Yuval Hariri’ye göre, beslenme zincirinin en üstüne o kadar çabuk çıktık ki, beynimizin ilkel bölgesi olan limbik sistem hâlen buna inanmıyor. Bu yüzden de hayatta kalmak için avcı/toplayıcı grup hâlinde yaşamamız gerektiğini düşünüyor.
İşte bu süreçte beynimizdeki limbik sistem bölgesi henüz gelişimini, evrimini tamamlayamadığından devreye giriyor, temel güven duygumuzun sarsıldığı zor zamanlarda. Çünkü temel güven duygumuz bir kere sarsıldı mı tek bir amacımız oluyor: Hayatta kalmak! Duygu ve içgüdülerimizi kontrol eden bu bölgemiz zorlu zamanlarda kendisini etkileyen koşullarda savunmaya geçerek güvende olmak istiyor. Böylelikle de nesnel gerçekliklerin önüne geçme eğilimi daha baskın oluyor.
27 Aralık 2019 tarihinden itibaren yaklaşık 13 km çapındaki gezegenimizi saman alevi gibi etkisine alan Koronavirüs’ü diğer virüslerden korkunç ya da daha öldürücü değil ama yeni ve hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyor. Bu yüzden de bana ünlü matematikçi Edward N. Lorens’in 1963’te hava durumuyla ilgili hesaplamalar yaparken kullandığı modellemesini getirdi. Bu adına ‘Kelebek Etkisi’ denecek teoriydi. Bu teoriye göre, ‘bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişiklikler, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilme olasılığına sahiptir.’ Lorenz teorisini adeta şu cümlesiyle (Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir.) özetler. İşte Kaos teorisini geliştiren James Gleick, aynı adlı eserinde; ‘Çin’de bir kelebek kanat çırpsa Atlantik’te fırtına çıkar.’ diyerek, herhangi bir olayın ölçümlenemeyecek çok etkenle basitten karmaşığa genişleyerek ilerleyen bir fenomene dönüşebileceğine vurgu yapar. Gerçekten de Çin’den kanat çırpan bir kelebek(korona) gezegenimizde bir kasırgaya dönüştü bile.
Gezegenimizdeki bu pandemi Fransa Sağlık Direktörü Jérôme Salomon’un söylediği gibi (Virüs dolaşmıyor, dolaşan insanlar) birçok sebeple gezenti olan insanlar aracılığı ile oldu bu yaygınlık ve nerede duracağı da halen öngörülemiyor. Çünkü gezegenimizde hiçbir savaş hayatı bu denli ötelemedi. Hiçbir kapital bu denli çaresiz kalmadı. Hiçbir din ibadeti kendi eliyle engelleyip ibadethanelerinin kapılarını kilitlemedi. Dindarlar bu kadar bilime/tıbba sığınmadı. Ama bunların tümü genişleyen bir biçimde oluyor Korona yüzünden.
Çünkü beslenme zincirinin en üstüne çok çabuk çıkan insan kendini insan değil de Homodeus (tanrılaşan insan) görüyor ne yazık ki. Geçmişten günümüze, hayvanların doğal yaşamlarını istila etti, ekosistemi bozdu, türleri yok etti, yerleşik yaşamla birlikte evcilleştirilen hayvanlardan çeşitli virüsleri hayatına soktu, hayvanların yaşam koşullarını değiştirip köleleştirmek insanlığa pahalıya patladı, virüslerin doğal ev sahiplerini öldürdü. Evsiz kalan virüsler yeni ev sahipleri aramaya başladı, yetinmediler mutasyona uğradılar onlar da… İşte biz bu süreçlerin yeni virüslerine yeni yaşam alanları hâline geliyoruz. Açlıkla terbiye edilmeye mahkûm olan büyük insanlık, dünyanın birçok yerinde vahşi yaşamdan beslenme ve ticareti de bunun tuzu/biberi maalesef.
Dünyada yaşamın, aşağı yukarı üç buçuk milyar yıl önce başladığını kabul ediyor alanın uzmanları. İlk canlılar, oksijensiz ortamda bile yaşamlarını sürdürebilen tek hücreli mikroorganizmalardı. Milyon yıllar içinde adı bilinen, bilinmeyen pek çok canlının nesli tükendi. İnsan türünün yaşı kabaca beş yüz bin yıl kabul görüyor ve en iyi bildiğimiz yılları ise on/on iki bin yıl… Yani mikroorganizmalar bizden çok daha önce var ve gezegenimizi iyi tanıyorlar.
Koronavirüs’ten dolayı sık sık mikrobiyortadan söz ediliyor. Artık kanıksadık bu kelimeyi. İnsan vücudunda yaşayan bakteri, mantar, virüs ve protozoa ailesinin toplamına ‘mikrobiyota’ deniliyor. Bir insanın mikrobiyortasındaki mikroorganizma sayısı, hücre sayısının on katı kadar. Üzerimizdeki bu canlılarla dengeli bir yaşam söz konusu…
Denge bozulursa gelişmeler aleyhimize. Yelpaze, basit tedavi edilebilir hastalıklardan, Covid 19 gibi ağır ölümcül enfeksiyonlara kadar geniş. Virüsler doğanın bir gerçeği ve okuduklarımız yalan değilse yeni beş yüz virüs daha saptanmış, yani virüsler gelecekte de görülecek. Yapmamız gereken virüslere karşı hazırlıklı olmak. Alanın uzmanları, virologlar bunları söylüyor.
