“Ölümünün ardından yazılan veda yazılarında ona dair altı çizilen hususlar daha çok şıklığı, gustosu ve lüks yaşam tarzı oldu. Ne var ki bunlar, Güneri Cıvaoğlu’nun mesleki profiline dair fikir vermekten uzaktı. Sahi kimdi, nasıl bir gazeteciydi Güneri Cıvaoğlu? Gazeteciliğe nerede başlamış, nasıl yol almıştı?”
Bebek Otel’in içindeki Les Ambassadeurs Lokantası’nda bir araya gelmişlerdi, o gün… İstanbul Boğazı önlerinde uzanıyordu. Masada üç kişiydiler; Sabah gazetesi patronu Dinç Bilgin, Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu ve gazeteci Güneri Cıvaoğlu. Buluşmanın amacı, Cıvaoğlu’nu Sabah ailesine kazandırmaktı. “Sabah’ta her şey var!” diyordu Mutlu, Cıvaoğlu’nu ikna edebilmek için… “Dinç Bey prodüktör, ben yönetmen, sen de baş aktör olacaksın.” Benzetme maksatsız değildi. Ünlü gazeteciye üstü kapalı şekilde, “Benim yönettiğim gazetede çalışır mısın?” diye soruyor, bir de vurgu yapıyordu: “Ancak yıldızımız sen olacaksın!” Konuşmanın yapıldığı dönemde, Cıvaoğlu’nun yıldızının Babıâli’de Mutlu’nunkinden çok daha güçlü parladığının altını çizmeliyim. Cıvaoğlu, uzun yıllar Türk sağının en çok okunan gazetesi Tercüman’ın kaptan köşkünde oturmuştu. Daha sonra Ahmet Kozanoğlu-Ömer Çavuşoğlu sermayesi ile Güneş gazetesini çıkarmış, hem kurucu hissedarı hem de genel yayın yönetmeni olmuştu. “Sabah’ı Harrods gibi düşün,” diye devam etti, Mutlu… “Harrods’un bir katındaki bir bölümü düşün… Sen Burberry’s standı olacaksın!” Harrods, dünyanın en büyük ve en ünlü mağazalarından idi. Burberry’s ise belki de en çok ilgi gören standı…Bu anekdotu bizlere aktaran gazeteci Metin Münir, “Türkiye’nin en şık giyinen gazetecilerinden biri olan Cıvaoğlu’nu dünyanın en klas giysi markalarından (özellikle sağlam trençkotlarıyla ünlüdür) birine benzetmek belki de ters kaçan bir benzetme değildi.”1 yorumunu yapacaktı.
Güneri Cıvaoğlu artık hayatta değil… Ölümünün ardından yazılan veda yazılarında da ona dair altı çizilen hususlar daha çok şıklığı, gustosu ve lüks yaşam tarzı oldu. Gazeteci Ertuğrul Özkök “ilk hatıram” notu düşerek, dönemin başbakanı Turgut Özal’ı izlemek amacıyla çıkılan bir seyahat dönüşü Cıvaoğlu’nun onu Frankfurt’ta kahvaltıya davet ettiğini, “Caviar House” adında bara götürdüğünü, bir şişe şampanya, havyar ve somon füme sipariş ettiğini, -o günlerde- cebinde gelenlerin yarısını dahi ödeyecek parası olmadığı için paniğe kapıldığını, buna karşın Cıvaoğlu’nun, “Hürriyet’te yükseleceksin. Birkaç yıl sonra sen de bana ısmarlarsın.” dediğini yazdı. Özkök, “renkli bir insan” olarak tanımladığı Cıvaoğlu için şunları söylüyordu: “…Hayatı, yaşama biçimi, etrafında yarattığı aura, giyim tarzı, gittiği yerlerde gördüğü ilgi ile ancak iki tür etki yaratabilirdi. Büyük bir kesimde hasetlik…Küçük bir kesimde gıpta… Ben hep ikincilerden oldum. Benim için o José Ortega y Gasset’in 20’nci yüzyılda tarif ettiği elit gazeteci profilinin eşsiz bir örneğiydi. Yani kamu meydanında elini kolunu sallaya sallaya gezen bir aristokrat…” 2 Ne var ki yazdıkları, bu kıdemli gazetecinin mesleki profiline dair fikir vermekten uzaktı. Sahi kimdi, nasıl bir gazeteciydi Güneri Cıvaoğlu? Gazeteciliğe nerede başlamış, nasıl yol almıştı?
