Yıl 2009…
O dönemler balık çiftçiliği atıkları için denizi kirletmemek üzere bir araştırma yapmıştık.
Malum ya, ilk yazımızdan hatırlayacaksınız, muzır fok ailesi bizim kafesleri yok denecek kadar balığı azaltmıştı.
Uzun zamandır arkadaşlarımız bu proje üzerine çalışıyorlardı.
Haklı olarak denizlerin kirlenmesine karşı titizleniyorduk, ortalığı çöplüğe çevirmek istemiyorduk.
Gelin de şimdi Bodrum’u bir görün; her yerde inşaat, denizin dibi bir karış derinliğinde çamur, ne ararsanız var: Demir çubuklardan tutun kiremit, çimento, duvar molozlarına kadar her şey… Gel de kahrolma!
Ege Denizi, yarısı Yunanistan’ın yarısı Türkiye’nin… İnsanlığın ortak mirası bir coğrafya!
Bu coğrafyada en sevdiğim şey, yazları, Bodrum’dan Symi ve Leros adalarına gitmektir.
Orada yüzdüğünüz zaman rengârenk, allı pullu balık sürüleri, ağır başlı deniz kaplumbağaları arasında ve berrak mı berrak bir denizde yüzüyorsunuz.
Oysa Bodrum leş gibi.
Herkes Bodrum’un halen temiz olduğunu zanneder, çünkü eskisini bilmez. O Gölköy’deki pina bahçeleri mi desem… Yalıkavak Kızıl Ada’daki mercanları mı anlatsam…
Leros adasındaydık, bir gün Pandeli Koyu’na tekne ile gitmiştim. Türkiye’de Şeker Bayramı idi. Koyda Türk bayraklı birçok tekne vardı; güvertesi Türklerden Mavi Gezi’ye çıkmış tatilci dolu…
Emin olun, ben tatilimden bir şey anlamadım, çünkü bütün gün şnorkelimi takıp denizin dibinden Türkiye’den getirilmiş alüminyum gazoz ve bira kutularıyla ve plastik ayran kutularını çıkartmıştım. Neden mi? Apaçık değil mi; bizlere çöpçü demesinler diye…
Ben böyle rezalet görünce deliriyorum dostlar; ne estetikten anlıyoruz ne de temizlikten… Avrupa’da, haydi uzağa gitmeyelim, Yunanistan’da araba ile bir köyden geçtiğinizde, evlerin önünde büyük peynir veya zeytinyağı tenekelerinin üstüne yapılmış resimleri, toprağında boy vermiş begonvilleri ve renk renk çiçekleri görürsünüz; içiniz açılır.
Ya Türkiye’de?
Bir keresinde, Datça Palamut Bükü Koyu’na gitmiştik bir arkadaşın teknesi ile…
Deniz nispeten fena sayılmazdı, ama ya o kıyıdaki mezbelelik… O restoranların görüntü kirliliği. Çok mu zordur, ellerine birer fırça alıp duvarları, saksıları boyamak!
Buna milyon milyon dolar lazım değil ki!
Bir fırça ve bir kutu boya sadece. Estetik ne kadar da önemli.
Neyse biz konumuza dönelim. Laboratuvarda araştırmalar yapılıyordu, demiştik.
Balıkların dışkıları bir büyük branda bezine düşüyor ve orada duran bir büyük hortum yardımı ile dışkılar karadaki tanklara çekiliyordu. Denizi çok sevdiğim için kış zamanı da denize girerdim. O bir zamanlardı, tabii gençken. Balık çiftliğimizde iki havuz vardı. Ben her zaman balık adam elbisemi giyer, denize kışın aldırmadan girerdim.
Bir gün, Kasım ayının zemheri başlangıcı olmuş, denize giriyorum ve dizimde bıçağımla ağları kontrol ediyorum, bir de ne göreyim! Karşımda kocaman bir buçuk metrelik bir balık, asık suratlı bana doğru geliyor. Tabii ki adrenalinim bir yükseldi, sormayın.
Panik!