Tabii ki sadece bunları söylemiyor, alanında uzman olanlar. Söylediklerinden birkaçını daha kısaca özetlemek isterim kendi cümlelerimle:
Hepimizin birbirimize ya da kendimize sorduğumuz iki can alıcı ve bir o kadar da önemli soru var: İlki, ‘Pandemi nasıl bitecek?’ ve ikincisi de, ‘Bu virüs sürekli bizimle mi kalacak?’
İkinci sorunun yanıtı oldukça basit ve bir o kadar da gerçek: Evet. Bu virüs sürekli bizimle kalacak. Bunu nerden mi biliyoruz? Yine uzmanların yazıp söylediklerine bakacak olursak; diğer koronavirüslerin bizi kuşattıklarından ve etkilerini başlardaki gibi göstermemelerinden biliyoruz. Bu Covid 19 virüsü de diğer virüslerin soyundan ve zincirinin bir üyesi…
Şimdilik ne zaman olacağını bilemiyoruz ama bu virüs de bir zaman sonra Pandemi durumundan Endemi durumuna geçebilir. Dikkat ederseniz geçer demedim çünkü -şimdilik- kaydıyla alanın uzmanları kesin bir şey demiyor, yazmıyor. Endemi gerçekleşirse, bu süreçte virüs çok küçük çevrelerde dolaşımda olacak. Toplumlarda 2020 Martı’ndan sonraki süreçte olduğu gibi toplu olmayacak. Yani bu, toplumlarda yüksek seviyede ve aynı anda bir hastalık yayılımı/bulaşı göstermeyecek. Yani bu büyük bir olasılıkla gerçekleşecek ama virüs insanlarda dolaşıma devam edecek yine de. Ancak hem aşılama hem de doğal bağışıklık yoluyla (sürü bağışıklığı seviyesine ulaşırsa eğer)hastalıkla yeniden enfekte olacaksak da hastalığın seyri hiçbir zaman günümüzde yaşadığımız Pandemi ve şiddet gerçekleşmeyecek…
İşte bu yüzden de ilk sorunun yanıtı neredeyse belirsiz demek olası. Çünkü ilk sorunun yanıtı önümüzdeki süreci dünya ülkeleri olarak nasıl idare edeceğimize bağlı. Maalesef dünyanın zengin ve gelişmekte olan ülkelerinden katbekat daha fazla yoksul mu yoksul ülkeleri… Kendi sınırlarınız içinde kapalı bir hayat yaşayarak sıfır veriye, aşıya, doğal bağışıklığa sahip olsanız da sizi kuşatan ve bu olanaklardan yoksun olan ülkelerin insanları bundan kurtulamadığı sürece siz hiçbir biçimde kurtulmuş olamazsınız.
Özetleyen bir cümle olacağı için Mao’ya sözü vereyim: Gölün buz tutması nasıl ki bir süreç işiyse, buzun çözülmesi de bir süreç işidir.
Ne yazık ki yaşadığımız durum tam da bu.
Sorunun kaynağı bu kadar açık ve net aslında…
Yine de umut insanda, her ne kadar Pandora Kutusu açılmış ve gezegenimize kötülükler dağılmış ve buna Korona eklenmiş olsa da…
‘İçimizi ürperten konular bizi ezen olaylardan daha çoktur… Çok kez de gerçekler yüzünden değil, yanlış kanılar yüzünden acı çekeriz’ diyen Romalı filozof Seneca, şunu da demiştir: ‘bizler aynı denizin dalgaları, aynı ağacın yaprakları, aynı bahçenin çiçekleriyiz.’ Ve Budist bir şair de, ‘farklı dağlara, nehirlere sahip olsak da aynı güneşi, aynı gökyüzünü paylaşıyoruz’ demiş. Yarının belirsiz olduğu, kaygımızın tavan yaptığı, hatta can korkusu içindeyiz ve de yalan yanlış, bilimdışı verilerden dolayı nasıl ve ne yapacağımızı da şaşırmış durumdayız ama her şeye karşın biz insanız aklıselime güvenmek, tedbirli olmak ve bilim dışılığa korkuya esir olmamak gerek. Çünkü bu virüsle mücadele bireysel, toplumsal, ulusal ve de evrensel bir mücadele ve dayanışama gerektiriyor. Çünkü hayatta kalabilmek için birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Bunun için de dayanışmayı ve yardımlaşmayı gözeten bir dünya oluşturmamız gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Böyle bir bilinç, birbirimize üstün olmadığımızı, dayanışma, yardımlaşma içinde olmanın bizi eşit yapacağı düşüncesini güçlendirecektir. Bu yüzden yasaklara, diktatörlere de ihtiyaç duyulmayacaktır. Sözü Nâzım Hikmet’e vermek istiyorum artık: ‘Unutma! Aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak.
* Bu yazı ilk olarak 1 Mayıs 2020 tarihinde Artı Gerçek internet sitesinde yayımlandı.