ILICAK’LA YAKINLAŞMASI KIRILMA NOKTASI
1939 Ankara doğumlu Nadir Güneri Cıvaoğlu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken başlamıştı, gazeteciliğe. Çalıştığı ilk kurum İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’in sahibi olduğu Akis’di. Bir müddet Yeni İstanbul’un Ankara bürosunda da çalışacak; Büyükelçi Faik Zihni Akdur’un kızı Canan Akdur’la evlenince Ankara’dan Strasbourg’a taşınacaktı. Eşi Canan Cıvaoğlu Avrupa Konseyi’nde çalışıyordu. Bu dönemde Fransızcasını ilerletti, Strasbourg Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nün -bir süre- derslerine girdi. Türkiye’ye dönüşünün ardından askerliğini İstanbul’da yedek subay olarak yapacak, Tercüman gazetesi patronu Kemal Ilıcak’ın ona iş teklif etmesi, hikâyesinde önemli bir kırılma noktası olacaktı. Nikâhta keramet vardır derler… Kemal Ilıcak, 1969 yılı Mayıs’ında Nazlı Çavuşoğlu ile dünya evine girmişti. Canan Cıvaoğlu’nun yakın arkadaşıydı, Nazlı… İki genç kız, Notre Dame de Sion’un son yılını birlikte okumuş, yüksek öğrenim gördükleri İsviçre’de birbirlerine can yoldaşı olmuşlardı. Bu sıcak ilişki, Ilıcak ile Cıvaoğlu’nu yakınlaştırdı. Cıvaoğlu, “…Birgün Kemal Bey enteresan bir şey söyledi,” diye anlatacaktı: “Ya bu gazetenin Abdi İpekçi’si olursun, güzel bir evde oturursun, mutfakta bir çalışanın olur, ama zengin olamazsın; ya da benim iş hayatındaki yardımcım olursun, ama zengin olursun… Kendin düşün karar ver. Ben sana her ikisini de teklif ediyorum… Unutmuyorum, karlı bir gündü. Eşim de o sırada Avrupa’dan gelmiş, Opera Otel’de kalıyoruz. Tabii ben çok memnun oldum. İnsanın askerdeyken iş teklifi alması çok güzel. Düşündüm ve gazeteci kalmaya karar verdim.”3
Tercüman’da ilk görevi, “Dış Haberler Sekreterliği” idi. Haftada bir gün dış politikaya ilişkin yazı da yazıyordu. Sonraları ekonomi yazılarına da başlayacaktı. Kıbrıs çıkarması onun için bir fırsat yarattı. “…19 Temmuz 1974 günü 05.30’da gazetedeydim. Kıbrıs Barış Harekâtını yıldırım baskı ile verdik. Tercüman benim yazımla çıktı. ‘Bakış’ adı altında o günden sonra her gün yazmaya başladım.”4 Yıldızı parlamıştı! Buna rağmen birtakım memnuniyetsizlikleri vardı. Bir dönem Tercüman’dan ayrıldı. Ertuğrul Soysal’ın başında bulunduğu Atlı Zincir’de çalışmaya başladı. Türkiye’nin ilk profesyonel yöneticilerinden Soysal, emeklilik hazırlığındaydı. Görevi Cıvaoğlu’na devretmekten dem vuruyor, genç adamı yeni pozisyonuna hazırlamaya çalışırken, “Soğuk demiri seveceksin!” gibi telkinlerde bulunuyordu. Olmadı, ısınamadı. Neyse ki Kemal Bey geçmişe dönük hesap tutmazdı. Atlı Zincir’de mutsuz olduğunu duyunca, sordu: “Tercüman’a ne zaman dönüyorsun?” “Bugün!” dedi, Cıvaoğlu. “Haber Merkezi Müdürü” sıfatıyla geri döndüğü Tercüman’ın künyesinde adı bir süre sonra “Genel Koordinatör” olarak yer alacak, bu atama Genel Yayın Yönetmeni Oktay Verel’in istifası sonucunu doğuracaktı. Makam boşalmış, önü açılmıştı. Genel Yayın Yönetmeni olarak Tercüman’a imzasını koyduğu bu ilk dönemi, “…Le Figaro hedefimdi. Bugün çok moda olan ‘liberal’ gazete deyimini ben o zaman kullanıyordum.” diyerek anlatacak, lafı getirip Abdi İpekçi’ye dayandıracaktı: “Abdi İpekçi’den de çok teşvik alıyordum. Abdi Bey, ‘Seni gençliğime benzetiyorum’ diyordu, bana.”5
