“Türkiye’de yapımcı şirketler maalesef TV dizileri ve filmlerini yayıncı kuruluşa sunarken eser sahiplerinden tüm hakları devraldıklarına inanmakta ve yayın kuruluşları da bu yanlışa ortak olmaktadır.”
Gelecek yıllarda Sinema eseri sahiplerinin telif hakları mücadelesinin tarihi yazıldığında bu mücadelenin ve sürecin en önemli insanlarından birisi olan Mehmet Güleryüz ile çevrimiçi bir söyleşi gerçekleştirdik. Gelişmiş ülkelere göre yolun çok başındayız, ancak bu alanda çok önemli gelişmeler yaşanıyor ve örgütlü mücadelenin gücü ve istikrarlı çabaları sonucu bugün ülkemizde sinema ve televizyon eseri sahipleri sınırlı da olsa telif haklarını alabiliyorlar.
Yavuz Özkan’a asistanlık, belgeseller, sinema filmi üretimi… Genç sinemacılar hareketinin kurucularındansın. Onbeş yıldan bu yana da telif hakları üzerine çalışan meslek birliği SETEM’in (Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği) başkanlığını üstlenen/yürüten birisi olarak kendini bir cümle ile tanımlamanı istesem neler söyleyebilirsin?
Bir cümle ile ifade etmem zor ama senin de soruda belirttiğin gibi üretim, gösterim, örgütlenme konularında epey dirsek çürütmüş birisi olarak ben kendimi sinemaya adamış bir emekçi olarak tanımlarım.
Sinema alanında eğitim almamış insanların sinemaya yönelmesi hep ilgimi çekmiştir. Sanatın okullarda öğretilemeyeceğine de inananlardanım. Felsefe eğitimi almış birisi olarak Sinemaya olan ilgin, maceran nasıl başladı?
20’li yaşlarımın başında kendi hayatımda bir yol ayrımına gelmiştim, Beyoğlu ve Taksim civarı, kültür sanat hayatı bakımından oldukça renkli ve hareketliydi; paneller, toplantılar film gösterimleri derken o büyüye kaptırdım kendimi. Sanatçıların dünyayı yorumlayışlarındaki naiflikten, daha eşitlikçi bir dünya arayışlarındaki çabalarından etkilenmemek mümkün değildi. Süreç içinde genç sanatçılardan oluşan bir çevrem olmuştu. Zaten ortanca abim Ahmet Güleryüz Yeşilçam’da asistanlık yapıyordu, büyük abim Dursun Güleryüz ise Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuydu ve çizgi film işi ile uğraşıyordu, sinemaya çok uzak değildim.
Yaklaşık dört yıl asistanlığını da yaptığın Türk sinemasının en değerlilerinden olan rahmetli Yavuz Özkan la nasıl tanıştınız? Sürecinden bahseder misin?
80’li yılların sonlarına doğru, bilhassa “Maden” başta olmak üzere filmleriyle büyük başarı kazanmış olan yönetmen Yavuz Özkan ile tanıştım, sinemacı olmak istediğimden bahsettim. Yavuz abi, sektör dışından gençlere de kapısını açan bir insandı, yanında asistan olarak çalışacaktım, böylece kahramanın yolculuğu başladı.
