Siyasi otoritenin medyayı dizayn çabası bugünlere özgü değildir. Kıbrıslı Türk iş insanı Asil Nadir’in Günaydın gazetesinden başlayarak Türk basınına yapmış olduğu yatırımlar irdelenirken dönemin başbakanı Turgut Özal’ın rolü iyi değerlendirilmelidir. Özal, Nadir’i, 8 Mart 1989 akşamı bir emrivakiyle Hürriyet gazetesi patronu Erol Simavi’yle aynı masaya oturtacak, büyük öfkeye kapılan Simavi, “…Gel benimkini de al… Yalnız ben on iki sıfırlı isterim!” diyerek rakibine kafa tutacaktır. O gece o masada bir başbakanın bir medya patronundan duyabileceği en ağır sözler de telaffuz edilecektir: “…Turgut Bey, sen de aracılık yap. Sana da yüzde on verelim. Seçim geliyor, paraya ihtiyacın vardır!”
ASİL NADİR: BİR ÖLÜMÜN HATIRLATTIKLARI
8 Mart 1989, Harbiye Orduevi 19. Kat… Başbakan Turgut Özal’ın sofrasında Hürriyet gazetesi imtiyaz sahibi Erol Simavi ile Sabah gazetesi patronu Dinç Bilgin bir araya gelmiştir, o akşam… Yalnız da değildirler. Simavi, kurmayları Oktay Ekşi ve Çetin Emeç’le birlikte iştirak etmiştir, başbakanın davetine. Bilgin ise, Zafer Mutlu ve Güneri Cıvaoğlu’yla… Masada birkaç sandalye boştur. Simavi’nin gözünden kaçmayacak bir detaydır, bu… “Hanımefendi mi teşrif edecekler?..” Turgut Bey, “Hayır” diye cevap verir. Semra Hanım o gece bir başka yerdedir. Gelgelelim masaya başka kimlerin beklendiği bilgisi verilmez. Ana yemek faslı bitmiş, tatlı aşamasına gelinmiştir artık. Kapı açılır ve Kıbrıslı Türk iş insanı Asil Nadir telaş içinde salona girer. Asistanı Çavlan Süerdem ile başbakanın oğlu Ahmet Özal da beraberindedirler. Buz gibi bir hava eser, o anda… Simavi, “Konuklarınız olacağından haberimiz yoktu!” diyerek Özal’a sitem eder ve yerinden kalkar. “…Sayın Başbakan, senin evinde bir papatya var. Benim de bir kasımpatım var, epeydir görmüyorum. Canım kasımpatı koklamak istiyor. Ben gidiyorum.”1 Asil Nadir, “Erol Bey, nereye gidiyorsun yahu!” diye sorar, Hürriyet’in patronuna… “Hayatım boyunca bu anı bekledim. Otur da biraz konuşalım.” Özal da, “Yahu otur Erol Bey!” der… Simavi masaya döner. Ne var ki, “…Sayın Asil Nadir burada olduğuna göre herhalde Babıâli’yi nasıl düzelteceğini bize anlatır!” diyerek başladığı konuşmaya sertleşen bir üslupla devam edecek, ona “Gitme, kal!” diyenleri pişman edecektir: “…Hesap ettirdim 50 milyardan fazla zarar edeceksin! Ne hakkın var. Kimin parasını harcıyorsun?” Nadir, Süerdem’e dönerek 50 milyarın sterlin olarak tutarını soracak ve “Para benim için önemli değil!” diyerek karşılık verecektir: “… Benim için bu para peanut (fındık-fıstık) parasıdır.” Simavi, artan hiddetiyle “Bak Asil kardeşim,” diyecek ve orada bulunanların kanını donduran o sözleri söyleyecektir: “…Diyorlar ki, sen diyormuşsun ki, ‘Ben Günaydın gazetesini Erol Simavi’nin ağzına yapmak için aldım.’ Ağız burada ulan! O trilyonları bana ver, gel buraya yap!” Bir yandan konuşurken, bir yandan da sözlerinin etkisini artırmak amacıyla eliyle ağzını açmakta ve başını hafifçe yukarı kaldırmaktadır!2 Tanık olduğu konuşmanın hoşnutsuzluğu ile başbakanın suratı asılmıştır. Gelgelelim Özal’ın sessizliği dahi Simavi’nin öfkesini törpülemesine yetmez. Asil Nadir’e dönecek ve “…Sen bütün gazeteleri satın alıyorsun!” diyecektir: “Gel benimkini de al!” “Alırım!” İşte bu cevap karşısında Simavi rakibine, “Yalnız ben on iki sıfırlı isterim!” diyerek meydan okuyacak, bu arada Başbakan Özal’a dönerek, “Turgut Bey sen de aracılık yap. Sana da yüzde on verelim…” teklifinde bulunacaktır. “…Seçim geliyor, paraya ihtiyacın vardır!”
