Bir Walter gelir, bir Walter geçer.
Derken, hiç beklemediğimiz anda bir başka Walter karşımıza çıkar.
Walter’lar sinema, edebiyat ve sanatın birçok türünde hayatımıza dokunur. Sayıları sandığımızdan daha fazladır.
Hepsi bir görünüp bir kaybolmaktadır, sanki bize bir şey anlatmanın peşindedirler.
Walter’ların nevi şahsına münhasır örneklerinden biri Ben Stiller‘ın hem yönettiği hem de başrolünü üstlendiği, James Thurber‘ın 1939 yılında yazdığı kısa hikâyeden uyarlanan “Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı (The Secret Life of Walter Mitty)” filminin ana karakteri Walter Mitty’dir.
Walter Mitty, oldukça sıradan bir yaşam sürer ve gerçek dünyada çoğu zaman toplum tarafından fark edilmeyen, sessiz ve içine kapanık bir kişidir. Birçok kez dışlanır ve onunla alay edilir. Hayat onun için çoğunlukla hayal kırıklığıyla doludur, aşağılayıcı ve pek kırıcıdır.
Walter, hayatını kontrol etmekte ve istediklerini yapmakta zorlanmaktadır. Fakat gerçek hayatta kontrol etmekte güçlük çektiği ve onu inciten durumları, hayal dünyasında kolaylıkla savuşturur. Öyle olacak ki sık sık gündüz düşlerine dalar. Hayal dünyasını istediği gibi yönlendirip, şekillendirmektedir. Onun hayallerinde, mutlak hakimiyete sahip olduğu ve istediği gibi kontrol ettiği kahramanlık hikâyelerine tanık oluruz. Ancak bu çoğu zaman uzun sürmez. O, hayal aleminde dolaşırken gerçek onu bir anda uyandırır. Nitekim gerçek kontrol edilemez ve acımasızdır. Bir tokat gibi suratına çarpar.
Filmimiz, Walter’ın kontrolcü kişiliği ile gerçeğin öngörülemezliği arasındaki bu çatışma üzerinden ilerler. Walter’ın hem üzüntü hem de mutluluk barından hikâyesindeki tüm sonuçlar onun kontrol edemediği unsurlar ile karşımıza çıkar.
Söylemeden geçmeyelim, Walter Mitty yine de Walter’ların en şanslısı sayılır: Sonuçta sevdiğine kavuşacaktır. Bilhassa Walter Neff onun kadar şanslı değildir.
♦♦♦
Walter Neff, 1944 yılında Billy Wilder tarafından yönetilen, Raymond Chandler ile birlikte senaryosu yazılan ve James M. Cain‘in romanından uyarlanan “Çifte Tazminat (Double Indemnity)” adlı filmin başkahramanıdır.
Kendisi işinin ehli bir sigorta satıcısıdır. Bir gün sözleşme yenilemek için müşterilerinden birinin evine gider, ancak karşısında müşterisini değil, müşterisinin karısını bulur. Başlangıçta Walter’ın işte bu kadına âşık olduğunu düşünürüz. Ancak zaman geçtikçe bundan şüphe ederiz. Durum sadece aşk değildir. Nitekim müşterisinin eşi, kocasının ölümünü ve sigorta gelirini sinsice ele geçirmeyi planlamaktadır. Walter bunu fark eder ve adeta bu plana dahil olur. Dahası, ilerleyen dakikalarda Walter’ın aslında yıllardan beri böyle bir ânı kovaladığını, doğru ortamın oluşmasını ve doğru kişiyle karşılaşmayı beklediğini anlarız. Walter sanki işteki ilk gününden bu yana bu işi planlamaktadır.
Walter, müşterisinin karısı Phyllis ile anlaşır. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmelidir. Nitekim müdürü Keyes, en az Walter kadar detaycı, dikkatli, kontrolcü ve hesap yapan bir adamdır. Bu yüzden olmalı, bugüne değin sigorta şirketinden ödeme almak için türlü kurnazlık yapanların oyunlarını çözmüş, birçok haksız sigorta ödemesinden şirketi kurtarmıştır.
Walter, her şeyi gözden geçirir. Sigortadan para almanın yolunu ve sözde kusursuz cinayeti detaylıca planlar. Kadını ve olup biten her şeyi kontrol ettiğine inanır. Nitekim gerçekten de uzunca bir süre her şey kontrolü altında ilerler.
Fakat işler sonsuza dek umduğu şekilde gitmez. Hesaba katmadığı, tahmin etmediği, kontrolü dışında gerçekleşen birçok şey olur. Müdürü Keyes olayı çözmeye başlar. Walter, en sonunda suç ortağı Phyllis’i öldürmesi gerektiğine karar verir. Bunu yapar fakat o esnada kendisi de büyük yara alır.