Ofise gidip gelmeye başladım, Yavuz abi “Film Bitti” adlı sinema filminin hazırlıklarını yapıyordu, bu sırada bir talihsizlik yaşadım, göz nezlesi oldum. Yavuz abi başrol oyuncularına da bu göz nezlesini bulaştırırım diye ürktü ve bana iyileştikten sonra gelebileceğimi söyledi, aksi takdirde çekimler aksayabilirdi. Başrollerde; Kadir İnanır, Halil Ergün, Zeliha Berksoy, Meral Oğuz gibi güçlü oyuncular vardı, onlar da ofise gidip, geliyorlardı. Tabii ben de biraz tedirgin oldum; sanat hayatım başlamadan bitiyor mu diye. Neyse ki tedavi oldum, göz nezlem kısa sürede geçti ve çalışmaya başladım. Tabii set ortamı olağanüstüydü, bir genç için orada bulunmak önemli bir fırsat ve deneyimdi. Film çekimleri sırasında birçok farklı görev üstlendim hatta küçük bir rol dahi kaptım. Daha sonrasında Yavuz abi ile ofiste çalışmayı sürdürdüm. Sırasıyla Film Bitti, Büyük Yalnızlık ve Ateş Üstünde Yürümek adlı yapımlarda çalıştım. O dönemde sektörde çok az film çekiliyordu, setlerde bulunma şansı çok azdı, benim için inanılmaz bir deneyim oldu. Daha sonra kendi çalışmalarımı yapmak istedim. Sinema bütünüyle krize girmişti, o süreçte ilk filmimi Tv filmi olarak gerçekleştirdim. Taksim Sıraselviler’de oluşturduğumuz Sanatevinde farklı disiplinlerden gençlerle tiyatro, resim, sinema ile ilgili etkinlik ve üretimler gerçekleştirdik. 1992 yılında sinemanın büyük krizinde dayanışma anlamında Genç Sinemacılar Platformunu hayata geçirdik, rahmetli Tamer Baran da çağrıcıların arasındaydı.
Sonrasında Film Yönetmenleri Derneğinde Yavuz Özkan başkan olduğunda ben yine yanında yer aldım, yönetim kurulunda genel sekreterlik görevini üstlendim. Orada da değerli çalışmalarımız oldu. Her hafta dernekte bir sinema yazarının katılımıyla o dönemde vizyona giren filmlerin analizlerini yapıyorduk. Bu etkinliğe Film-Yön üyelerinin dışında sinema ile ilgilenen gençler geliyorlardı. Ayrıca birtakım atölyeler düzenliyorduk; senaryo yazma, film asistanlığı yapma gibi. Film-Yön’de çok güzel bir entelektüel ortam yaratılmıştı. Yavuz Özkan bu sektör için çok önemli bir girişimde daha bulundu Film Yönetmenleri Derneği ve TRT işbirliği ile Türk edebiyatından dizi uyarlamaları yapıldı. Bu projede de görev aldım birtakım televizyon dizilerinin Film-Yön adına yapımcılığını üstlendim. Diyebilirim ki Yavuz Özkan ile sonuna kadar çalışmalarımız devam etmiş oldu. Hatta bugün başkanlığını yaptığım SETEM meslek birliğinin de ilk temelleri Film-Yön’de atıldı diyebilirim.
O dönem Yavuz Özkan’ın hayata geçirdiği Z1 Film Atölyesinin sinemamız için çok değerli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Z1 Film Atolyesini bir nevi Francis Ford Coppola’nın öncülük ettiği American Zoetrope ruhuna çok benzetirim.
Yavuz abinin Z1 Film Atölyesini oluşturduğu süreçte yer almadım ama dışarıdan çalışmaları gözlemleme fırsatım oldu. Önemli bir eğitmen kadrosunun yanı sıra, zaman zaman yurt dışından eğitmenleri de davet ederek gençlere tamamen ücretsiz sinema eğitimi verdi. Oradan da birçok genç yetişmiş oldu. Bütün bu çalışmalar ülkemiz ve sinemamız adına çok değerli idi. Ne yazık ki gereğince takdir edilmiyor, hak ettiği değeri bulamıyor. Oysa bu çalışma birçok yeni genç sinemacının yetişmesine önayak oldu, birçok yeni yönetmen yetişti. Başka bir ülkede olsa bir akıma dönüşebilecek potansiyel taşıyan bir çaba gerçekten. Aycan Çetin Yavuz abinin kaybından sonra Z1 Film Atölyesi ve Yavuz Özkan’ın misyonunu sürdürmek için çabalarını sürdürüyor.
Türk sinemasının sesli tarihi için çalışmalar yaptığını biliyorum. Niye böyle bir çalışmaya gerek duydun? neler yaptınız bu konuda? Bu çalışmalarınız yayınlandı mı? Devamı gelecek mi?