“ASİL NADİR-HÜRRİYET PAZARLIĞI”
O masanın çevresinde bulunan gazeteciler ertesi gün ne Erol Simavi’nin Asil Nadir’e, “…Gel benimkini de al! Fakat ben on iki sıfır isterim”, ne de Özal’a “…Sen de aracılık yap! Sana da yüzde on verelim” dediğini yazdılar. Yemeğe ilişkin kayıtlar, başbakanın moralsiz göründüğü, donuk yüzü ve dalgın ifadesine yönelikti. Kamuoyu, Özal’ın sofrasında yaşanan ibreti alemlik diyalogu ancak birkaç ay sonra Sabah gazetesinin atmış olduğu “Asil Nadir- Hürriyet Pazarlığı” başlıklı haberin içeriğinden öğrenebildi. “İş ve politika dünyası, son günlerde Asil Nadir ile Hürriyet gazetesi sahibi Erol Simavi arasındaki pazarlığı konuşuyor. Hemen her gün bu pazarlığın bittiği, Hürriyet’in eylül ayı sonunda Asil Nadir’e devredileceği iddia ediliyor.” diye başlayan haber şöyle devam ediyordu: “…Hürriyet grubu yetkilileri böyle bir pazarlığı reddederken Asil Nadir’in adamları, ‘Kısa süre sonra bu iş tamam’ diyorlar. Bu arada Özal’ın ve Güneş Taner’in de bulunduğu bir toplantıda Erol Simavi’nin, ‘Haberiniz olsun ben Asil Nadir’le pazarlık masasına oturdum’ dediğini bilenler Hürriyet’in kısa bir süre içinde el değiştireceğine kesin gözüyle bakıyorlar. Erol Simavi, mart ayında yine Başbakan Özal’ın da bulunduğu bir yemekte Asil Nadir’e ‘Benim gazetemi de al ama bir trilyonu hazırla,’ demiş, sonra da Özal’a dönüp, ‘Sen de aracılık yap, yüzde on komisyonunu al,’ diye konuşmuştu.”3
Satışın gerçekleşmesini çok istediği vurgulanan Başbakan Özal’ın, gelişmeleri oğlu Ahmet Özal aracılığıyla yakından takip ettiği bilgisi, haberin önemli detaylarındandı. Sabah’a göre, Erol Simavi Hürriyet için 600 milyon dolar (1 trilyon 300 milyar lira) istemiş, Nadir ise 300 milyon dolardan (650 milyar lira) yukarı çıkmamıştı. Hürriyet, birkaç gün sonra Sabah’ın haberini Çetin Emeç’in kaleme aldığı “Satmak- Almak… Ve, yatırarak büyütmek üzerine”4 başlıklı yazıyla yalanlama yoluna gitti. Spekülasyonlara bir süre sonra Erol Simavi de cevap verme ihtiyacı duyacak, gazetesinin birinci sayfasından “İnsan Hürriyet’ini satar mı?..”5 diye soracaktı.