Eyvah, bu balık olsa olsa köpek balığıdır dedim. Kulağımda “Shark” filminin korku müziği çalıyor sanki… O anda deliler gibi sahile yüzmeye başladım. Kıyıya çıktıktan sonra laboratuvarın içine girip monitörden neyin geldiğini görmeye çalıştım, öyle çok korkmuştum ki zangır zangırım; titriyorum.
Hani köpek balığı beni kovalıyor sanmıştım ya, sonra monitörden bakınca bir akya sürüsünün kafeslerin içindeki balıkları görüp mama peşinde dolaştığını gördüm. Aşağı yukarı bir buçuk metre irilikte, sürüden ayrılmış bir akya balığı imiş…
Akya olduğunu bilsem kaçar mıydım hiç!
Çiftlik balıklarını çantada keklik görüp yaklaşan bu akya “Ava giden avlanır” misali, benim avım olurdu. Bir güzel saşimi ve elma sirkeli mayonezli akya balığı salatası yapardım.
Akya Ege’nin tombul balığı; bir lezzetlidir sormayın.
Şimdi gel de İstanbul Boğazı’ndaki, Marmara’daki binlerce çeşit balıktan ne kadarının kaldığına bakın.
Ben prensip olarak yenilecek boya gelmeyen balıkları satın almam.
Çünkü siz satın aldıkça, daha çok avlıyorlar ve maalesef balıklar yumurtalarını bırakacak boyda olmadıkları için soyları da tükeniyor.
Geçen gün balıkçımın önünden geçiyordum ki, bir baktım hamsi balığı uskumru kadar irileşmiş…
Hemen satın aldım, akşama da bir güzel hamsili pilav yaptım.
Ahhhh nerede o çocukluğumun balıkları, diyorum ve tariflerimi veriyorum.
AKYA SASHİMİ
Malzemeler
- 1 kg akya balığı (yatay olarak, kağıt inceliğinde fileto kesilmiş)
- 1 adet limon kabuğu(ince rendelenmiş)
- 1 limon suyu
- 1-2 çorba kaşığı beyaz şarap sirkesi
- 1 tatlı kaşığı şeker
- 1 tatlı kaşığı tuz
- çekme karabiber
- 1 tatlı kaşığı dijon hardalı
- 1 tatlı kaşığı elma sirkesi
8-10 KİŞİLİK
-Balık dışındaki tüm malzemeleri bir kapta iyice karıştırarak marine sosunu hazırlayın
-Balıkları büyük bir tabağa dizdikten sonra üzerine marine sosunu dökün
-Üzerini streç filmle kaplayarak buzdolabında 12 saat boyunca dinlendirin
-pişirmeden servis edin.
HAMSİLİ PİLAV
Malzemeler
- 2 kg hamsi (başları ve kılçıkları ayıklanmış)
- 3 su bardağı pirinç
- 3,5 su bardağı su
- 2 adet soğan ( küp küp kesilmiş)
- 3 çorba kaşığı dolmalık fıstık
- 3 çorba kaşığı kuş üzümü
- 4 çorba kaşığı kuru üzüm
- 1 demet dereotu (ince kıyılmış)
- 1,5 tatlı kaşığı yenibahar
- 1,5 tatlı kaşığı tarçın
- 1,5 fincan z.yağı
- 1,5 tatlı kaşığı karabiber
8 KİŞİLİK
-Pirinci ayıklayıp yıkadıktan sonra ılık suya koyup 1 saat bekletin
-Soğanlari dolmalık fıstıkla kavurun sırasıyla kuş, kuru üzüm, tuz ve karabiberi ekleyip kavurmaya devam edin
-3,5 bardak su ekleyin ve su kaynadıktan sonra süzdürülmüş pirinç, tarçın, ve yeni baharı ekleyerek kısık ateşte, pirinçler göz göz olana kadar pişirin
-Aldığınız pilava ince doğranmış dereotunu ekleyin ve kapağını kapatıp 20 dakika boyunca demlemeye bırakın
-Yağlanmış bir tepsiye ayıklanmış hamsilerin yarısını dizin, üzerine pilavı döktükten sonra düzeltin
-Hamsileri pilavın üzerine tekrar dizin ve bunun da üzerine zeytinyağı sürün
-170 derecede ısınmış fırında üzeri kızarana kadar pişirin.