Hem kadını elde etmek hem de yüklü miktarda para kazanmak için çıktığı yolun sonunda ne kadına ne da paraya sahip olur. İşte bu, kontrolcü, hesapçı ve akıllı bir adamın gerçeğin kontrol edilemezliği karşısındaki yenilgisidir.
Nitekim filmin son sahnesinde iki kontrolcü, hesapçı ve detaycı karakter olan Walter ile müdürü Keyes arasında geçen konuşma bunu açıkça ortaya koyar: “Ama her şeyi çözemedin…” – “Her şeyi çözemezsin Walter!”
♦♦♦
Söz, sinema ve Walter’a gelmişken Walter White’dan bahsetmemek olmaz. Ne de olsa izlenme rekorları kırmış, adına kafeler bile açılmış, Vince Gilligan tarafından yaratılan ve modern televizyonun en ikonik dizilerinden biri olarak kabul edilen “Breaking Bad” dizisinin popüler anti-kahramanıdır.
Walter W. şimdiye dek başardıklarından çok daha fazlasını yapabilecek kapasitede, yetenekli bir kimyager olmasına rağmen dizinin başında sadece bir lise kimya öğretmenidir. Bir gün kanser olduğunu öğrenir. İstatistikler ortadadır. Buna göre çok büyük bir olasılıkla ölecektir. Bilimsel verilere göre en fazla birkaç aylık ömrü kalmıştır.
Walter White bugüne dek hem ailesine pek fazla bir şey bırakamadığı hem de şahsi bir başarı elde edemediği düşüncesiyle yüzleşir. Sonunda öleceğine ve en fazla birkaç aylık ömrü kaldığı olgusuna sığınarak suç dünyasına adım atar. Alacaklarını hızlıca elde edip, başı fazla belaya girmeden bu dünyadan göçüp gitmenin niyetindedir… Bir işte özel ve başarılı olmak ve ailesi için para biriktirmek amacıyla uyuşturucu üretmeye başlar.
Ancak zamanla iyice hırslı ve kontrolcü bir kişiliğe bürünür. Gitgide güçlenir. İşinin en iyisidir. Birçok sinsi ve akıllıca plan ve hesapla bulunduğu konumdan daha yukarı çıkmanın, adeta suç dünyasının kralı olmanın peşine düşer. Tesadüflere ve kadere inanmaz. Her şeyin kendi tercihlerinin sonucu olduğuna inanır. Duygularına yenik düşmeden, akılcı bir tutumla planlar ve hesaplar yapar.
Ancak çoğu zaman işler düşündüğü gibi yürümez. Tüm planları ve aldığı önlemler genellikle beklenmedik şekilde bozulur. Sanki bir bataklıkta çırpınıyor ve gitgide daha da dibe batıyor gibidir. Sonunda her şeyini kaybeder. Yaşadığı her şeyin, tüm bu kötü sonuçların bile kendi tercihi ve kararları yüzünden olduğunu sıklıkla, dizi boyunca vurgular. Ancak unutulmamalıdır ki, belki de üst üste aldığı yanlış kararların, yaptığı planların ve yanılgılarının başında kanserden ölme düşüncesi vardır.
Ne var ki kanserden ölme beklentisi hiçbir zaman doktorların öngördüğü yahut onun beklediği şekilde gerçekleşmez. Kanser nedeniyle ölmez. Bütün hesaplar, istatistikler ve bilimsel ön görüler yanılmıştır. Walter’ın sıkı sıkıya kontrol etmeye çalıştığı hayatı ve çevresinde olup bitenler sonunda kontrolden çıkmıştır; bir kaosa teslim olmuştur. Bütün kararlarını ve planlarını, kontrol edemediği bu ilk gerçeklik üzerine inşa ettiği için en başından hatalıdır. Her şeyin kendi kontrolünde ve kendi kararlarına bağlı olduğu düşüncesi bir yanılgıdır.
♦♦♦
Benzer bir durum J.J. Abrams, Alex Kurtzman ve Roberto Orci tarafından yaratılan “Fringe” dizisinde yer alan dahi bilim insanı Walter Bishop’da da görülür.