İNGİLTERE’NİN 30. ZENGİNİ
Ticaret hayatına aileden devraldığı mütevazı bir tekstil firmasında başlamıştı. Raymond Zelker adlı tüccardan üç beş kuruşa satın aldığı Polly Peck International PLC hisselerinin yükselmesiyle 80’li yılların ikinci yarısından itibaren gerek dünya gerekse Türk basınının dikkatlerini üzerine çekecekti, Asil Nadir… Londra’da Hintli ve Pakistanlıların rağbet ettiği şehrin doğu kesimindeki Commercial Road’dan yönettiği şirketlerini, birkaç yıl içinde kentin merkezindeki ünlü Berkeley Square’e taşımayı başarmış; The Sunday Times gazetesinin yapmış olduğu zenginler listesinde 500 milyon sterlinlik şahsi servetiyle İngiltere’nin 30. zengini ilan edilmişti. Polly Peck hisselerinin tavan yaptığı bu dönemde o da hızlı bir büyüme sürecine girdi. Yatırımlarının bir kısmını Türkiye’ye yönlendirmişti. 1985 yılında, Başbakan Turgut Özal’ın da katılımıyla Manisa’da Vestel fabrikasını açtı. Bu dev tesis renkli televizyon ve elektrikli ev aletleri üretecekti. Titibank’ı satın alarak, “Impexbank” adı altında bankacılık faaliyetlerine başladı. Ayrıca Polly Peck’in Türkiye’de sermayesini kontrol ettiği 5 gıda kuruluşu bulunuyordu. Bu kuruluşlardan, dünyanın başka yerlerindeki 16 kuruluşla birlikte çalışan Su ve Şişeleme A.Ş. adlı firma, Niksar suları ile Arap ülkelerine şişelenmiş su satarken, Meyna markası altında dünyaya yaş meyve ve meyve suyu ihracatı yapılıyordu.6 1988 yılından itibaren İstanbul ve İzmir gibi illerimizde açılmaya başlanan Pizza Hut’ların sahibi de yine Kıbrıslı bu iş insanıydı. Güçlü bir sermaye yapısı vardı, büyümekten korkmuyordu ve yatırımlarını planlarken çok boyutlu düşünebiliyordu. Ortağı olduğu Noble Air, İstanbul- Londra- İzmir ve Lefkoşe arasında charter uçuşlarına başlayacak, bu uçuşlarla gelen turist, onun sahibi olduğu lüks turizm tesislerinde konaklayabilecekti. Antalya’daki Sheraton Voyager Otel turizm yatırımlarının gözdesiydi. Sadece Başbakan Özal’ın da katılacağı açılış töreni için bir buçuk milyon dolar harcanmıştı.7 İşte tüm bu yatırımlarıyla gazetelerin gündeminden düşmeyen Asil Nadir, 1988 yazında basın sektörüne de el atacak, Günaydın gazetesi başta olmak üzere Tan, Ekonomik Bülten, Kocaeli, Konya Yeni Meram, Adana Express, Sakarya, Ankara Ulus… gibi yayınların da içinde bulunduğu Haldun Simavi’ye ait toplam 19 şirketi satın alacaktı.
GÜNAYDIN’A 40 MİLYAR ÖDEDİ
Her şey, bir dönem Günaydın gazetesinde de çalışmış olan iş insanı Başkurt Okaygün’ün Haldun Simavi’ye damdan düşercesine sorduğu soruyla başlamıştı: “Efendim, hiç Günaydın gazetesini satmayı düşündünüz mü?” Umulanın aksine soruya ilgi gösterecekti, Simavi… Görüşmeleri bir süre Okaygün ile bire bir götürdü. Olan biteni, Genel Müdürü Kemal Kınacı’dan bile sakladı. Durumu Kınacı’ya açtığında ise kafasında bir rakam oluşmuştu artık. Gazetesini Asil Nadir’e 30 milyara satacaktı. Kınacı itiraz etti. Ona göre rakam düşüktü. “Efendim şeker bayramı için Londra’ya gidiyorum. Arzu ederseniz gider Asil Nadir’le namınıza pazarlık yapabilirim!” diyerek patronundan yetki istedi. Doğrusu bu pazarlığı ondan daha iyi yapabilecek kimse de yoktu. Kınacı, uzun yıllardır Haldun Simavi’nin sağ kolu olmuştu. Nitekim patronu adına Asil Nadir’in karşısına oturduğunda da vaatlere kulaklarını kapatacak, “…Efendim ben 32 yıllık gazeteciyim, buraya 28 yıllık patronum Haldun Simavi adına pazarlığa geldim, kendimi pazarlamaya değil!” diyecekti. Gazeteci Bora Paran, Asil Nadir’in Londra’daki ofisinde yapılan görüşmeyi şöyle anlatacaktı: “…İkisi arasında pazarlık başladı. Asil utangaç bir insan olduğu için fazla ısrar etmedi. Beş milyar aşağıya olmuş, on milyar yukarıya hiç önemi yoktu zaten. Kınacı 45 milyarda ısrar edince Asil, ‘40 milyara bitirelim bu işi, haa ne dersin..?’ dedi. Kınacı ayağa kalktı, elini uzattı Asil’e. Birbirlerinin parmaklarını kırarcasına el sıkıştılar. Kenetlenmiş ellerini üç kere aşağı yukarı sallarken göz bile kırpmadılar… İş bitmişti.”8
TURGUT ÖZAL OPERASYONU
Günaydın gazetesine ödenen meblağ, gerçek değerinin bir hayli üzerindeydi. Ne var ki Asil Nadir yapısında bir sermayedar için önemsiz bir detaydı bu… Kendinden bekleneni yapmıştı! Polly Peck’in sağladığı mali güçle parayı bastırmış ve dönemin siyasi iktidarı aleyhinde muhalefet yapan yayım kuruluşlarından biri olan Günaydın’ı satın almıştı. Günaydın ve bu grubun çatısı altında bulunan yayınlar Başbakan Özal’a tornistan yapacaktı artık.
