Aslında günlük olaylar üzerine yazmıyorum ama bu konuda birkaç cümle etmezsem içimdeki yangını söndüremeyeceğim. Kartalkaya yangını beni derinden etkiledi.
Bu trajik olay, sadece bir “otel yangını” değildir. Denetimsizlik ve yasal düzenleme eksikliklerinin nelere mal olabileceğini açıkça gösteren bir “ibret” tablosudur. Ölümler otel yönetiminin -son haberler de görüldüğü şekilde- sorumluluklarını yerine getirmediği, yetkililerin ise göz yumduğu bir sistem nedeniyledir. Bu çarpık sistemin insan hayatını değersizleştirmesi sonucunda da böyle derin acılara neden olması kaçınılmazdır.
Üstelik yangının ardından yapılan haberler, yalnızca bu otel özelinde değil, genel olarak ülkemizdeki yapıların bu yazıyı yazarken Konya da bir bina çökmüştü- denetim eksikliklerini ortaya koyması açısından çok önemlidir.
İzlediğim haberler, sosyal medya paylaşımlarındaki görüntüler alevlerin ortasında, insanların hayatta kalma içgüdüsü ile verdiği mücadele, trajik bir cinnet ortamına dönüştüğünü gösteriyordu
Dumandan kaçmak için kendini pencereden atanlar, çarşafları birbirine ekleyerek aşağıya inmeye çalışanlar, kilitli kapıların ardında yardım bekleyenler, yakınlarıyla görüntülü konuşmaya çalışanlar…
Koridorlarda birbirine yardım edemeyenlerin acı dolu hikâyeleri, akabinde “bir sıra halinde dizilmiş“ yetkililerin -sanki Mars gezegeninde bir felaket yaşanmış da biz aslında “insani sorumsuzluk” gereği açıklama yapmak için toplandık denebilecek “sakil” duygusuzluğun, kameralara yansıyan dehşetli anlatısı olarak insanların çaresizliğini ve bu çarpık sistemin “duyarsızlığını” örtemedi.
Dante’nin Cehennemi, İnsanlığın Cezası mı?
Grand Kartal Otel’de yaşananlar, Dante’nin İlahi Komedyasında tasvir edilen cehennem betimlemelerinin günümüzde modern bir yansıması gibiydi.
Bu anlar, benim zihnimde adeta Dante’nin cehennem katlarındaki ruhların acıları gibi, bir düzenin kurbanı olmuş bireylerin trajedisini canlandırıyordu.
Burada cehennemi yaratan, yalnızca alevler değildi. Asıl cehennem, ihmalkârlığın ve çıkarcılığın yaktığı “vicdanlarda” saklıydı.
Dante’nin cehennemi, “bireysel günahların” bir aynasıdır. Ancak Grand Kartal Otel’de yaşananlar, “kolektif bir günahlar zincirini” ve insanlık olarak taşıdığımız sorumluluğun ağırlığını yansıtıyordu.
Cehennemin farklı katlarında acı çekenler gibi, burada da insanlar, toplumun sorumsuzluğu ve ahlaki körlüğü yüzünden aynı kaderi paylaştılar. Dante’nin kalemiyle yüzyıllar öncesindeki o cehennem tasvirleri, bu yangın faciasında yeniden hayat bulmuş gibiydi.
Dante’nin cehenneminde, günahkârlar eylemlerine göre ceza çekerken, burada adeta çağımızın “ahlaki günahları” somut bir şekilde sergileniyordu. İnsan hayatını değersizleştiren rant odaklı sistemler, sorumsuzluğun ve denetimsizliğin karanlık yüzüyle birleşerek, bizlere bir tür çağdaş cehennem yaratmıştır.
Bu olay, sadece bir yangın değil; insanlığın değerlerini, ahlakını ve sistemlerini sorgulaması gereken bir kırılma noktası olarak okunmalıdır. Bu çağdaş cehennem, bize kendi toplumsal düzenimizi gözden geçirme fırsatı sunuyor. Belki de Dante’nin cehenneminden farklı olarak, bu cehennemden çıkış yolu başta bireyler sonra da sistemlerin dönüşümünde saklı.
Öte yandan bu yangın, sadece “fiziksel” bir felaket değil, aynı zamanda ülkemizdeki “etik” çöküşünün de bir göstergesidir.