Film-Yön’de yönetim kurulunda görev yaptığım dönemlerde Türk sinema tarihine özel bir ilgim vardı; Altın Çağın Senaristi Bülent Oran, Hayal Kahramanlar gibi sinema emekçilerinin hayatlarını ve çalışmalarını konu alan belgeseller çekmiştim. Dolayısıyla bu sözlü tarih çalışmaları da benim bu alana duyduğum ilginin bir yansıması olarak başladı.
Kuşaklar arasında deneyim aktarımının giderek azaldığı bir süreçte yaşanmış deneyimlerin kayıt altına alınmasının önemini fark ettim ve Türk sineması Sözlü Tarih Söyleşileri başlığı altında bir dizi söyleşi gerçekleştirdik Vedat Türkali, Yavuz Özkan, Erden Kıral, Ertem Göreç, Duygu Sağıroğlu, Yılmaz Atadeniz, Necip Sarıcı, Safa Önal, Mevlüt Ekinci, Jak Şalom, Hülya Uçansu, Tolgay Ziyal gibi isimlerle söyleşiler gerçekleştirdik. Söyleşilerin duyurumunu yapıp katılmak isteyen herkese açık olarak gerçekleştirdik. Söyleşilerin genel başlığı Türk sinemasında örgütlenme idi. Söyleşileri kayıt altına aldık, çözümleri yapıldı, yayınlanmak üzere birkaç girişimim oldu. Herhangi bir sonuç alamadık ama mutlaka yayınlanmasını istiyorum, bu konudaki girişimlerim sürecek.
Umarın bu değerli çalışmalar yayınlanır ve insanlara ulaşır. Ülkemizde meslek birliği, sendikal örgütlenmelere kalkışanları zor süreçler bekler genellikle. 2003 yılında meslek birliği SETEM in kuruluşunda aktif çalıştın. Kuruluş sürecinden, karşılaştığınız zorluklardan, zorlukları nasıl aştığınızdan söz edebilir misin?
Evet her alandaki hak arayışı dünyanın her yerinde belli ölçüde bir dirençle karşılaşıyor. SETEM’in kuruluşunda da benzer sorunlarla uğraşmak zorunda kaldık. Dolayısıyla emek mücadelesi verenler belli bedelleri de ödemek zorunda kalıyorlar. Öncelikle SETEM kurulurken sektörde hakim olan mevcut yapı, telif hakkı talep eden asıl eser sahibi yönetmen ve senaristlerin telif hakkı olduğunu savunan bir oluşumu kurdukları sistem için tehlike olarak görüp, kurulmaması için ellerinden gelen her türlü çabayı sarf ettiler. SETEM bugün 21 yaşında ama ilk kuruluş çalışmalarının 25 yıllık bir tarihi var. 3-4 yıl sistemin kuruluşu bir biçimde engellendi ve ancak 2003 yılında kurulmuş olduk. Tabii bu zorlukları aşabilmemizin temel noktası bir ekip olmamız ve verilen bu hak mücadelesinde kararlı duruşumuz oldu. Biz kuruluş çalışmalarına başladığımızda MESAM müzik eseri sahipleri adına telif topluyordu yani sinemacılar olarak biz biraz geride kalmıştık. Sinema alanında mevcut meslek birliği yapılanması da telif hakkı takip etmek üzerine kurulmamıştı. Mevcut yapı daha çok devletle sinema ilişkilerini düzenlemeye adaydı. En önemlisi de mevcut yapı 95 öncesi yapımcılardan oluştuğu için asıl eser sahipliği üzerinde temsiliyeti yoktu. Sinema alanında telif sisteminin oturmamış olmasının önemli nedenlerinden birisi de buydu.
2009 yılından bu yana SETEM’in başkanlığını yapıyorsun. Nasıl bir meslek birliği? Birliğe kimler üye? Bu alanda eser sahiplerinin tamamını kapsıyor musunuz?
