Can Dostum,
“Hüzünden arındırmaya çalıştığın mektubunda, Adana’ya gittiğinizden, babanın bir arkadaşında kaldığınızdan, gündüzleri sarı sıcağa aldırmadan güzellikleri keşfettiğinizden, akşamları da damdaki asmanın altında oturup sohbet ettiğinizden söz ediyorsun.
Ve diyorsun ki mektubun bir yerinde, “Söz dönüp dolaşıp şair Adnan Yücel’e geldi bir akşamüstü. Babamın arkadaşı onu tanıyordu. Onunla ilgili güzel sözler söyledi:
‘Toplumcu şiirin önemli isimlerinden biri, korkarım yakında kavgasına son verecek. Son gördüğümde tükenmişti. Yürüyemiyordu. Sözcükler, dudaklarından güçlükle dökülüyordu. Yalnızca gözleri umut saçıyordu çevresine. Yoğun bakımda… Kimseyle görüştürmüyorlarmış,’ dedi sonunda.
O gece çok uzun sürdü. Sabah olmadı bir türlü. Kâbuslar gördük hepimiz. Boğucu, nemli sıcaktan mı, yediklerimizden mi, yoksa duyduklarımızdan mı bilemedim.
Kahvaltı yapmak için balkondaydık. Kimsenin neşesi yoktu. Bir ölüm sessizliği egemendi. Kimse konuşmuyordu. Lokmalar ağızlarda düğümleniyordu. Telefon çaldı. Bütün gözler aynı anda telefonun sesine döndü. Yüreklerin atışları saat tik takı gibi duyuldu bir an için. Evin hanımı telefonu aldı. Balkona açılan büyük pencereden görüyorduk onu. Rengi attı. Tuhaflaştı. Bize baktı ve ‘Edo’muz ölmüş bu sabah!’ dedi.
Babam arkadaşıyla gitti.
Onları bekledik. Yerel kanallardan yayımlandıkça onunla ilgili haberleri dinledik. Babamları bekledik. Geç döndüler.
1987’den beri görev yaptığı Fakültede bir tören düzenlenmiş.
Ve toprağa verilmek üzere memleketi Elazığ’a götürülmüş.
Ev sahiplerimiz de bizim gibi kitapçılmış.
Alçakgönüllülük gösterdikleri kitapları bizimkilerin en az üç katıydı. Adnan Yücel’in tüm kitapları vardı. Bizde bulunmayan dört kitabını ödünç aldım dönüşümüzde. Sessiz okunmayı kabul etmeyen şiirleri sesli okudum. Yol boyunca bizimkiler kimi zaman duygulandılar, kimi zaman bazı şiirleri bana tekrarlattılar. Hele Grup Yorum’un, Kızılırmak’ın ve Kutupyıldızı’nın türküleştirdiği şiirler o an daha da coşturdu bizi. Üzüleceğimiz yerde sevindik,” diyorsun.
Günışığı’m,
Bir badem çiçeği sürsem şimdi namluya
Beynime sıksam/ Ölümüm bahar olsa nasıl anlaşılsam
diyen Adnan Yücel, ölümünün bile umudu, yaşamı ve güzellikleri çağrıştırmasını düşündürmüş, bana göre. Yalnızca şiirlerinde değil, yazılarında ve konuşmalarında hep bu var. Sana yazdığım ikinci mektubun sonuna nakışladığım şu dizeleri anımsa:
Ötsün diye kendi yuvasında kuş
Açsın diye kendi dalında çiçek
Gördüler ki yepyeni ateşler gerek
Ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek
Yanarken türkü söyleyen canlar gerek
Ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek.
(Ateşin ve Güneşin Çocukları)
Ve dağ pınarlarından denize ulaşmak için gürül gürül akan serin ve berrak sular gibi, gönül telimizi titreten, duygularımızı dillendirenleri anımsa:
Ey gözleri şiir yazan çocuklar
Dünya nasıl da yenik ve yaralı
Yorgun düşmüş avuçlarınızda
Bir tek izin gülüşünüz var onu güldürecek
Bir de filiz veren tohum elleriniz
Bugünün yorgun ayaklarını
Yarının güzel sabahlarına götürecek.
Anımsadın mı yürekli çocuk?
Biz, onun yazdıklarını yadırgamadık, yaşanıyor yazdıkları çünkü.
0, çile çekmiş, dışlanmış, öldürülmüş, asılmış, sürgün edilmiş, dillerinden, türkülerinden koparılmış, tecritlerde katledilmiş ve daha yaşanır bir dünya için zulümler görmüş insanların sesiydi. O, düşmanlarıyla sözcükten mermileriyle savaşmış, kavgasına inanmış, emeği geçmiş, yüreğinin ateşi dinmemiş bir yanar dağdı. Duygulu/ydu. Özellikle de gerçekçi şairlere yaraşır denli. Şiirleri, bir dağ başı pınarının şırıl şırıl akan suyu gibi yalın… Bu yüzden şiirleri anlatıya, tarihe, öyküye, türküye ve bilgiye dayalıdır. Salt bestelensin diye şiir yazmamıştır. Kolay bir şiir değildir onun şiiri. Kabalık, fazlalık, slogancılık yoktur.
