını dağıtacak, siyasi tasfiye karşısında birleşecek, kitlelerin öz-örgütlenmesini, söz ve karar hakkını elinde tutmasını savunan, Kürt-Türk tüm emekçi kitlelerle siyasi bağ kurma imkanlarını arayan bir perspektife ihtiyaç var.
Sosyalistler, ilerici sendikaların sorumlulukları var
Kitleler çağrıldıkları alanlara gidiyor, gösterilere, boykota, mitinglere katılıyor. Görkemli Newrozlar gerçekleşti.
Üniversiteliler barikatları aşıyor, yüzlercesi gözaltına alınıyor, tüketim boykotuna öncülük yapıyorlar. CHP bile onları taklit ediyor. Bir adım ileri çıkıp değerlendirme toplantıları, forumlar düzenliyorlar.
Sosyalizm iddiasında olan grup ve partiler ne yapıyor? CHP ve DEM Partinin eylemlerini analiz ediyor, eksikliklerini, siyasi boşluklarını bulup ortaya çıkarıyor.
İyi de yeterli mi? İş giderek sadece laf üretmeye, top çevirmeye döndü, dönecek.
Oysa eylemde, sokakta, okulda yan yana gelenler neden büyük bir forum, kurultay düzenlemezler? Oradan çıkacak kararları baştan kabul ederek pratiğe yönelmiyorlar, rollerine uygun davranmıyorlar? Ya da tek tek grup, parti düzeyinde hareket ederek sorumsuz davranıyorlar.
89 Bahar eylemleri öncesinde ve sonrasında işçi temsilcileri kurultayları olurdu. İlerici sendikalar ayrımsız temsilcilerini çağırıp süreci tartışırdı. Şimdi neden yapılmasın? İşçi taleplerini demokratik taleplerle birleştirmesin? Şimdi değilse ne zaman?