1 Şubat 1979 gecesi İstanbul Maçka’da, evinin az uzağında, Mehmet Ali Ağca tarafından vurularak şehit edilen Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi… Yıllar hızla akacak, Güneri Cıvaoğlu 1997 yılında İtalya Ancona Cezaevi’nde Mehmet Ali Ağca ile Kanal D’deki “Durum” programında yayımlanmak üzere özel röportaj yapacaktı. Doğaldı; gazeteciydi. Hele ki kamu yararı görüyorsa herkesle röportaj yapardı. Ancak basın camiasını altüst edecek akçeli bir ayrıntı bir süre sonra Ağca’nın kardeşi tarafında sızdırılacak; röportajın yayımlanmasının akabinde, Mehmet Ali Ağca’nın annesi adına bloke edilmiş 20 bin doların çözülmüş olduğu bilgisi kamuoyuna yansıyacaktı. Cıvaoğlu ödemeyi yalanlamayacaktı. 20 bin doların Ağca’nın annesine bilgisi dahilinde aktarılmış olduğunu vurgularken, “…Bu röportaj, sadece aziz Abdi İpekçi’nin katlinin arkasındaki gerçekleri ortaya koymak amacını gütmekteydi.” diyordu: “Ancona Cezaevi’nde yapılan röportajdaki ödünsüz sorularım ve söylemim anımsanmalı. Ağca’ya yardım gibi saptırmalar, herhalde amaçlı ama safsatadır.”6
Elbette başarıları da olmuştu. Tercüman’ın dümenine geçer geçmez gazetenin içeriğini zenginleştirmeye çalışmış; yapılan büyük promosyon kampanyalarıyla yeni okura da çapari atılmıştı. Tirajı 460 bine çıkaran 9 taksi plakalı Anadol kampanyası bunlardandı. “…Vehbi Koç’a gittim ve 9 Anadol istiyorum’ dedim.” diye anlatacaktı: “Vehbi Bey düşündü ve sonra, ‘Senin şahsi muvaffakiyetin için ilan karşılığı vereceğim’ dedi.” Tercüman, “Milli Piyango biletinize bir ikramiye de bizden!” dediği gün ise 1 milyon adet gazete satmayı başaracaktı. Cıvaoğlu, “…Gazete iyi haldeydi. Gelen okur kalacaktı. Gazeteme güveniyordum” vurgusu yapacak, o günü şu sözlerle hatırlayacaktı: “…Ben, ‘Gazeteniz 1 milyonu geçti’ deyince Kemal Bey çok keyiflendi. Gazete sahiplerine ‘Gazetemiz’ denmez… Ben de ‘Gazeteniz’ dedim. Çok memnundu…” Durup bir kahkaha atacak, sonra, “Ancak her şeyin bir zamanı var!” derken durgunlaşacaktı: “… Bizde de bir şeyler zamanla tıkandı. Doku gevşemeye başladı. Bir kanıksama oldu. Önce tirajı, sonra beni… Gergin konuşmalarımız da oldu, arada…” Bir gün, “Ben ayrılıyorum!” demişti, Kemal Ilıcak’a. Ilıcak duymazdan gelmişti, Cıvaoğlu’nu… Fakat kararlıydı. Ayrılık öyküsünü, “…Kemal Bey benim için bir kokteyl vermişti,” diye anlatacaktı: “Güzel de bir konuşma yaptı. ‘Güneri ayrılıyor. Kendisi için bir şeyler yapacak. Ona daima arka çıkın. Çünkü halen sizin genel yayın yönetmeninizdir!’ gibi hoş sözler söyledi.”
BAVULLA ÖDENEN TRANSFER ÜCRETLERİ
Nazlı Ilıcak’ın ağabeyi Ömer Çavuşoğlu ile günlük bir gazete çıkarma hazırlığında olduğu söylentisi Babıâli’de dillendirildiğinde, ilişki sarsılacaktı!