Günaydın’ın Asil Nadir’e satılması, siyaset kurumunun basını dizayn çabasından başka bir şey değildi! Ve her yönüyle bir Turgut Özal operasyonuydu bu!.. Başbakanın Sabah gazetesi Genel Yayın Müdürü Zafer Mutlu’ya satıştan önce “Günaydın kaç para eder?” diye sorduğu, Günaydın’ın makine parkının envanterini çıkartan Başkurt Okaygün’ün ise elindeki materyali başbakana oğlu Ahmet Özal aracılığıyla ulaştırmış olduğu bir sır değildi, o günlerde… Haldun Simavi’nin Göcek’te demirlenmiş lüks yatı, 1988 yazında önce Özal’ı, bir süre sonra ise Asil Nadir ve danışmanlarını ağırlamış; bir müddet sonra, Günaydın’ın Asil Nadir’e satıldığı açıklanmıştı. Gazeteci Zafer Mutlu, bu dönemde Başbakan Turgut Özal’ın kendisine “Sabah’taki görevini bırak!” dediğinin altını çizecek ve “Bunu bana bizzat kendi teklif etti!” diye ekleyecekti: “…Özal, Bülent Şemiler’in de bulunduğu bir görüşmede, ‘Sen Asil Nadir’i biliyor musun? O girecek piyasaya… Gazete sahibi olacak ve sen de Sabah’taki işini bırakacaksın. Ben o İzmirliye göstereceğim!’ demiştir bana…”9
“SAYIN BAŞBAKAN…”
Başbakan Turgut Özal, kimi zaman “…o İzmirli” olarak hitap ettiği Sabah gazetesi patronu Dinç Bilgin’e gününü göstermekten dem vuruyordu artık; kimi zaman da Hürriyet gazetesi patronu Erol Simavi’ye…
Doğrusu, başbakanlık koltuğuna oturduğu o ilk günden bu yana, köprülerin ardından çok su akmıştı! İktidarının ilk döneminde, basınla bahar havası yaşayan “tonton” liderin yerini, basını demokrasi adına ezilmesi gereken oligarşik bir güç olarak gören sert çehreli, asabi söylemli bir Özal almıştı. Eleştiriye tahammülsüzlüğünü her fırsatta dile getiriyor; bir yurt dışı gezisinde, “Bugün neden böyle daha neşeli görünüyorsunuz?” diye soranlara, gülümseyerek, “Çünkü buralarda bizim gazeteleri okumuyorum da ondan!” diye cevap verebiliyordu. Özal’a göre basın yalan yazıyordu. Köşe yazarları ise siyasi partilerin amigolarıydı. İşte bu bakış açısı onu, Kasım 87 seçimlerinin ardından basını cezalandırmaya yöneltti. İki önemli silahı vardı: İlki kamu ilanlarıydı. Kendine yakın olarak gördüğü gazeteleri ihya ederken, diğerlerine bu anlamda kan kusturuyordu. Diğeri kâğıt fiyatları… Başbakanın bir Anavatan Partisi (ANAP) Ankara İl Kongresi’nde gazetelere çatarak, “Ben kâğıda ne zaman zam yapacağımı bilirim!” dediği, delegelerden birinin ise avazı çıktığı kadar bağırarak liderine destek verdiği unutulmayacaktı: “Yüzde 500 yap başbakanım. Yüzde 500 yap!”
