Sevgili şiirdaşım,
İki nedenle şiire sığınırım.
Bir, yalnızlığımı büyütmek isteyenler ve olaylar çevremi ateşten çember gibi sardıkça.
İki, sözde dostların, arkadaşların yüzüme karşı söylemekten çekindikleri şeyleri arkamdan konuştuklarını öğrendikçe, duydukça… Bir başka olurum. Onları ve söylediklerini düşünmeden edemem. Bir an için bir boşluğa düşmekte olduğumu duyumsarım. Hemen “mütevazı” kitaplığımın üst raflarında bulunan şiir kitaplarına uzanırım. Tabii gerçek şairlerin kitaplarına… Açarım onların o, özgün musluklarını ve dayarım gözlerimi, kulaklarımı şırıl şırıl su gibi yüreğime akacak olan şiir suyuna. Kendime gelirim. Doğrulurum. Birden kendimi bir ispinoz kuşuna benzetirim. O gerçek şairleri kıskandığımı anlarım. Ve Mina Urgan’ın, “Onca kitaba karşılık bir tek şiir yazmış olmayı çok isterdim,” deyişini anımsarım… Gerçekten de yetkin bir şiir karşısında en azından şiire yakınlık duyan müthiş bir duyguya kapılıyorum ve öyle şiirler yazabilmiş olmayı çok istiyorum. Ne bileyim, en azından kendim için böyle olduğunu biliyorum.
Sana söylediğim iki olumsuzluktan dolayı sık sık şiirlerine sığındığım ve ülkemin nehirleri gibi yatağını derinleştirip dünyanın şiir denizlerine dökülen şairlerim var. Bunlardan biri de ALİ YÜCE’dir. Kitaplığımda iki eski şiir kitabı var. Fakat özellikle DAMAR’da yayımlanan şiirlerini tekrar tekrar okurum. Üstelik de öyle sessizce de değil. Bağıra çağıra…
Bunu niçin mi yapıyorum.
Söyledim ya. Bugünlerde öylesine acılandırıyor ki yüreğimi sözde dostlarım, sorma. Onların çok yüzlü ve çok sözlü olduklarını öğrendikçe kahroluyorum, onlar adına. Hangi birinden söz edeyim. Yüzüme söyleyemediklerini arkamdan söyleyebiliyorlar. Oysa, insan; birinin yüzüne söyleyemediğini arkasından konuşmamalı. Sözü nerden nereye getirdim. Neyse…
Ortaklaşa bir bilinç geliştiremeyenlerin dışa yansıttıkları kabalıklar ve çirkinlikler yalnızca güldürüyor beni. Hep başkalarının gözü, kulağı ve ağzı olan bu zavallıların metalik sesleri sığındığım şiirlerle kayboluyor. İlkel bilinç taşıdıklarını düşünüyorum. Bu yüzden yaptıklarını, söylediklerini normal görüyorum. Azıcık empati yapabilseler, kabullenmeyecekleri sözleri benim de kabullenmeyeceğimi anlayacaklar, ama ne gezer onlarda o düşünce, duygudaşlık, incelik… Sözde çok okuyor, nesnel düşünüyor ve yazınsal alanda bir şeyler üretiyorlar. Oysa pratikleriyle kendileriyle çelişiyorlar. Anlamakta zorlandığım bu.
İşte Günışığı’m,
Onların sözcük taşlarından korunmak için gerçek şairlerin saçak altlarına sığınırım, söylediğim gibi. Sözcük taşların yağmuru dininceye kadar, o güzel sesli, içten ve gerçek dost şairlerin içsel türkülerini dinlerim. Ve usulca başlattıkları aydınlığın, sözcük taşların karanlığını uzaklaştırdıklarını görürüm. Ve bu güzel insanların şiir çiçeklerini gereksinim duyanlara taşırım. Güçlenirim. Şiirleriyle, kimlikleriyle ve olumsuzluklara karşı duruşlarıyla, yaşamı güzelleştirmekten yana taraf olan bu insanlara saygı duyarım.
Çünkü şiirleriyle, pratikleriyle şoka girmişleri kendilerine getiriyorlar. Şiirleri, özgün ve aykırı sözcüklerden oluşmuş elleridir onların. Dokunurlar ve ürpertirler uyumuşları ve uyurgezerleri. Ve uyumamıza, göz yummamıza ya da dalıp dalıp bir hiçliğe yol almamıza engel olurlar.