Kuşkusuz Grand Kartal Otel’deki trajedi, yalnızca yerel bir sorun değil; küresel ölçekte insan hakları ve değer kaybının da somut bir yansımasıdır. Bu olay, insan yaşamının ne denli kolay göz ardı edilebildiğini ve sistemlerin bireyleri koruma konusundaki yetersizliğini bir kez daha ortaya koymuştur. Oysa insanın yaşam hakkı, tüm sistemlerin temel önceliği olmalıdır. Bu öncelik olmadan, benzer felaketlerin önüne geçmek yalnızca bir hayalden ibaret olacaktır!
İnsana değer veren bir sistemin temel unsurları arasında güçlü denetim mekanizmaları, uluslararası standartlara uygun yasal düzenlemeler ve şeffaflık bulunur. Ancak bu unsurlar yalnızca kağıt üzerinde kaldığında, etkisiz ve anlamsız hale gelir. Denetim mekanizmaları, bir formaliteden öteye geçmeli; etkin, sürekli ve tarafsız bir şekilde işletilmelidir.
Ekonomik kalkınmayı değil, aynı zamanda insan onurunu ve yaşam hakkını da merkeze almamız bir zorunluluktur. Şeffaflık ise toplumsal güveni inşa eden temel taşlardan biridir. Hataların ve ihmallerin gizlenmediği, aksine çözüm odaklı bir yaklaşımın benimsendiği bir düzen kurmak zorundayız.
Ancak burada kritik bir soruyu sormak gerekiyor: Ülkemizdeki tüm düzenlemeler gerçekten insana mı değer veriyor, yoksa kar ve statüyü mü kutsuyor? Grand Kartal Otel’de yaşananlar, bu soruya acı ve net bir cevap vermiyor mu? Alevler arasında kaybolan hayatlar, sistemin önceliklerini sorgulamak için bir alarm niteliğindedir. İnsan hayatının değersizleştirildiği, rant ve iktidar odaklı politikaların ön planda tutulduğu bir sistemde, ahlaki çöküş kaçınılmazdır.
Ancak bu trajedi aynı zamanda bir dönüm noktası olabilir. Bu sorunun cevabını değiştirmek, bizim elimizde. Toplumsal farkındalık yaratarak, sorumluluğun yalnızca bireylere değil, sistemlere ait olduğunu vurgulayarak ve sürdürülebilir, insana öncelik veren bir gelecek inşa ederek bu karanlık döngüyü kırabiliriz.
Toplum olarak daha bilinçli ve kararlı bir şekilde hareket etmeliyiz. İhmalleri sorgulayan, otoriteleri hesap vermeye zorlayan, adalet ve eşitlik taleplerini yükselten bir sivil bilinç inşa etmek, geleceğimizi güvence altına almanın ilk adımıdır. Bu sadece bir bireyin ya da bir grubun mücadelesi değil; insan onuruna ve yaşam hakkına inanan herkesin ortak davasıdır.
Dante’nin cehennemi, umutsuzluğun değil, dönüşümün metaforudur. Tıpkı onun hikayesinde olduğu gibi, bizler de karanlığın içinden çıkabiliriz. Ancak bunun için önce, sorumluluklarımızı kabul etmeli, geçmişteki hatalardan ders almalı ve insan hayatını her şeyin üstünde tutan bir değer sistemi oluşturmalıyız. İşte o zaman, bu trajedi bir felaket olmaktan öte, bir dönüşümün başlangıç noktası olabilir.
Limbus, Dante’nin Cehennem katmanlarında günahsız ama vaftiz edilmemiş ruhların bulunduğu, umutla umutsuzluk arasında sıkışıp kalmış bir yer olarak tasvir edilir. Grand Kartal Otel’de yaşanan trajedi de bir anlamda modern bir Limbus gibiydi. Alevler arasında sıkışan insanlar, bir yanda yaşam mücadelesi verirken, diğer yanda sistemin ihmalkârlığı yüzünden bu sınırın ötesine geçemediler. Bu trajediyi yaratan sadece fiziksel bir yangın değil, aynı zamanda denetimsizliğin ve insani duyarsızlığın yarattığı ahlaki bir yangındı. Dante’nin Limbus’u, eylemsizliğin ve bilinçsizlikle yüzleşememenin bir aynasıdır. Tıpkı oradaki ruhlar gibi, bizler de bu ihmalkârlıkların kurbanı olan bireylerin ve toplumun, dönüşüm için harekete geçmek yerine karanlıkta bekleyip beklemeyeceğimizi sorgulamalıyız.
Unutmayalım ki, Dante’nin cehenneminde “Cehennemin en karanlık yerleri buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.”