Aslında Tercüman’dan ayrılırken aklında dergi çıkarmak vardı, Cıvaoğlu’nun… Ömer Çavuşoğlu ile anlaşmış, Playboy dergisinin temsilciliği bu öngörüyle alınmıştı. Ne var ki yakın dostu Ercan Arıklı, “Gazete yap, sana o yakışır!” telkininde bulunuyor, bir İstanbul ya da bölge gazetesi çıkarmasını öneriyordu. Tutmuş bir model üzerinden yürümeyi düşündü önce… İzmir’e gitti ve Yeni Asır’ın sahibi Dinç Bilgin’e gazetesinin yarısını satın alarak, Yeni Asır’ı İstanbul’a taşımayı önerdi.7 Teklif, Bilgin için cazip değildi. Gazetesini satmayı düşünmüyordu. Ayrıca Kozanoğlu-Çavuşoğlu ikilisinin bu işin ardında olduğunu öğrenmek ürkütmüştü onu. “Güneri kusura bakmasın!” mesajını avukatı Ahmet Pekin aracılığıyla iletti: “Bu ortaklıkta biz yokuz.” Cevap olumsuzdu ancak büyük bir kayıp değildi. Zira Kozanoğlu- Çavuşoğlu ortaklığının nakit akışı sağlamdı. Libya ve Türkiye’de müteahhitlik işleri yapıyorlardı. Kastelli de dahil, piyasa bankerleriyle çalışan Hisarbank’ın da sahipleriydiler. İşte kuracağı gazeteye transfer edilecek isimleri, bu özgüvenle belirleyecek, Güneş’e davet edilen yazarlara transfer ücretleri bavulla takdim edilecekti. Yüksek maaşlar da cabası…Babıâli için bir ilkti, bu… “Bizim için esas sendika Güneri Cıvaoğlu’dur!” esprileri, tam da o günlerde moda olacaktı. Güneş’e davet edilenler arasında, bazı Tercüman çalışanları da vardı. Rauf Tamer’in tanımlamasıyla, “Kemal Ilıcak’ın böğrüne saplanan 66 hançer!” Cıvaoğlu, konu ne zaman açılsa, “Ben Tercüman’dan kimseyi almak istemedim,” diyecek ve bu işin sorumlusu olarak Ömer Çavuşoğlu’nu işaret edecekti: “…Kemal Bey’le Ömer bir gece görüşüyorlar, tartışıyorlar. Tatsız konuşmalar oluyor. Ömer o görüşmeden sonra geldi ve ‘Ben Tercüman’dan istediğimi alacağım Güneri!’ dedi.”8
Ömer Çavuşoğlu, Nazlı Ilıcak’ın ağabeyi, Kemal Ilıcak’ın ise sevgili kayınbiraderiydi. Gazete çıkarma hazırlığını, her nedense Ilıcak’tan saklı tutmaya çalışmış, sorulduğunda ise uzun bir süre inkâr etmişti. Necmi Tanyolaç, İslam Çupi gibi önemli isimlerin Tercüman’dan Güneş’e transfer edilmesi, ilişkiyi tamamen kopardı! Kemal Ilıcak, ihanetten dem vuruyor, hop oturup hop kalkıyordu: “Beni batırmak mı istiyorlar!” Nazlı Ilıcak’ın öfkesi ise eşininkinin de ötesindeydi. Ilıcak çifti, olup bitenden sadece Çavuşoğlu’nu değil, Cıvaoğlu’nu da sorumlu tutacaklardı. Güneri Cıvaoğlu, o günler hatırlatıldığında, “…Aramızdaki küslük uzun da sürdü!” diyecekti.
MAAŞI REKLAM HARCAMASI OLARAK DEĞERLENDİRİLDİ
Güneş gazetesi, kariyerinin pik noktası olacaktı, Cıvaoğlu’nun… Öyle ya Güneş’in hem kurucusu hem de hissedarıydı. Kısa bir süre için!.. “Kale gibi banka!” sloganıyla, halktan yüksek faiz vaadiyle mevduat toplayan Hisarbank’a, 27 Ekim 1983 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ve Ziraat Bankası eliyle el konulması, gazeteyi mali krize sürükleyecekti. Borçlar bir yana, maaşlar dahi düzenli ödenemiyordu artık. Gazete personeli, hele de bavulla transfer ücreti almamış olanlar için zor günlerdi. Çare kalmamıştı; teklifler masaya konuldu ve Güneş, Trabzonlu iş insanı Mehmet Ali Yılmaz’a satıldı. Güneş’teki ilk dönemi böylece noktalanıyordu, Cıvaoğlu’nun… Tiraj, dramatik bir şekilde düşmeye başlayınca Mehmet Ali Yılmaz tarafından göreve davet edilecek, Güneş’i bir dönem daha yönetecekti.