Sevgili Günışığı,
Biliyorum yine mi bir benzetme diyeceksin. Evet, bir benzetme daha. Her ne kadar da her benzetmenin hatalı olduğunu bilsem bile… Gerçek şairleri, sözcük kayıkların kayıkçıları olarak düşünüyorum. Ve bir yerlerde kendimi de öylece bekleyen ıssız kıyılara benzetiyorum. Ve o kayıkçılar, kıyılarıma çıkarlar sözcük kayıklarıyla. Ki üşüyen tenimi ısıtayım diye. O kayıklardan parçalar çalarım. Isınırım ve bakarım ki sözcük kayıklar yanaştıkları gibi duruyorlar. Ve bir başka ıssız kıyıya yolculuğa hazırlanıyorlar. Bu yüzden söylenilenleri ve yazılanları fazlasıyla hak ediyorlar. Ve inan, gerçek şairler pencereden dışarıya bakarken, camı unutmazlar asla. Ya da ağaca odaklanmışken ormanı görmezden gelmezler. Şiirleri hem yaşamın içindedir hem de yaşamın bir adım önündedir. Ve iyi bildiği dile dâhil olmakla birlikte, yazıldığı dili de aşan bir içselleştirmedir şiirleri. Okurlarını kapsarlar. Evrenselleşmiş bireyler olduklarından felsefesiz, bilimsiz ve kavgasız olamazlar. Kendilerinden yola çıkarlar belki, fakat bize dünyayı ve insanlığı anlatırlar. Böylesine dolu şairlerin şiirleri onlardan bize (yani okura) açılan çoklu yollardır. Bu yüzden salt mantıkla şiir yazmazlar. İletilerini elmanın içindeki vitamin gibi şiirlerine yedirirler.
Baştan beri söylediklerimi hak eden şairlerden biri de Ali YÜCE. Kim bu şair, demeyeceğini biliyorum. Çünkü böylesine bir birikimi, işçiliği ve şiire, edebiyata emek vermişliği bulunan bu güzel insanı öyle veya böyle tanıdığını düşünüyorum. Yine de önceleri şiirlerinden tanıdığım, daha sonra da ilk ve son defa (iki gün) Devrek’te (1992 Temmuz’unda) birlikte olduğum ALi YÜCE’yi sana tanıtmak istiyorum.
Bugünlerde türküler/Çok dokunuyor bana
Eziyor beni ezgiler/Bu türkülerde ne var
Ezgiler niçin ezer beni/Bilemem/Gök gürültüsünü
Yıldırımı şimşeği/Köpek havlamalarını
Doldurdum bir kuyuya
Ağzını kilitledim/Düşlerimize giremezler artık
Isıramazlar uykunu
Hadi yum gözlerini/Gülerek uyu gülerek uyan
Memleketin gülün koynunda/Gııı desin kucağında bebeğin
Sevgi emsin ak memenden /Şiir emsin bebeğin
(Söyleyemem)
diyen yüce gönüllü insanı.
Ali YÜCE, 1928’de Yayladağı’nın Hisarcık Köyü’nde doğmuş. Doğar doğmaz başlamış kavgası. 18 yaşına dek çobanlık, ırgatlık yapmış. Bir kilo unluk için sabahtan akşama dek sırtında taş çekmiş. Bir hasır parçasının üstünde başlamış öğrenimi. Yeni ABC ile köyünde açılan “Gece Mektebi”nde tanışmış. Kısa sürede okuma-yazma öğrenmiş. Hem davar gütmüş hem de ilkokulu dışarıdan bitirmiş. Düziçi Köy Enstitüsüne kaçarak gitmiş. 1951’de bitirmiş enstitüyü. Hatay’ın köylerinde, kasabalarında 10 yıl öğretmenlik yapmış. İlk şiiri 1956’da Yücel dergisinde yayımlanmış. Daha sonraki şiirleri de Yeditepe, Türk Dili, Soyut, Sanat Rehberi, Damar gibi pek çok dergide çıkmış. Ali Yüce, senin gibi okuma meraklısı, sevdalısı çocuklar için de şiir yazmış. Mesleğiyle yazarlığını birlikte sürdürmüş. Ve kendi kendine İngilizce öğrenmiş. 1961’de Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümünü yine dışarıdan bitirmiş. İngilizce öğretmeniyken emekli olmuş. İçinde hep var olan şiire daha bir coşkuyla sarılmış ve sığınmış.