SETEM’in başkanlığını 2009 yılından beri sürdürüyorum. Meslek birliğimiz ülkemizde asıl eser sahiplerinin yani yönetmen ve senaristin telif haklarını ilk kez cesaretle savunan meslek birliğidir. Birliğimizin yapısı yönetmen ve senarist üyelerden oluşmaktadır Az sayıda animatör üyemiz de vardır. Son dönemde yurt dışından oynamış diziler için telif gelmesiyle birlikte meslek birliğimize dizi yönetmen ve senaristleri üye olarak hak ettikleri teliflerini de almaya başladılar.
Onbeş yıldır SETEM in başkanısın, epey uzun bir süre bu, özveri ve adanmışlık dışında bir tanım aklıma gelmiyor açıkçası. Bu kadar uzun bir süre başkan olarak devam etmen nasıl oldu? Bu zor ve meşakkatli göreve hiç mi talip olan çıkmadı? Bir anlamda meslek birliği başkanlığını bu kadar uzun süredir devam ettiriyor olman kendi sanatsal uğraşların, hedeflerin için bir sorun teşkil etmedi mi?
Kurucu başkanımız Ersin Pertan’dı. Kuruluş aşamasında ve sonrasında çok emek verdi. Ben ise meslek birliğimiz SETEM’in başkanlığına 2009 yılında seçildim. Başvuruların yapılması, Ankara’ya gidip gelmeler zaman alıyordu. Ciddi fedakârlık gerektiren bir süreçti. Üstelik bu iş Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hakkında bilgi gerektiriyordu. Dernek yönetimi gibi değildi, bu alanda kendinizi geliştirmeniz, Bakanlıkça istenen görüş ve önerileri yapabilecek donanıma sahip olmanız gerekliydi. Günlerce FSEK okuduğumuzu, MESAM ziyaretlerimizde notlar aldığımızı hatırlıyorum.
Elbette bu süreç sanatsal üretim yapmamı engelledi, çok kolay erişebileceğim ve hak ettiğim her şey için 4-5 kat daha fazla çaba sarf etmek zorunda kaldım. Bugün hâlâ böyle ne yazık ki. Meslek birliğimizin varlığını sürdürebilmesinin koşulları için bile başlı başına bir emek ve mücadele gerekiyor. Kuruluşundan 20 yıl sonra ilk kez yurt dışından toplu telif alarak yapısal anlamda kurumsallaşmaya başladık. SETEM’de başkanlık görevini sürdürecek çok sayıda üye elbette vardır ancak zor dönemler bir adanmışlık gerektiriyordu, ben buna gönüllü olmuş oldum.
Hiç kuşkusuz, SETEM’in ilk başından beri koşulsuz ve gerektiğinde bedel ödeyerek destek veren üyelerimiz oldu.
Setem in kuruluşundan bu yana ülkemizde sinema ve TV eseri sahiplerinin haklarında nasıl ilerleme kaydedildi? Geçmiş ile günümüz kıyaslaması yapar mısın? bu alanda ne durumdayız?
Biz meslek birliğimiz SETEM’i kurduğumuz süreçte yönetmen ve senaristlerin sinemada asıl eser sahibi olduklarını ve ürettikleri eserlerin her göstermininde umuma iletimden doğan telif hakkının olduğunu anlatmak zorunda kaldık. İnsanlar telif alamayacaklarına inandırılmışlardı. O günlerde yaşadığımız sıkıntılardan sonra telif hakkı bilincini gençlere aşılamak için Benim Eserim adlı projeler yapıyoruz. SETEM’e bir marka değeri katmak üzere sayısız çalışmalar yürüttük, gençliğe yönelik olarak SETEM AKADEMİ oluşturduk. Burada kıdemli sinemacılar, akademisyenler dersler verdiler. Uluslararası İpekyolu Film Festivali de önemli bir mihenk noktasıdır.
Bugün gelinen aşamada önemli ölçüde SETEM’in çalışmalarıyla telif bir hak olarak kabul görüyor. Daha da önemlisi geçmişte yine SETEM olarak İsviçre ile yapılan karşılıklı anlaşmayla Semih Kaplanoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Özer Kızıltan gibi isimlere ilk teliflerini ödedik ama bunlar sınırlı ve bugüne göre az sayıda kişiye yapılabilmiş ödeme idi.