Walter B., bir bilim insanı olarak doğa yasalarını manipüle ve kontrol etmek ister. Bu nedenle bilimsel sınırları zorlar. Paralel evrenlere müdahalesi, oğlunu kaybetme korkusuyla yapılmış bir dizi deneyin sonucudur. Ancak geçmişte yaptığı ahlaki açıdan tartışmalı deneylerin sonuçları ve zihinsel dengesizliği nedeniyle sık sık kontrolü kaybeder. Bu durum hem kişisel hem de evrensel ölçekte kaosa yol açar; Walter pişmanlıklarıyla ve hatalarının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Onun deneyleri, sanki insanın kendi sınırlarını aşma isteğini ve kaderi yenme arzusunu temsil ederken, dizinin genel teması olan kaos ve belirsizlik, kontrol arayışının sonuçlarının ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermektedir. Sonunda Walter, kontrolü kaybettikçe, kendini ve başkalarını kurtarmak için çaresizlik içinde kaderine teslim olmuş bir figür haline gelir.
♦♦♦
Böylesi kontrolcü bir karakterin sonunda kaderine teslim olmuş, çaresiz hâlleri ise akıllara İsviçreli mimar-yazar Max Frisch’in kaleme aldığı, Homo Faber romanını getirir. Yazarımız romanında bize bilhassa Sanayi Devrimi sonrasında bu yönleri iyice ortaya çıkan, doğadan kopmuş ve hatta kendini doğadan üstün gören, doğayı kontrol eden, anti-determinist, kontrolcü, hesapçı, çıkarcı, maddeci, somut gerçekçi, duygusallıktan uzak, empati becerisini yitirmiş, hayatı doğru-yanlış, fayda-zarar ve hatta siyah-beyaz gören, robotlaşmış, bir sanatçıdan ziyade mühendisi anımsatan yani teknik insanı sembolik ve son derece trajik bir hikâyeyle bize anlatır.
“Homo faber”i simgeleyen ana karakter Walter Faber bize şöyle der: “Teknik yaşıyoruz. Dünyanın hükmedicisi olarak insan, mühendis olarak insan… Ve her kim ki bunun aksine bir şey söylüyorsa o kişi köprüyü bile kullanmamalıdır. Doğanın kendi kendine inşa etmediği o köprüyü…”
Roman, işte bu görüşteki bir insana, bir başka deyişle tüm Walter’lara yöneltilen bir eleştiri gibidir. Bunu şu cümlelerle anlarız:
“Rastgele bir hata değil, işim gibi, tüm hayatım gibi bana ait olan bir hataydı. Benim hatam: Biz teknisyenler ölmeden yaşamaya çalışıyoruz. Hayatı bütünüyle değil, yalnızca bir eklenti, bir parça olarak ele alıyorsun… Dolayısıyla zamanla hiçbir ilişkisi olmuyor, çünkü ölümle hiçbir ilişkisi yok.”
Bu cümleler Walter Faber’in yanıldığının itirafıdır. Çünkü romanın kırılma anı, Walter’ın yıllar önce çıkarları için aldığı bir karar yüzünden tanıma fırsatını kaçırdığı kızıyla tesadüfen bir gezide karşılaşması, kızının burada bir kaza geçirmesi ve bütün bilimsel verilerin, istatistiklerin, çalışmaların ve öngörülerin aksine kızının ölmesidir. Romanın sonunda teknik insanın sembolü Walter Faber -büyük ölçüde- yanılmıştır. Sanatsal-duygusal ruhu temsil eden Hanna’nın (Walter’ın eski eşi ve kızının annesi) ise aksini gösteren onca bilimsel öngörüye rağmen korktuğu başına gelmiştir.
Walter’ın diş eti ameliyatından bahsederken söylediklerine göre “Bütün bir insan baştan yapılabilir ama materyal eksik: İnsan eti bir materyal değil, bir lanettir.” Sadece etiyle değil, teknik aklıyla, sevgisiyle, nefretiyle ve tüm diğer yönleriyle insan, bir eksiklikler bütünü gibidir. İnsan hayatı yanılgıyla doludur ve insan kusursuz bir hesap makinesi olamaz. Ölüm ise işte bunu ispatlar niteliktedir. Her şey kontrol edilebilse bile, ölüm kontrol edilemez.
Walter Faber, aşırı kontrolcü ve mühendis zihniyetli insanların, hayatın belirsizlikleri karşısında nasıl savunmasız kalabileceğini bize böylece gösterir.
♦♦♦
Walter’ların sonunda hakimiyeti yitirip sanki kadere boyun eğdikleri bu çaresiz ve karamsar hâlleri ise ne tesadüftür ki bir başka Walter’ın; İngiliz ressam Walter Sickert’ın resimlerinde bile görülür.