Aslında o, şiirleriyle öğretmenliğini sürdürüyordu sevgili Günışığı. Işık içinde olsun Yüce Ali. Genellikle yaşadığı çevreyi, toplumsal sorunları yansıttı hep. Yer yer taşlamaya yönelen, yergi ve eleştirinin ağır bastığı toplumcu şiirleriyle tanındı.
Yazdıklarıyla yaşayan Yüce’nin, Şiirin Dili, Yapısı, İşlevi(1975) adlı inceleme ve Şeytanistan(1976) adında bir de romanı olmasına rağmen daha çok şiirleriyle tanınır. Şiir kitapları, Boyundan Utan Darağacı(1976), Halk Çağı(1981), Ortadoğu Şiirleri(1983), Şiir Sıcağı(1984), Anamı Arıyorum(1985), Antakya Çarşıları(1986), Şiir Tufanı(1989), Taş Tanrılar(1990), Asılacak Kitap(1991), İnsan Tomurcukları(1991), Yunuslama(1991), Havalı Meryem(1994), Sevgim Servetimdir(1997), Süt Pınarı(2002).
O; yazdıklarıyla, özellikle de şiirleriyle pek çok ödül aldı. 1980 Nevzat Üstün Şiir Ödülü(Halk Çağı ile), 1982 Yeditepe Şiir Armağanı(Halk Çağı ile), 1982 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü(Halk Çağı ile), 1985 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü, 1994 Akdeniz Şiir Ödülü(İtalya), 17. Troya Kültür – Sanat Ödülleri / 2009 Şiir dalı ödülü
Roman, deneme, düzyazı ve şiirler yaratan Ali YÜCE’nin DAMAR’da yayımlanan şiirlerinin ayrı bir havası var. Söylemi bir başka… Söylemi kendine özgüdür. Kazak Abdal, Nef’î, Şair Eşref, Neyzen Tevfik, Aziz Nesin, Can Yücel söylemi soyundan biri… Kendisi olabilmiş ender şairlerden o.
Durmuş durmuş da /Bizim mitoloji mühendisi
Bilmem kaç bin yıl sonra/Yeni bir tanrı yaratmış
Eski yetmiyor muydu sanki/Ne gerek vardı yenisine
İlahi mitoloji mühendisi
Barışçıymış yeni tanrı/Kendi yarattığı insanları
Birbirine kırdırmak için/Savaş naraları atarmış
Kendi yarattığı insanları/Köle pazarlarında
Ucuz ucuz satarmış
Duydun mu mitoloji mühendisi/Beğendin mi yaptığını
Eski tanrı öfkelenmiş/Savaş açmış yeni tanrıya
Kızmış köpürmüş kükremiş/Çok ağır suçlamış onu
Tanrılar mahkemesine vermiş
(Mitoloji)
Günışığı’m,
Bana göre Ali YÜCE, şiirlerinde N. HİKMET’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı bir başka biçimde aktarıyor. Halkının geçmişten günümüze acılarını, sevinçlerini, umutlarını, özlemlerini, insanca yaşama hasretliklerini ve ekmeğe, işe susamışlıklarını bir aydına yakışır biçimde dillendiriyor. Bu yönüyle o toplumcu gerçekçidir. Yalın yazarken bile halk şiir geleneğinden, sesinden, biçeminden yararlanıyor. Özenmiyor, gibi yazmıyor. Kendisi olabilmeyi öne çıkarıyor. Sözcükleri seçerek azaltıyor. Damıtıyor. Kimi zaman Nasrettin Hoca, kimi zaman İncili Çavuş, kimi zaman da Dadaloğlu, Karacaoğlan olabiliyor. O şiirinde bunların özgün bir sentezi bana göre. Özünü insanımızdan ve insanlıktan almış. Görünüşte çok basitmiş gibi insanı yanıltan şiirleri, çizgisi sağlam karikatürler gibi sağlam dokuya sahiptir.
Sevgili Günışığı,
Çiçeği burnunda bir şairken ben yeni çıkan kitaplarımı ALi YÜCE’ye de göndermiştim. Çok mektup almıştım kitaplarıma karşılık. Çoğu, gönendiren mektuplardı bunların. Yalnız iki mektubun ayrıcalığı vardı benim için. Biri Aziz Nesin’in yazdığıydı diğeri de Ali YÜCE’nin…
Ellerimiz tırpan olur acıya, işte bu dize güzel. Boşuna zamanımı alan kitaplardan. Divan şiirinin mazmunları gibi, günümüz şiirinin de mazmunları oluştu. İmgeler ve simgeler yaygınlaşıp ortaklaşalık kazanınca, başka bir anlatımla kalıplaşıp beylik olunca, yeni şiirin mazmunları ortaya çıkıyor. Eski şiirin “gül, bülbül, leyla vb.” mazmunları gibi günümüz şiirinin devrimci kesiminin de mazmunları var: Barışın imgesi ‘güvercin’, namuslu kavganın imgesi ‘kırmızı karanfil’ vb…
diyen Aziz NESİN’e önceleri kırılmıştım. Fakat yıllar sonra 1996’da şiiri bıraktığımda ona ve diğerlerine fazlasıyla hak verdim.
