Okuduğumuz bir şiiri, hikâyeyi, romanı ya da yazıyı eleştirme hakkımız var. Onlardan bir şeyler alıp kendi dünyamıza katabiliriz yalnız hiçbir biçimde onlara değiştirmek, dönüştürmek anlamında müdahale edemeyiz. Bu yüzden en iyi göz ve okuma eleştirel olandır.
Pierre Bourdieu, Kitle medyasının davranışlarının temelinde ekonomik baskılar vardır, diyor. Belki de bu yüzden J.P. Sartre’ın önlememiz gereken şey, sorumluluğumuzun suçluluğa çevrilmesi ve elli yıl sonra bize şunun söylenmesidir: Bu insanlar bu dünyaya en büyük felaketin geldiğini gördükleri hâlde sustular demiş olması onun yazarlara yüklediği sorumluluk gazetecilerde, farklı dallarda eser veren sanatçılarda ve ülkesine dair endişe duyan her bir bireyde olması gereken bir sorumluluktur.
Çünkü; karanlığa, despotizme ve tüm haksızlıklara boyun eğmeyen insanlar olarak asıl gerçek irademizi ortaya koymadığımız zaman yaptıklarımızdan değil de yapmadıklarımızdan dolayı suçlanacağız, geleceğimiz olan çocuklarımız tarafından.
David Harvey (Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, 4. Basım, Ocak 2015/ Metis Yayıncılık.) Asi Şehirler kitabında özetle dünyanın pek çok yerinde uygulanan kentsel dönüşüm ilkesinin neredeyse aynılığından söz eder. Bir Seul örneği var ki insana ‘hadi ya’ dedirtecek türdendir. Göz koyduğunuz semti elde etmek için önce orada uyuşturucu satıcılarının olmasına, kapkaççıların palazlanmasına, bar/ pavyon açılmasına, özcesi her türlü tahrike açık huzur kaçırmalara göz yumacaksınız. Ortamı uygun hâle getirirsiniz. Teslim olan ve uzlaşanları uygun koşullarda semtten çıkartırsınız. Kalmakta ısrar edenleri de ‘sumo güreşçisi’ gibi tiplerden oluşan çetelerle bunları dize getirirsiniz. Arındırdığınız semtte böylece istediğinizi yapabilirsiniz. Bana göre okunması gereken kitaplardan biri.
Mark Neocleous, Canavar ve Ölü (H2o Kitap/2015) adlı içerik olarak kapsamlı çalışmasında (sf: 58) Michael Moore’dan Bir muhafazakârın zihnine yolculuk edin. Karşılaşacağınız şey korkudur. Suç korkusu. Düşman korkusu. Değişim korkusu. Tam olarak kendisi gibi olmayanlardan korku ve elbette ki para veya herhangi bir şeyi kaybetme korkusu. cümlesini aktarır ve bunu kendi cümleleriyle sürdürür: Tabiatında var olan saldırganlığı dışa vuran muhafazakârlık bağıra çağıra şiddete başvurur, kendi düzen politikası için korkuyu sahaya davet eder ki böylelikle iktidarın payandalarını inşa eder. Ardından Theodor Adorno’dan Fakat onların varlığı korkunun devamlılığını sağlar ki bu korku olmadan yönetim de olmaz saptamasını ekler. Yine kendisi tamamlar, “ayrıca, hiç şüphesiz ki, herkesin bu korkuyu paylaşmasını ve ona göre hareket etmesini isterler. Muhafazakârlık açısından sözün özü “korkun, çok korkun ve sizi korumamız için bize güvenin”dir.”
Modernizm sonrası dönemi/süreci ‘postmodern durum’ olarak niteleyen Jean François Lyotard’a göre Tanrılar susunca felsefe başlar. Hem sessizliğin sesi hem de sesin sessizliğidir.
Ah bir de günümüzde politikacılar susunca iyi, güzel ve doğru şeyler toplamı başlasa…
Belki bu dünya daha bir yaşanır olur.