Toplu Telif ödememiz ise 2023 yılında İspanyol Meslek Birliği DAMA ile işbirliğimiz sonucu gerçekleşti. Dizi yönetmenlerinin ve senaristlerinin telif bedellerini ülkemize getirdik ve dağıttık. Bu sektörde telif hakkının alınabileceğini, çabalarımızın bir ütopya olmadığını kanıtladık.
Önümüzdeki yıllarda meslek birliğimizin hedefi hem yurt içinde hem yurt dışında lisanslama gerçekleştirmek, yurt dışında İspanya ile olan sözleşmenin dışında birçok ülke ile sözleşme yapmak şeklindedir.
Müzik eseri sahipleri yurt içinden telif geliri elde ediyorlar, yasal düzenlemeler aynı olmasına rağmen sinema ve TV eseri sahipleri niye yurt içinden telif geliri elde edemiyorlar? Bu konuda engel mi var? varsa nasıl aşılacak?
Yayıncı kuruluşların yayınlarında müzik eserleri farklı kategorilerde kullanılmaktadır. Örneğin bir TV dizi filminin içindeki özgün müzik eserlerinin yayını, program jeneriğinde müzik eserinin yayını, haber bülteni, reklam, tanıtım vb tüm mecralarda müzik eseri kullanılmaktadır. Bu noktada sinema eseri ile müzik eseri birbirinden ayrılmaktadır. Sinema eseri bir bütün iken müzik, sinema eserinden ayrılabilen ve bağımsız da yayınlanabilen bir eser türüdür. Bu nedenle de yayıncı kuruluşların müzik eseri kullanımlarında çoğunlukla arada bir yapım şirketi bulunmamakta, telif sorumluluğunu bizzat üstlenmekte ve doğrudan kullanımları da olduğu için müzik eserlerinin yayınından önce meslek birliklerinden izin almaktadır. Yayın kuruluşunun yapımcı şirketler ile anlaşmalar yapması yani arada yapımcının olduğu durumlar genellikle sinema eseri kabul edilen TV dizileri, filmleridir. Bu eserlerin yapımcısı yayın kuruluşu değildir. Bu kullanımlarda müzik eseri sahibi de yönetmen ve senarist gibi sinema eserinin sahibidir. Türkiye’de yapımcı şirketler maalesef TV dizileri ve filmlerini yayıncı kuruluşa sunarken tüm eser sahiplerinden tüm hakları devraldıklarına inanmakta ve yayın kuruluşu da bu yanlışa ortak olmaktadır. Bu hukuka aykırı uygulama nedeni ile yayıncı kuruluşlar yapımcının tüm hakları devraldığını düşünerek sinema eseri sahibi meslek birliklerinden izin almaksızın kullanımları gerçekleştirmektedir. Ancak bu durum sinema eseri sahiplerinin haklarını açıkça ihlal ettiğinden; yayıncı kuruluşlar, mahkeme kararları ile de olsa bu yanlış inanış ve uygulamalarından dönecektir. Telif hakları konusunda atılan önemli adımlardan birisi de uzun yıllardır üzerinde emek verilen federasyonun hayata geçmiş olmasıdır.
Evet ülkemiz telif hakları alanında yönetmenler ve senaryo yazarlarından tarihi adım olarak adlandırılabilecek Sinema Eseri sahipleri Federasyonu’nun (SEF) kuruluşundan söz eder misin?
Üyeleri yönetmen ve senaryo yazarlarından oluşan sinema eseri sahibi dört meslek birliği BSB, Senaristbir, SETEM ve Sinebir’in uzun süredir yürüttüğü ortak çalışmalar sonucunda Sinema Eseri Sahipleri Federasyonu’nu, kısa adıyla SEF’i kurmuş olduk. SEF, 1. Olağan Genel Kurulu’nu başarıyla gerçekleştirdi. Olağan Genel Kurulu sonucunda yönetim kurulu şu isimlerden oluştu; Mehmet Güleryüz, Tunç Davut, Yıldız Bilgin Bayazıt, Bahriye Kabadayı Dal, Ayhan Sonyürek, Sadullah Şentürk, Orhan Koçak ve Hakan Aytekin.