Behçet Necatigil, Esin ya da eskilerin deyimi ile ilham perisi, kökü derinlerde olan bilgi birikimidir, zamanı gelir uç verir, dediği gibi, onun şiirlerini okuyup içselleştirenler görür ki gerçekten de kökü derinlerde olan bilgi birikimli biridir o. Onu bundandır ki istiridyeye benzetirim. Çünkü istiridye, bir kum tanesinden inci oluşturmak için çok emek verir, çok acı çeker. Gerçekçi şairler de böyledir.
Can Dostum,
Osman ŞAHİN’in saptamasıyla, “şiirinin kabzası kalın, yayı gergin, oku hızlı” olan Adnan Yücel’in görmezlikten gelinmesi doğaldır. Çünkü şiirinin imgeleri, “saf şiir imgeleri” değildir. Onun imgeleri birer mermidir. Bunlar, şiir denilen silahların içinde çokça bulunduklarında “tehlikeli”dir(!) Bu mermilere sahip şairlerdir hapsedilenler, katledilenler ve lanetlenenler.
Yıldızlar ve sular tanıktır bize
Aç ve kavrum bir memeden
Direnmeyi yudum yudum emen
Bir çocuk gibi öğrendik
Ve direndik/Ordular kurduk türkü renklerinden
Bütün acıları bir hücumda yendik
Acıya kurşun işlemez artık
Biz yaşamayı zulümsüz sevdik.
(Acıya Kurşun İşlemez)
Ş. KURDAKUL’un değerlendirmesiyle, “Toplumsal sorunlara, acılara, arkadan vurulmalara bağlı duyarlıkları dengeli, yer yer kendine özgü şiirsel sıçramaları beceriyle kullana bilen bir şair.” Günümüzde, kendisi kalabilmiş kaç şair var, düşünür müsün bunu. Çünkü ondan bundan duyduğu çarpıcı sözleri aşırmayı şairlik; yalakalığı, dalkavukluğu aydıncılık; başkalarının sözcülüğünü eleştirmenlik; bir yazara, yayınevine ve dergiye/gazeteye dergâha bağlılığı yazarlık görenlerin birbiriyle yarıştığı acı bir gerçek ne yazık ki. Bu soysuzluğun bataklığından çırpınanlar yarın edebiyatın/sanatın çöplüğünde unutulacaklar. Ama Adnan Yücel’ler unutulmayacak. 0, “Kavgalara Sözlenen Sevda.” ve “Sofram(ız)da Kaval Sesi.” Sonra “Bir Özlem Bir Türkü”dür, kendimizi bulduğumuz. “Acıya Kurşun İşlemez” diyebilendir. “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” ve “Rüzgârla Bir”dir. “Ateşin ve Güneşin Çocukları” için başkaldırıdır. “Karacaoğlan”dır, “Çukurova Çeşitlemesi” aşkına. Sesimizdir, “Sular Tanıktır Aşkımıza” diyen.
Sen yürürsün rüzgâr yürür
Bir sevinç boylanır dünyada
Çocuklar korkusuz büyür
Kan boğulur susar
Dokunup geçtiler her kuraklık
Yemyeşil bir vadiye dönüşür.
(Bir Özlem Bir Türkü)
Dostum,
Adnan Yücel’den tam 12 gün önce Ece Ayhan Çağlar’ı da (10 Eylül 1931, Datça – 12 Temmuz 2002, İzmir) da kaybetmiştik. Şair, etikçi ve İkinci Yeni şiir akımının öncülerindendi. Huzurevi günlerinde onu hiç arayıp sormayan köşe yazarları, televizyon programcıları, dergi/gazete eleştirmenleri birbirleriyle yarışırcasına ondan söz etmişlerdi. Nâzım Hikmet’ten de etkin ve yetkin şairliğinden methiyeler dizmişlerdi. Bu bir tür ikiyüzlülüktü bence. Ondan söz edenler kendi Ece Ayhan’larını övmüştü. Bu yüzden, “ölü bir baba iyidir her zaman, yaşayan bir babadan,” sözü bir kez daha doğruluğunu gösterdi. Baba sözcüğü yerine şair, yazar, ressam, öykücü, romancı vs. sözcüklerini koy, gerçeği daha iyi anlayacaksın. Ölmüş birinin üzerine kurgular geliştirmek kolaydır. Hele de Ece gibi yalnızsa. Adnan Yücel için böyle bir şey yapamazlardı. Çünkü o; şiirimizin itiraz damarlarından beslenmiş itirazcı, retçi bir şair/di. Toplumcu gerçekçi şiirin özgün ve kavgacı şairi teslimiyetçi, uzlaşmacı ve sessiz değildi. Zulme ve zalimlere direnenlerin sesi/ydi. Alanlardaki, tecritlerdeki, barikatlardaki güzel yaşam sevdalılarının tarafıydı. Bu yüzden ona karşı üç maymun olmaları doğaldır.