Yalan değildi; kâğıda ne zaman zam yapacağını iyi biliyordu! 1987 Genel Seçimi öncesi, basınla ilişkileri daha fazla sertleştirmemek adına sadece küçük fiyat ayarlamalarıyla yetinilmiş idi. Seçimleri takip eden beş ay içinde ise enflasyonun çok üstünde bir zam oranı oluşuverecekti: Yüzde 109. Üstelik yüzde 35 oranındaki son zam, gazetelerin fiyatlarını 50 lira arttırarak 250 liraya çıkarttıklarını duyurdukları bir pazar gününe denk geliyordu. Başbakan, basınla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu! İşte, Hürriyet gazetesi sahibi Erol Simavi’nin, Başbakan Turgut Özal’a yönelik ilk sert çıkışı bu kâğıt zammını takip eden günlere denk düştü. Tarih 19 Nisan 1988 idi… Hürriyet gazetesinde Erol Simavi imzasıyla dokuz sütun üzerine sürmanşet açık bir mektup yayımlandı. “Sayın Başbakan…” diye başlayan, basını hancı, siyasi iktidarı ise “… öyle de böyle de yolcu” olarak tanımlayan mektup, Türk basınının “Amiral Gemisi” Hürriyet’ten, Başbakan Özal’a, adeta muhtıraydı. Simavi Özal’a, “…Avaz avaz haykırıyorsunuz… Kelimeleri, dudaklarınızdan hem püskürtüyor, hem de, adeta saçıyorsunuz: ‘Basın yalan yazıyor…’ Sonra daha: ‘Asparagas’lar… Uydurmuşlar… İşletmişler…’ Bunlar, zatıâlinizin bizlere attığı taşlar… Kulaklarımızı, hep bu ‘tek taşlar’ınızla çınlatıyorsunuz. Ben de işte; asıl o zaman isyan ediyorum. Hayır, Sayın Başbakanım! Basın yalan yazmıyor… Türkiye’de de yazmıyor, dünyada da yazmıyor…”10 diyerek meydan okuyor; mektubun final bölümünde ise açıkça göz dağı veriyordu: “…Gelelim, netice-i kelama: Montesquieu ‘Kuvvetler ayrılığı’ sistemini getirirken üçlü bir düzen düşünmüştü: Yasama… Yürütme… Yargı… Zatıdevletliniz, bu ilkeyi tekliye dönüştürdünüz. Şimdi, varsa da, yoksa da ‘ÖZAL’… Anayasayı bile; ama bir kez, ama on kez ihlal etmekte beis görmeyen, siz değil misiniz?… Bilirsiniz… Devlet organları arasında yer almasa da, azıcık fantezi, aslında bir gerçeğin ifadesi olarak, ‘BASIN’ı da ‘kuvvetler’ arasına katarlar. Ona da bir numara yakıştırırlar: ‘DÖRDÜNCÜ KUVVET!’ Ben de şimdi; sizin ilhamınızla, yeni bir, ‘Kuvvetler Ayrılığı’ ilkesi getiriyorum. Demokrasiye ve demokratik düzenin kutsallığına olan sarsılmaz inancımın da ışığında, ‘Benim kuvvetler ayrılığı kitabım’, Türkiye’de, 1’NCİ KUVVET faslına, bilir misiniz ne yazar? BASIN… Ya İkinci?… Buyurun, kalemimi zatı aliniz teslim alın… Aklınızdan ve gönlünüzden ne geçiyorsa; varın, oracığa onu yazın…”
RAKİPLERİ EZECEK DEV PROMOSYON KAMPANYALARI
Özal’a ilk infiali, bu açık mektupla olmuştu, Erol Simavi’nin… İkincisi ise 8 Mart 1989 akşamı, Harbiye Orduevi’nde verilen yemekte nezaket sınırlarını bir hayli aşan sözleriydi! Asil Nadir’i, başbakanın sofrasında “gazete patronu” sıfatıyla karşısında bulduğunda birden çileden çıkmış; öfkesini, bu işin müsebbibi olarak görmüş olduğu Özal’a yöneltmekten kendini alıkoyamamıştı. Bu öfkede, daha düne dek “Ağabeyimin gazetesi” şeklinde gördüğü Günaydın’ı Asil Nadir’in satın alarak kendisine rakip olması kadar, “Amiral Gemisi” ve onun mağrur patronunun “canını okumaktan” dem vurmasının da rolü büyüktü.
