30 Ocak Perşembe günü şarkıcı, yazar ve aktris Marianne Faithfull’a veda ettik. Küllü sesini, isyankar sözlerini, cüretkar tavrını ve bilgeliğini kadınlara miras bırakan Faithfull, 78 yıllık ömrüne 21 albüm ve onlarca filmden fazlasını sığdıran önemli bir figürdü. Sesi Janis Joplin’in yırtıcı vokaliyle, şarkı sözleri Patti Smith’in şiirsel tarzıyla sıkça kıyaslanmış olsa da, o kendine has bir derinliğe ve anlatım gücüne sahipti.
Rolling Stones’un solisti Mick Jagger ile yaşadığı ilişki, müzikal dönüşümleri, zorlu hayatı, cesur duruşu ve feminist söylemleriyle uzun yıllar adından söz ettiren soylu ailenin isyankar kızı, 60’lı ve 70’li yıllarda, kasırga gibi eserek müzik piyasasının altını üstüne getirmeyi başardı. Aynı zamanda rol aldığı sinema filmleri, müzikaller ve tiyatro gösterileriyle de bolca alkış topladı.
ABD merkezli müzik kanalı Video Hits One’ın (VH1) ‘Rock and Roll’un En Büyük 100 Kadını’ listesinde yer alan 60’ların ikonu, 2009 yılında, çalışmalarıyla dünyayı etkileyen kadınlara verilen, Dünya Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü kazandı. Ayrıca, Fransa Hükümeti onu Sanat ve Edebiyat Nişanı’na layık gördü.
Kır Evinden Işıltılı Partilere
Marianne, İkinci Dünya Savaşı’ndan yaklaşık bir yıl sonra, 29 Aralık 1946’da, Kuzey Londra’da doğdu. Annesi Eva, Nazilerden kaçan yarı Yahudi bir barones ve balerindi. Savaş sırasında İngiliz ordusunda istihbarat subayı olarak görev yapan, sonrasında çeşitli ülkelerde akademik çalışmalar yürüten babası Robert Glynn Faithfull ise alternatif yaşam tarzlarına ilgi duyuyordu. Hatta 1950’lerde, geleneksel aile yapısı yerine özgürlükçü yaşam tarzının benimsendiği bir komün kurmuştu. Belki de Marianne Faithfull’un özgür ruhu, bu kır evinde geçen çocukluğundan geliyordu.
Faithfull bu komünde bir süre yaşadıktan sonra, annesi tarafından yatılı katolik okuluna gönderildi. O dönemlerde, kahvehanelerde çıplak sesle şarkı söylemeye başlayan genç Marianne’nin şöhreti yakalaması uzun sürmedi. 1964 Yılında katıldığı bir partide, Andrew Loog Oldham adlı ünlü menajerin dikkatini çekti. Faithfull henüz 17 yaşında, kariyerinin başında bir folk müzisyeniydi, fakat popüler rock gruplarıyla çalışan Oldham ondaki cevheri görüp, Rolling Stones’un “As Tears Go By” şarkısını söylemesi için teklifte bulundu. Bu, Faithfull’un ilk büyük single’ı oldu, ardından “Come On My Way” ve “This Little Bird” gibi başka hit şarkılar da çıkardı. Londra’nın en havalı çevrelerinin kapısını aralayıp, Bob Dylan, John Dunbar, Ben Brierly gibi dönemin parlak isimleriyle eğlenmeye başladı. 1966’da ise, rock tarihinin en ikonik ve uzun ömürlü gruplarından biri olan The Rolling Stones’un kurucularından Mick Jagger’la dört yıl sürecek dikkat çekici bir ilişkiye başladı. Marianne daha sonra, grubun üç üyesiyle (Mick, Keith ve gitarist Brian Jones) yattığını ancak, solistin “en iyi” seçenek olduğuna karar verdiğini açıkladı.
I am so saddened to hear of the death of Marianne Faithfull. She was so much part of my life for so long. She was a wonderful friend, a beautiful singer and a great actress. She will always be remembered. pic.twitter.com/aFAu1TwNTO
— Mick Jagger (@MickJagger) January 30, 2025
“O, hayatımın çok uzun bir parçasıydı. Harika bir arkadaştı, güzel bir şarkıcıydı ve harika bir oyuncuydu. Her zaman hatırlanacak.“
Gölge etme!
Mick Jagger’le ilişkileri, sadece romantik bir bağdan ibaret değildi, aynı zamanda müzikal işbirlikleri açısından da önemliydi. Bu süre zarfında birçok şarkı kaydettiler, en akılda kalanı ise “As Tears Go By” oldu. Hatta, Jagger, “Wild Horses” gibi ölümsüz Stones hitlerini Faithfull’dan ilham alarak yazdı.
İkili manşetlerden düşmüyordu, ancak medya ondan sürekli, “meşhur rock yıldızının ilham perisi” olarak bahsediyordu. Faithfull, kadın düşmanı olarak nitelendirdiği Jagger’in gölgesini ve içinde tutulduğu altın kafesi hiç sevmedi, çünkü kendi sanatının onun gölgesinde kalmayacak kadar güçlü olduğuna inanıyordu. “Wild Horses şarkısının benim hakkımda olduğunu biliyorum, ama artık Mick Jagger’ın ilham perisi ve aksesuarı olmak istemiyorum. Bu birliktelik beni bağımsız bir sanatçı olmaktan uzaklaştırıyor.” diyerek, 1970’li yılların başında ilişkisini sonlandırdı.