O günlerde beni onurlandıran mektuplardan biriydi Ali YÜCE’nin mektubu.
Ne mi yazmıştı?
Sevgili Tacim,
Kitabını aldım, teşekkür eder, kutlar, nice kitaplar ve güzel şiirler üretmeni dilerim. Şiirlerin ilk denemelerin olmalarına karşın senin sandığın gibi “acemi” işi değil. Oldukça başarılı dizelerin var. Yalnızca az da olsa eski sözcük kullanıyorsun ki bu zararlı olabilir. Kimi sözcükleri de sık yinelemişsin, bunlar da okur üzerinde klişeleşme etkisi yapabilir. “Fesleğen” ve “eylül” sözcükleri gibi. Bunların her biri saydığım kadarıyla 10 kezden daha çok kullanılmış. Şiirlerinden hapiste yattığın anlaşılıyor. Hapse girmeden de hapishane şiiri yazılır, ama onlar dıştan bakarak yazarlar. Sen içerden bakarak yazdığın için bu kanıya vardım. Geçmiş olsun der, başarılar diler, gözlerinden öperim.” (ANKARA 13.7.1989)

Arka sıradakiler, şair İbrahim Yıldız, ortadaki oralı biri adını bilmiyorum, Ramis Dara
(Devrek Baston Festivali, 1992)
Ve tam üç yıl sonra, yine bir temmuz günü DEVREK’te Ali YÜCE ile tanıştım. Şiirlerim, yazılarım üstüne konuştuk. Öykü kitaplarımı imzaladım ona. Birlikte fotoğraf çektirdik. Son gece uzun bir masada karşılıklı oturduk, Ali YÜCE ile eşi de vardı. Hüseyin Yurttaş, M. İzgü, Burhan Günel, Bora Alagöz, Türkel Minibaş, adlarını unuttuğum birkaç dost daha. Yazdığı gibi konuşan, konuştuğu gibi yazan… Hazırcevap olduğunun tanığı oldum.
Tarih/Kanla yazılmış/Kanlı bir kitap
Büyük bir yatılı okul
Notu kıt bir öğretmen/Bol derlerse inanmayın
Çok çalışın dersinize/Kırık not almayın
Tarih otoburun teki/Geçmişi çiğnemeden yutmuş
Geleceği de yutacak/En derin en kirli kuyu
Köleci işemiş içine/Sömürgeci koymuş
İçilmez suyu
(Yazılı Bellek)

Can çocuk, eğer Ali YÜCE gibi geçmişi bugüne taşıyan, bugünü yarına bağlayan devrimci damarlarımız olursa yaşamın ve tanıklığımızın anlamı olur, unutma. Ve unutma ki şairlerini, yazarlarını iyi tanımayan, okumayan ve anlamaya çalışmayan insanımız ne kadar az olursa özlemlerimiz bir bir gerçekleşir. Müdahilliğimiz, muhalifliğimiz ve mücadeleciliğimiz onların bize kattıklarıyla ve katacaklarıyla daha da güçlenir.
Bu yüzden Ali YÜCE’leri sahiplenmek en çok da senin gibi şiircil çocukların, gençlerin hakkı. Sevgiyle gözlerinden öpüyorum. Seni onun bir şiiriyle daha baş başa bırakıyorum.
Dostlukla.
Dünya bundan böyle/Yuvarlak bir köy mü
Küçücük ufacık Mini minnacık bir köy
Kıtalar birer mahalle
Birer sokak mı ülkeler/Küresel emperyalizmin
Altın dişli köpeği/Bir ucundan havlasa köyün
Öte ucundan duyulacak/Çağımızın en saldırgan
En ısırgan düzeni/Yuvarlak köyde vurulacak
(Yuvarlak Köyün Sırtlanı)
Tacim Çiçek’in Al Yüce üzerine evrensel gazetesinde yayınlanan yazısı