Walter S., Londra’nın düşük gelirli mahallelerinde geçen günlük yaşam sahnelerini, genellikle iç mekânlarda yalnız ya da melankolik figürlerle resmeder. Resimlerinde yer alan insanlar çoğunlukla durgun ve izole edilmiş bir hâldedir, yüz ifadeleriyse çoğunlukla belirsiz veya donuktur; bu, onları sanki kontrol edemedikleri bir dünyada kapana kısılmış, çaresiz gösterir.
Dahası, resimlerindeki bulanık ve gölgeli renk paleti, bir belirsizlik ve huzursuzluk hissi yaratır. Çoğunlukla simetrik olmayan, düzensiz şekilde resmedilen unsurlar, sahnelerin rastgeleliğini ve kontrol edilemeyen bir kaosun varlığını ima ediyor gibidir.
Özellikle, “Camden Town Murder” serisi bir cinayet sonrası atmosferi ve kontrol edilemeyen olayların yarattığı gerilim ile trajediyi, “Ennui” ise boşluk, umutsuzluk, bir tür çaresizlik ve teslimiyeti bize fazlasıyla hissettirir.
Hasılı, sanatın neredeyse her alanında Walter’lara işte bu unsurlarla rastlanmaktadır.
Fakat bu unsurların “Walter” isminin altında toplanmasının kaderin bir oyunu yahut sadece basit bir tesadüf olduğuna inanmak herhalde kolaya kaçmak olacaktır.
O hâlde denememizin yazarına cümlelerini toparlamadan hemen önce “Walter” isminin nereden geldiğine ve anlamına şöyle bir bakmak düşer:
Basit bir özetle “Walter” isminin Almanca kökenli olduğu ve iki ana parçadan oluştuğu söylenir: “walten” (yönetmek, hükmetmek, hâkim olmak) ve “Heer” (ordu). Bu parçaların birleşmesi, “ordu yöneticisi” veya “hükmeden asker” anlamını taşır…
Demek denememizin yazarı iyi bir ipucu yakalamıştır: Walter’ların yönetme ve kontrol etme merakına şaşmamalı…Güzel!
Söz meclisten dışarı, kendisi belki de en başından beri bunu bilmektedir. Her şeyi planlamıştır. Bir amaç uğruna tüm Walter’ları bir kâğıda toplamış, anlamlı bir bütün oluşturacak şekilde ardı ardına dizmiştir. Şimdi belki tüm bunları bir sonuca bağlamanın peşindedir. Kalem muhakkak ki onun kontrolündedir.
Toparlamak ve konuyu iyice pekiştirmek için denemesinin artık son bir Walter’a ihtiyacı vardır.
♦♦♦
Lakırdıcımız kalemini son olarak 1940 yapımı, yönetmenliğini Howard Hawks’ın üstlendiği, senaryosunun Ben Hecht ve Charles MacArthur’un 1928’de yazdığı “The Front Page” adlı tiyatro oyunundan esinlenildiği “Cuma Kızı (His Girl Friday)” filmine dokundurması gerekir.
Film zeki bir gazeteci olan ve dahası vahşi kadın arketipine göz kırpan, bir femme-fatale’i anımsatan güzel mi güzel hanımefendimiz Hildy Johnson ve onun eski eşi ve aynı zamanda işvereni olan gazete editörü Walter Burns etrafında döner.
Hildy, gazetecilik kariyerini bırakıp sıradan bir hayat sürmek için yeniden evlenmenin hazırlığı içerisindedir ancak Walter onu hem gazete muhabirliğine hem de kendisine geri kazandırmak için her yolu dener. Türlü planlar yapar. Oyunlar kurar. Birçok manipülasyon yöntemine başvurur. Elbette ki Hildy kontrol edilmesi kolay bir kadın değildir.
Vakit şimdi itiraf vaktidir: Denemeci. yazarınız, Walter Burns’ün de tıpkı diğer birçok Walter gibi yanılacağını ve sonunda kaderine çaresizce teslim olacağını düşünmüştür. Ancak nafile! Bu kez beklenen olmaz. Walter Burns, Hildy’yi kontrol etmeyi ve ele geçirmeyi başarır. Oh olsun!
İşte bu an, deneme yazarımızın çaresizliğe kapıldığı andır. Cümleler sanki artık onun kontrolünden çıkmış, denemesi planladığı sona ulaşamamıştır.
Ne talihsizlik!
Şimdi kendisi ne yapacağını ve cümlelerini nasıl toparlayacağını hiç bilmez.
Bu, işte onun da en azından herkes kadar Walter olduğunu fark ettiği andır.
Eh, o hâlde ne diyelim? Zaten bunca Walter’ın olduğu yerde, aksi de beklenemez.