Dinç Bilgin ve Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu ile Les Ambassadeurs’da bir araya geldikleri gün, Güneş sayfasını topyekûn kapatmıştı. “…Baş aktör olacaksın!” diyen Mutlu’ya karşılık olarak cebinden bir paket Amerikan sigarası çıkarıp masanın üzerine koydu. “Birinci sayfada bu büyüklükte bir yer istiyorum!”9 Taraflar birlikte çalışma konusunda istekli olunca, uzlaşma hiç de güç olmadı. Gelgelelim ucuz bir yazar değildi. İstediği maaş, Sabah’taki en yüksek maaşın öylesine üstündeydi ki Dinç Bilgin, Genel Müdür Çetin Gürel’e, “Bu ikimizin arasında kalsın!” deme ihtiyacı duyacak, “Hatta maaşını bankaya sen özel olarak yatır, senin yardımcıların bile bunu bilmesin!” diyerek uyaracaktı: “Biz bunu maaş olarak görmeyelim. Reklam harcaması olarak görelim.”10
“HANEDAN-I ÂLİ ÖZAL’IN VAK’A NÜVİS’İ”
Cıvaoğlu, Sabah’ta yazmaya başladığında, iktidarda Turgut Özal başbakanlığında 45. Türkiye Hükümeti bulunuyordu. Sabah, Özal politikalarına yakın çizgide bir yayım politikası izlemekteydi. Elbette gazetenin havası, Cıvaoğlu’nun yazılarına da sirayet ediyordu. Babıâli’nin hiciv ustalarından Hasan Pulur, fırsatı kaçırmayacak, Cıvaoğlu için bir yakıştırmada bulunacaktı: “Hanedan-ı Âli Özal’ın Vak’a nüvis’i”
1988 yılının son günleriydi… Başbakan Özal, iktidarının ilk günlerinde basınla “bahar havası” yaşayan tonton lider olmaktan çok uzaktı, artık. Basını demokrasi adına yıkılması gereken oligarşik bir kuvvet olarak görüyor, başta muhalifler olmak üzere, gazetecilere yönlendirdiği öfkesini her fırsatta ifade ediyordu. 1986 Eylül’ündeki ara seçim başarısızlığı, 1987 yılı Şubat ayında geçirdiği by-pass ameliyatı, kızı ve damadının servetine ilişkin gündemden düşmeyen haberler, siyasi yasaklara ilişkin referandumda yasağa devam anlamına gelen “Hayır”a verdiği desteğin eleştirilmesi, Özal’daki gözle görülebilir değişikliğin bir solukta sıralanabilecek birkaç nedeniydi. Basının yalan yazdığını, köşe yazarlarının siyasi partilerin amigoları olduğunu söylüyor, köşe yazarlarına isimler takıyordu. Örneğin Hasan Cemal’i “sol amigo” olarak tanımlıyordu. Metin Toker “enişte amigo”. Nazlı Ilıcak “hercai amigo”. Buna karşın, kimi muhalif kalemler de Özal’ın yakın çevresinde bulunan gazetecileri “konut muhabirleri”, “konut borazancıbaşıları” ya da “refakat muharrirleri” olarak adlandırıyor, karşılıklı sataşmalar sürüp gidiyordu. Ne var ki “Hanedan-ı Âli Özal’ın Vak’a nüvis’i” yakıştırması, Cıvaoğlu’nun canını sıktı!
Kalem kavgalarının cengâverlerinden biri değildi. Aksine, polemiklerden olabildiğince uzak durmaya gayret ederdi. Buna rağmen Pulur’a cevap verme ihtiyacı hissetti. 27 Aralık 1988 tarihli yazısında, “…Geçmiş iktidarlardan en küçük bir menfaatim olmamıştır… Bugünkü Özal iktidarından da en küçük bir menfaatim, en küçük bir beklentim yoktur ve olmayacaktır. Sadece doğru bildiğim şeyi yazarım, doğru bildiğim gazeteciliği yaparım. Ve öyle kalacağım.” 11 diyor; makalesini, “Karalama erbabı bunu böylece bilsin” diyerek bitiriyordu.