Kolay bir rakip değildi, Asil Nadir… Sterlin milyoneriydi. Paranın gücünü kullanmayı da biliyordu! Günaydın’ı alır almaz, rakiplerini ezecek boyutta dev promosyon kampanyalarına başladı. Bir seferde 30 araba verebiliyordu Günaydın… Siyasi iktidar da arkasındaydı. Gazete promosyonlarına dair reklamların televizyonda yayımına ilişkin yasak, Günaydın’ı satın almasını takiben kaldırılmış; Başbakan Özal, bu düzenlemenin geri çekilmesi ricasıyla kapısını çalan Hürriyet gazetesi Genel Müdürü Özcan Ertuna’ya, “Yasak koysak, Günaydın’a haksızlık yapmış olmaz mıyız?” diye sormuştu. Ne de olsa, kendisine 175 milyar lira ile üç gazete alma niyetini açıklayan Asil Nadir’e beklemesini salık veren başbakan idi o!.. “Acele etme,” demişti; “bir süre sonra gazeteler zorlanacak, o zaman daha ucuza alırsın!”
Babıâli’nin geleneksel patronlarının, 6 Eylül 1988’de başlayan SEKA grevini, “Türk basınını cezalandırma grevi!” olarak adlandırmalarının ardında işte bu bilgi yatıyordu! Grev 130 gün sürmüştü. Yerel seçime iki ay kala, 14 Ocak 1989’da sihirli bir el dokunmuşçasına bir çırpıda sona erecekti. Ne var ki Babıâli’nin dar bir sermaye ile mücadele veren geleneksel patronları, SEKA grevinin toplu sözleşmeyle sonuçlanmasına sevinemeden kâğıda yapılan yüzde 61’lik zamla sarsılacaklardı. Yerli kâğıdın maliyeti, ithal kâğıttan yüzde 25 pahalıya geliyordu artık. Bu arada hükümet bir karar daha alarak ithal kâğıttaki gümrük vergisi muafiyetini kaldırmış, sıfır vergi uygulaması getirmişti. Sıfır vergi uygulamasında bazı ek ödemelerle ithalat da pahalılaşıyordu.
“1.2 TRİLYONDA ANLAŞMIŞTIK”
Turgut Özal, iktidar gücünü kullanarak basını inim inim inletiyor; Asil Nadir ise sarsılan yayım organlarını tek tek topluyordu. Şubat 1989’da Güneş gazetesini, bir süre sonra ise Gelişim Yayınları’nı (Nokta, Kadınca, Erkekçe, Ev Kadını, Jama, Bando, Marie Claire, Çocuk, Örgü Moda) satın alacaktı. Türk basınında büyük güç sahibi oluvermişti, bir anda… Dile kolay; ulusal boyutta üç günlük gazetenin sahibiydi: Günaydın, Tan ve Güneş… Gözü ise Hürriyet’te idi! Dönemin Hürriyet gazetesi Genel Müdürü Özcan Ertuna, Harbiye Orduevi’nde, başbakanın sofrasında vuku bulan o gergin karşılaşmadan bir süre sonra Hürriyet’in satışı için Asil Nadir’le pazarlık masasına oturulduğunu doğrulayacak, “1.2 trilyona anlaşmıştık!” diyecekti: “…270 -300 milyon pound civarındaydı bu para… Hatta Asil Nadir’le görüşürken Erol Bey, ‘Sedat’a söyleme. Önce bunu biz halledelim!’ demişti. Bir süre sonra Erol Bey oğluna söyledi. Ertesi gün Sedat’la aramızda bir konuşma geçti: ‘Ağabey sen benim gazetemi nasıl satarsın?’ Böyle deyince olay orada bitti. Engel oldu… Gerçi bir süre sonra, ‘Ağabey, şu Asil Nadir’le bir kez daha görüşür müsün?’ diye sordu. Görüştük de… Ama o zaman Asil Nadir zaten batma noktasına gelmişti.”11
MEDYA YATIRIMLARI DA BATIŞINDA ETKİLİ OLDU