Hippi hareketinin, savaş karşıtı protestoların, sivil hak mücadelelerinin yükselişe geçtiği 1960’lar pek çok alanda sınırların zorlandığı bir dönemdi. Dolayısıyla kurallara karşı gelen rock müzik bu hareketin sesi, uyuşturucuyla alkol ise asi ve özgürlükçü yaşam tarzının bir parçası haline gelmişti. Hatta çalışmalarını ve yaratıcılıklarını farklı boyutlara taşımak isteyen sanatçılar çeşitli maddelere özellikle başvuruyorlardı. Zaten kulüplerde, partilerde, turnelerde uyuşturucuya kolayca erişilebiliyor, bazen plak şirketleri ve menajerler bile sanatçıları teşvik ediyordu.
Mick Jagger’la ayrıldıktan sonra Faithfull da, özel hayatındaki çalkantılar ve uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle oldukça zor bir dönem geçirdi. Yüksek yaşam standardından ve parlak kariyerinden uzaklaşıp işgal evlerinde kalmaya, vaktinin çoğunu sokaklarda, gece kulüplerinde geçirmeye başladı. Sesi kalıcı olarak pürüzlenmiş ve kısılmıştı. Hatta bir otel odasında aşırı doz alarak hayatına son vermeye bile çalıştı. Ama yılmadı!
Güç bende artık!
Maruz kaldıklarını, “Bir erkek uyuşturucu bağımlısıysa güçlü ve çekicidir, ama bir kadın bağımlıysa orospu ve kötü bir annedir.” cümlesiyle özetleyen Faithfull, Londra sokaklarında geçen karanlık on yılın ardından, çarpıcı derecede özgün bir müzikle ortaya çıktı. 1979’da, müzikal dönüşümünü ve yeniden doğuşunu simgeleyen Broken English albümünü yaptı.
Kadın öfkesi, orta yaş krizi, bağımlılıkla mücadele, toplumsal baskılar gibi güçlü temaları işlediği albüme yaşanmışlığı çağrıştıran hırıltılı sesi, kazandığı bilgelik bambaşka bir hava katmıştı. Bu bir değişim anıydı! Rolling Stone dergisinin parti kızı, hesap soran, gerçekleri söyleyen sofistike bir kadına dönüşmüştü. Hatta filtresiz sözleri ve agresif vokaliyle dikkat çeken Why D’Ya Do It şarkısı kadın öfkesinin bu kadar sert işlendiği ilk büyük çıkışlardan biri sayıldı. Daha karanlık ve derin vokalleriyle onun sanatında yeni bir döneme işaret eden albüm, 1981 yılında, müzik dünyasının en prestijli ödüllerinden biri olarak kabul edilen, Grammy’ye aday gösterilmesine sebep oldu.
Faithfull, hayatı boyunca madde bağımlılığı, yeme bozukluğu, amfizem, meme kanseri, Covid gibi pek çok sorunla savaştı. Yaşadığı zorlukları, bağımlılıklarını, travmalarını açıkça paylaşarak gerçek yaşamın inişli çıkışlı olduğunu hatırlattı ve kadınların mükemmel bir hayatları varmış gibi davranmak zorunda olmadıklarını, bütün olumsuzluklara inat güçlü kalıp değerlerini koruyabileceklerini kanıtladı.
“Faithfull: An Autobiography” (1994) adlı kitabında çocukluğundan müzik kariyerine, Rolling Stones ile olan ilişkilerine, bağımlılık mücadelesine ve yaşadığı zorluklara kadar hayatındaki birçok önemli anıyı samimi bir dille anlattı. Bu otobiyografi sadece bir müzisyenin hikayesi değil, aynı zamanda bir kadının hayatta kalma ve kendini yeniden yaratma mücadelesinin de bir yansımasıydı.
Direncin Sembolüydü
“Altın kafesimi hiç sevmemiştim. Çok acı çekiyordum. Kendimi elimden geldiğince iyileştirdim.” diyen Faithfull, 2020 yılında Covid-19’a yakalandı ve 22 gün hastanede yattı. Doktorlar onun hayatta kalmasını beklemediklerini açıklamıştı; ancak bir kez daha ayağa kalktı ve çok geçmeden She Walks in Beauty albümünü çıkardı. Her ağır badirenin ardından küllerinden pırıl pırıl doğuşu Marianne Faithfull’u hayata tutunmanın ve direnmenin sembolü hâline getirdi.
Yaşı ilerlemiş kadınların genellikle yer bulamadığı müzik endüstrisinde, 70’li yaşlarında bile şairane ve derin vokaliyle saygı duyulan bir sanatçı olarak varlık gösterdi. Yaşlanan bir kadının içsel dünyasına ve toplumdaki algısına dair derin bir sorgulama yaptığı Negative Capability albümü, The Guardian tarafından “yaşlanma ve ölüm üzerine ustaca bir meditasyon” olarak tanımlandı.
Ömrü boyunca birbirinden önemli başarılara imza atmış olsa da para sıkıntısı bitmek bilmedi. Çareyi, 1960’lı yıllara ait hatıra eşyaları açık artırmayla satmakta buldu. Ve geriye dönüp bakmaktansa bahçeyle uğraşmayı tercih ettiğini açıkladı. Kanatları kırık bir ilham perisinin kendi başına nasıl donanımlı, saygın bir sanatçı haline gelebileceğini göstermeden, ceylan gözlü poster kızından daha fazlası olduğunu kanıtlamadan da bu dünyadan göçmedi.
Hikayen bütün kadınlara ilham olsun!
Elveda sevgili Marianne…