NAZLI ILICAK’A SORU
Hasan Pulur’un üretmiş olduğu kavram, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı’nın “Basın Özgürlüğü ve Basının Sorumlulukları” konulu toplantısında iki eski dost arasında sert tartışmaya yol açacaktı. Nazlı Ilıcak, “…Hasan Pulur’un tabiriyle ‘Konut Vak’a nüvisleri’, Metin Toker’in tabiriyle ‘Konut muhabirleri, borazancıbaşıları’ türemiştir.” deyince Cıvaoğlu bunu bir sataşma olarak değerlendirecek, sorular bölümünde, “Nazlı Ilıcak’a sorum şu!” diyerek yüklenecekti: “Gazetenizin maddi menfaatlerini korumak için gazete sahibi muhterem eşinizin ve gazetenizin bazı yazarlarının iki yılı aşkın bir süredir Başbakan Özal’la görüşmelerde şefaat ve menfaat dilekleri olmuş mudur ve halen olmakta mıdır? Eşiniz ve gazeteniz için bir başka gazete sahibi Başbakan Özal’a Davos’ta himayeleri ricasında bulunmuş mudur? Bu himaye yerine getirilecek midir? Getirilmişse nasıl olmuştur?”12
Sorunun adeta bir düello daveti olduğunu söylememe gerek yok. Oysa kavramı kullanırken isim vermekten kaçınmıştı, Ilıcak… Fakat ok yaydan çıkmıştı. Nazlı Ilıcak geri durmayacaktı: “Geçenlerde bir albümü karıştırıyordum. Sayın Cıvaoğlu ile eşinin, ben ve eşimle birlikte çekilmiş bir fotoğrafını buldum. Yıllar öncesine ait. Cıvaoğlu altına, ‘Beni yaratan sizlere ömrümün sonuna kadar müteşekkir kalacağım’ diyordu. Gerçekten de bu müteşekkir oluşunu Güneş Gazetesi olayından beri belli etmektedir.” 13 Ilıcak, Tercüman’daki durumu ise şu sözlerle açıklayacaktı: “…Cıvaoğlu’nu mesleğe ilk girdiği günlerden beri tanıyorum. Çok sevdiğim bir arkadaşımın da eşidir. Acaba mesleğe kaç parayla başlamıştır, bugünkü maddi durumu nedir? Acaba Kemal Ilıcak, Turgut Özal iktidara geldiğinde ne gibi bir servete sahipti, bugünkü maddi durumu nedir? Demek ki Kemal Ilıcak maddi meseleler yüzünden haysiyetini veya meslek ahlakını satmamıştır. Kemal Ilıcak bugün yalısından arsasına kadar her şeyi müessesesini ayakta tutmak için satmıştır. Evet ben de müesseseye daha fazla zarar vermemek için yazı yazmayı bıraktım… Bugünlerde başlayacağım…”14
BİTLİ YORGAN VE ORDU İÇ HİZMET KANUNU
Ilıcak ve Cıvaoğlu, 28 Şubat sürecinde de farklı saflarda yer alacaklardı!.. Cıvaoğlu, 1996 yılında Sabah’tan ayrılmış ve Aydın Doğan’ın Milliyet’ine geçmişti. Başyazar idi. Kanal D Haber’de de günün yorumunu yapıyordu. Yakın tarihimize “post-modern darbe” olarak geçecek olan 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısının akabinde yapacağı yorum unutulmayacaktı. Cıvaoğlu, Meclis’ten güvenoyu almış 54. Türkiye Hükümeti’nden “bitli yorgan” şeklinde bahsediyor, her askeri müdahalede dayanak olarak sunulan Ordu İç Hizmet Kanunu’nu da gündeme getiriyordu. Cıvaoğlu, “Genelkurmay’da bugün tarihi bir brifing verildi,” diye başlayan ekran konuşmasında şunları söylüyordu: “Durum gerçekten vahimdir. Silahlı Kuvvetler’in, artık iyi bildiğimiz ve yaklaşık onar yıllık aralıklarla karşılaştığımız İç Hizmet Yasası bağlamında laik cumhuriyeti korumak ve kollamak üzere ‘Durumdan vazife çıkarmak’ söylemi anlamlı bir mesajdır. Keşke demokrasinin tatile çıkmasına çanak tutanlar ve de onların çanak yalayıcıları, bu pisliğin üzerinde uçuşan sinekler, yaklaşan fırtınayı sezebilseler. Göbekleri çıkarla bağlanmış liderlerin sahipliğine ‘Hayır’ diyebilecek ve siyaset köleliğini içine sindiremeyecek DYP’lilere ihtiyaç var. Demokrasimizi kurtarmalıyız. Türkiye, ‘Refah-Yol’ adlı bu bitli yorganı, artık sırtında taşıyamaz.”