İş dünyasında hızla yükselmiş, hızlı büyümüş, çöküşü de bir o kadar hızlı gerçekleşmişti, Asil Nadir’in… Yapılan ikinci görüşmede Hürriyet gazetesini satın alacak takati yoktu. Üstelik batışında, basın sektörüne ölçüsüzce yapmış olduğu yatırımlar da etkili olmuştu. Yanlış aracı ve danışmanlarla çalışmış, bu kişilerin yönlendirmeleriyle satın aldığı gazetelere astronomik rakamlar ödemiş, kötü yönetilen müesseseler, Polly Peck’in kasasındaki parayı hızla eritmişti.12 1990 yılında, paravan şirketler aracılığıyla Polly Peck hisselerinin değerini yükselttiği iddiasıyla hakkında takibat başlatılması, onun için sonun başlangıcı oldu. İngiliz basınında çıkan olumsuz haberlerin de etkisiyle şirket hisseleri düşüşe geçip bankalar alacaklarını istediğinde, krizi yönetebilmesi için ilk etapta gerekli olan 250 milyon sterlini bulamadı. Desteğini istediği Turgut Özal’dan da beklediği ilgiyi göremeyecekti. Özal, ancak İngiltere’de tutuklanmasını takiben harekete geçecek, kefalet bedeli olarak belirlenen 3,5 milyon sterlinin 1 milyon 550 bin sterlini, birkaç Türk bankasından temin edilerek Londra’ya gönderilecekti.13 Ancak çok geç idi! Nadir’in çöküşüyle birlikte, Babıâli’de satın almış olduğu müesseseler için de dar günler başlayacak; bu kurumlarda çalışan gazeteciler parasızlık içinde kıvranacaklardı. En acısı ise Günaydın gazetesi çalışanı gazeteci Erdoğan Öztürk’ün görev başında kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmesiydi. 12 Temmuz 1991 tarihli Günaydın, öfke ve isyan içinde, “Erdoğan Öztürk’ü şehit verdik…” diye haykıracaktı!..1979 yılında Günaydın gazetesi Londra Bürosuna temsilci olarak atanan, 1990-1992 yılları arasında ise Asil Nadir’in “Basın Danışmanı” olarak görev yapan gazeteci Bora Paran, acı haberi Londra’da Asil Nadir’e ilettiğinde aldığı cevabı şöyle aktaracaktı: “…Günaydın gazetesinde sürmanşet haber: ‘ERDOĞAN ÖZTÜRK’Ü ŞEHİT VERDİK…’ Parasızlık içinde kıvranan Günaydın gazetesinde görevi başında Erdoğan Öztürk arkadaşımız ölüvermiş. Kalbi durmuş. Ceplerinden 30 bin lira çıkmış sadece. Gözlerim dolu dolu oldu. Kendimden utandım. Ben de Erdoğan gibi parasızdım, ama Asil çağırıyor diye her gece lokanta lokanta dolaşıyorduk. Erdoğan geride gözleri yaşlı Nurcan adlı bir eş, ve daha dünyaya yeni gözlerini açan Doğancan isimli talihsiz bir yavru bıraktı. Haber müthiş. Türkiye çalkalanıyor… Asil Nadir’i ayıplayanlar var. ‘İnsan gazetesini bu kadar parasız bırakır mı?’ diyenler var… ‘Hadi bakalım, Asil Şimdi ne yapacak?’ diyenler de var… Elimde gazetenin faksı girdim Asil’in odasına. ‘Gördünüz mü Asil Bey?’ ‘Neyi gördün mü?’ ‘Erdoğan Öztürk adlı arkadaşımız görev başında şehit olmuş…’ ‘Nasıl şehit olmuş? Yani düşman kurşunu mu yemiş?’…”14
1 Babıâli Tanrıları Simavi Ailesi, İrem Barutçu, s.280. (1. Basım- Agora Kitaplığı)
2 Yazarlar ve Kavgalar, Nazlı Ilıcak, s.309-310.
3 Sabah gazetesi, 31 Ağustos 1989.
4 Hürriyet gazetesi, 4 Eylül 1989.
5 Hürriyet gazetesi, 30 Eylül 1989.
6 “Asil Nadir Kıbrıs ve Türkiye’de yatırım yapmasa bu hallere düşer miydi?”, Güngör Uras, 24 Temmuz 2012, Milliyet gazetesi.
7 Bir İmparatorun İçyüzü Asil Nadir, Bora Paran, s. 102.
8 A.g.e., s. 38, 39.
9 Babıâli Tanrıları Simavi Ailesi, İrem Barutçu, s.278.
10 Metin orijinal haliyle kullanılmıştı. (İ.B.)
11 Babıâli Tanrıları Simavi Ailesi, İrem Barutçu, s.284.
12 “Mr. Ali’nin Türkiye Medya Siftahı”, Metin Münir, 26 Ocak 2006, Milliyet gazetesi.
13 Bir İmparatorun İçyüzü Asil Nadir, Bora Paran, s.156
14 A.g.e., s.335, 336.