8 Haziran Cumartesi günü kalabalık bir katılımla coşkulu bir havada gerçekleşen genel kurulda sinema eseri sahipleri, Türkiye’de sinema alanında tarihi bir adıma imza atmanın heyecanını yaşadık.
Bu arada Bir önemli gelişme de çiçeği burnunda SEF’in CISAC asil üyeliğine kabulu oldu değil mi?
Evet çok önemli bir gelişme bu. Eser sahiplerinin dünyadaki çatı örgütü konumundaki CISAC,(Uluslararası Meslek Birlikleri Federasyonu) 27 Mayıs-1 Haziran tarihleri arasında Güney Kore, Seul’de gerçekleştirdiği Genel Kurulu’nda Sinema Eseri Sahipleri Federasyonu’nun (SEF) başvurusunu ivedilikle görüşerek üyeliğini onayladı. Üstelik aday üye sürecini pas geçip asıl üye olarak kabul etti.
Yönetmen ve senaryo yazarları artık geleceğe çok daha umutla bakıyor. Bu gelişmeler ışığında yeni ülkelerle telif anlaşmaları yapmak, dünyanın farklı ülke ve coğrafyalarından telif toplamak çok daha olanaklı hale geldi. Ayrıca Türkiye’de kanallar ve kurumlarla telif görüşmeleri yürütmek, bu konuda lobi faaliyetinde bulunmak ve baskı oluşturmak konusunda sinema eseri sahiplerinin eli hayli güçlenmiş oldu. Dünyada telif konusunda büyük ağırlığı olan CISAC’ın gerek Türkiye’de gerekse yurt dışında yapacağı katkı, vereceği destek ve yürüteceği lobi faaliyetiyle telif toplama süreçlerinin hızlanmasının önü açıldı.
Sinema eser sahipleri olarak artık telifler konusunda çok daha geniş yelpazede, etkili ve hızlı sonuçlar alınacağına inanıyoruz.
Çok umut verici gelişmeler bunlar. Dünya Film Entelijansıyası özellikle yapay zekanın yaratıcı sektörlerdeki yıkıcı etkilerine karşı meritokratik bir sisteme dönülmesi ve yeni yeteneklerin keşfedilmesine olanak sağlanması, adil bir ücret politikası, projelerin gerçekleşmesi için gerekli finansal kaynaklara ulaşmada kolaylık başlıklarında çalışmalar yapıyor, bu konularda görüşlerini alabilir miyim?
Yapay Zeka meselesine gelince bazı alanlarda getirileri olabileceği gibi başka bazı alanlarda ciddi götürüleri de olabilir. Gelecekte hayatımızın bir parçası olacağı da kaçınılmaz.
Sanatsal üretim açısından ise akılda tutulması gereken en önemli hususun insan unsuru olduğudur. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu dahi eser tanımını yaparken, onu üretenin özelliklerini taşıdığına dikkat çekmesidir. Her insanın kendi kişisel tarihi kişisel travmaları ve geliştirdiği birtakım davranış biçimleri, psikolojik özellikleri vardır. Unutulmamalı ki Yapay Zeka bir insan değildir; tasarımcısı tarafından yüklenen bir takım bilgiler, bir takım yöntemler ile çalışır. Son dönemde Sektörün gündeminde bu konu ile ilgili birçok toplantı düzenleniyor. Bizde Meslek Birliği olarak da araştırmalarımızı sürdürüyoruz.
Söyleşimlerimi genelde aynı soru ile sonlandırıyorum. Yoğunluğun arasında vakit ayırdığın ve değerli bilgilerin için teşekkür ederim. En son okuduğun kitap, izlediğin film ve dinlediğin müzik albüm ya da parçası hangileri.
En son seyrettiğim film yönetmen Fırat Özüner’in Ömer Kavur hakkında yaptığı “Kavur” adlı belgeseldi. Bu aralar Sigur Ros grubunun müziklerini dinliyorum ve Sanat Felsefesi üzerine okumalar yapıyorum.
Yoğun programın arasında vakit ayırdığın için çok teşekkür ederim.