Mesleğini icra edebilme gücünü ancak ve ancak hukuk devleti ve tüm unsurlarıyla işleyen özgürlükçü demokrasiden alan gazeteci için, en hafif değerlendirmeyle talihsiz bir yorumdu bu… Hürriyet ve Sabah gazeteleri, Şemdin Sakık’ın “sözde” ifadelerinden dem vurarak, Türk basınının önde gelen bazı kalemlerinin PKK ile para ilişkisi içinde olduklarını iddia eden haberi 25 Nisan 1998’de manşetten verdiklerinde acaba o yorumu bir kez daha düşünecek miydi?.. Hedef gösterilen gazeteciler arasında dost isimler de vardı. Biri de Mehmet Ali Birand idi. Dönemin Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, gazeteci Hazal Özvarış’ın ısrarlı soruları karşısında, “…O manşetin çıktığı gece Güneri Cıvaoğlu’nu aradım ve dedim ki, ‘Bu gece Papermoon’da tam ortadaki masayı ayırtalım, Mehmet Ali Birand’ı alalım ve sizinle birlikte onunla dayanışma içinde olduğumuzu bütün İstanbul’un, tanınmış insanların önünde gösterelim.’ Bunu da yaptık.”15 diyebilecekti…
Unutmamalı; 2000 yılı sonbaharında “Andıç” başlığı taşıyan bir belgenin basına sızdırılmasıyla, gazetecilere, Genelkurmay istihbaratınca hazırlanmış düzmece belgelerle iftira atılmış olduğu ortaya çıkacak, ancak hedef gösterilen gazeteciler aradaki süreçte çalıştıkları gazetelerden kovulacak ve işsiz kalacaklardı.
Oysa gerek Milliyet gazetesindeki yazıları gerekse televizyon programlarıyla, çalıştığı son kurumda 28 yıl boyunca görevinin başında olacaktı, Güneri Cıvaoğlu… Milliyet’in başyazarı idi. “Şeffaf Oda” adlı magazin programına da devam ediyordu. Çalıştığı medya grubunun Doğan ailesi tarafından Demirören ailesine satılması da yeni yönetime dair “yandaşlık” sataşmaları da onun rutinini bozmayacaktı. Belki de aslolan sadece gazeteci olmak değil, orada kalmaktı.
1 Sabah Olayı, Metin Münir, s.157.
2 “Kimse benden Güneri Bey için tarafsız bir yazı beklemesin”, Ertuğrul Özkök, 3 Ekim 2024, T24.com.tr
3 Dost -Kemal Ilıcak, Yayına Hazırlayan: İrem Barutçu, s.59.
4 Güneri Cıvaoğlu ile Dost-Kemal Ilıcak adlı eserin hazırlanması sürecinde yapmış olduğum özel röportajdan.
5 A.g.r.
6 “Yılmaz Özdil’in Ağca’ya 20 bin dolar verdi diye ima ettiği isim Güneri Cıvaoğlu çıktı”, 25 Eylül 2012, medyatava.com
7 Sabah Olayı, Metin Münir, s.156.
8 Güneri Cıvaoğlu ile Dost-Kemal Ilıcak adlı eserin yayına hazırlanması sürecinde yapmış olduğum özel röportajdan.
9 Sabah Olayı, Metin Münir, s.157.
10 A.g.e., s.158.
11 Yazarlar ve Kavgalar, Nazlı Ilıcak, s.250-254.
12 A.g.e., s.255.
13 A.g.e., s.256.