Sessizliğe tutsak değil artık mezarlıklar
Yeraltında ölümü utandıran yürekler var.
(Sular Tanıktır Aşkımıza)
Günışığı’m,
Cemal Süreya,
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın…
demiş son şiirinde. Bir sevda insanı olan şair Adnan Yücel’e çok uyduğunu söylemek istiyorum. Yanlışların, zalimlerin geçtiği ve ezdiği kentlere bakarken içindeki topçu ateşi zamansız kesti.
Sayrılığını ortak bir dostumuzdan öğrenmiştim. Sık sık telefon etmiştim. Arkadaşım, dostum ve yoldaşımla konuştum. Sayrılığının gizli ve sinsi işgaline kızıyordu Edo. Yapmak istediklerinin yarım kalmasından korkuyordu. Şahsen tanışmamızın üzerinden on iki, yüzcek görüşmeyişimizin üzerinden ise beş yıl geçmiş olan dostumla son telefonlaşmamızda, düz yazılarını bir araya toplamak, yeni şiirlerine son biçimlerini vermek ve mitolojik çözümlemeler ağırlıklı bir kitap hazırlamak istediğinden söz etmişti.
Demem o ki sana, ölümden korkmuyordu…
Adana’da bir elin parmak sayısı kadar gerçek dostu, arkadaşı vardı.
Bunların başında Turan ALTUNTAŞ (D. 1932, Adana-Ö.14 Aralık 2005) geliyordu. Ki Öykü ve deneme yazarıydı. Çıkardığımız Aykırısanat dergisinin de yazı işleri müdürlüğünü yapmıştı.
Geçmişte birkaç kez birlikte oturup söyleştik, rakı içtik. Gelecekten, geçmiş günlerden ve özel, ama acılı yaşamlarımızdan konuştuk Adnan Yücel’le.

Ayaktaki, şair Adnan Yücel. Adana Seyhan Belediyesi Edebiyat Etkinliğinden / 1994
Onunla ilgili olarak anımsadığım çok şey var, çoğunun bana kalmasını istiyorum. Asla hırslı değildi. Şiire kara sevdalıydı. Kendi bildiği yolda işini çok iyi yapıyordu. Metropollerin medyatik dergilerinde, televizyonlarında görülmek gibi bir derdi yoktu. Ünlü olmak, yaygın dergilerde ve yayınevlerinde ürünlerini yayımlatmak çabasını göstermedi hiç. Padişah soytarılarından daha soytarı ve mürit anlayışlı yalaka şairlerin ondan ve yazdıklarından öğreneceği çok şey var.
Günışığı’m,
Her canlı doğar. Ne kadar yaşarsa yaşasın, sonunda ölür. Bu doğaldır. Doğal olmayan yaşadığı sürece insanın güzel şeyler yapmamasıdır. Sonra, her canlı ölüme büyümektedir. Yani sigarayı yaktığın an tükeniyor, canlılarsa büyüyerek ölüyor. Ölüm, yok olmak değil. Ben daha başka bir şey diyeceğim. Adnan Yücel gibi insanlar öldükleri andan itibaren sonsuza doğar yapıtlarıyla. Yapıtlarıyla yaşayanların kavgası kesilmez, bitmez. Tersini düşünmüyorum.
Bernard SHAW, William MORRIS’in ölümü üzerine şunları söylemiş:
Morris gibilerini ancak kendi ölümüyle yitirir insan, o öldüğünde değil…
Aynı şeyi ben Adnan için düşünüyorum. Çünkü Adnan gibileri bunu hak ediyor. Bu yüzden sevdiklerimizi yitirmemek için hem daha çok yaşamalıyız, hem sevdiklerimize, yapıtlarına sahip çıkmalıyız.
Sana bir de sevineceğin bir haber vereyim.
1981’de İÜ Orman Fakültesinden mezun olan, 1982’de Orman Bakanlığı’nda başladığı göreve, 1983’de son verilen Ünsal Öztürk, (1957, Kayseri) hem bir yazar, hem bir yayıncı, hem de Adnan Yücel’in kankası. 1987’de Yurt Kitap Yayınları’nı kurdu. Yayın hayatına kankası Adnan Yücel’in kitaplarıyla başlamıştı. Yücel’in, sekiz kitabını yayımlamıştı. 1994-97’de İsmail Besikçi’nin kitaplarının yayıncısı olduğu için tutuklanmıştı da. Yayınladığı 41 kitap toplatılmıştı. 36’sından mahkûm olmuştu. İşte Ünsal Öztürk’ten duyduğuma göre, kankası için; şair dostum Celal İnal’ın editörlüğünde, şair Mehmet Özer’in derleyeceği ‘Aşkın ve Başkaldırının Şairi Adnan Yücel/ Türküsüz Çıkmayasın Yollara’ adında kapsamlı bir kitap armağan kitap yapacaklarmış. Bu kitapta sana yazdığım mektup da yer alacak.
Can dostum, hoşça kal, ama şiirsiz kalma.
Yazarın Adnan Yücel ile ilgili Evrensel gazetesinde yayınlanan yazısını da okuyabilirsiniz.