Lakırdıcının biri bir sahafa girer.
Sevdiği ve hatta yakınlık kurduğu bir yazarın tüm eski kitaplarını bulur.
Sayfaları hızla çevirir. Ne zaman ki altı çizili bir satır görür, o vakit bu kitabı satın almak üzere derhal tezgâha koyar.
Hele bir de imzalı yahut exlibrisli olunca… Sevincinden ağzı kulaklarına varır!
Fakat imzanın ithafı, atıldığı tarih ve yer önemlidir. Nitekim tüm bunlar geriye dönüşün habercisi bile olabilir.
Elbette ki bu bir koleksiyon meselesidir. Ama kabul edelim, altı çizili satırlarla dolu kitapları biriktirmek biraz tuhaf bir iştir. Yine de anlaşılmaz değildir hani.
Altı çizili her bir satır sanki bu işi yapan okurun görüşünü, ilgisini, kitapla yahut yazarıyla kurduğu bağı ve hatta hislerini yansıtmaktadır. Koleksiyonu yapılan kitabın hem koleksiyoncusunun hem de cümlelerin altını çizen okurunun ilgisini çektiği apaçık ortadadır. O hâlde kanları birbirine karışan dostların kan kardeşi olmaları gibi pekâlâ ortak kitapları ve cümleleri paylaşanlara da kitap kardeşi denebilir! Koleksiyoncumuz adeta her kitap kardeşiyle farklı bir bağ kurabilmenin peşindedir.
Birbirinin aynı onlarca kopyanın her birinde, farklı bir cümlenin okur açısından öne çıkması elbette ki okurların algısındaki ve seçimlerindeki farklılıktan kaynaklanır. Kitaba atılan her bir çizik okuyucunun kâğıda bıraktığı bir izdir. Bunları biriktirip incelemekse olsa olsa tüm bu okurların izini sürmektir. Hepsi bir aradayken sanki onlarca yaşamı ve hikâyeyi kardeşlerine anlatmaktadırlar. Bu, tüm hikâyeleri biriktirmek ve nesilden nesle aktarmak gibidir.
İz sürmenin çok çeşidi vardır. Kuşkusuz kimi kitap düşkünü de exlibrislerin izini sürer. Zira exlibrisler de beraberinde pek çok hissi yahut hikâyeyi getirmektedirler.
Bir kitabın başına yapıştırılan yahut damgalanan “Ex Libris” “filanca kişiye aittir” anlamını taşır. Kitabın sahibini belirtir. Bilhassa matbaanın icadıyla birlikte kitap hırsızlığını önlemek amacıyla daha da yaygın şekilde kullanılır olmuştur. Tabii ki bu sadece güvenlik amaçlı değildir. Özellikle değerli kitaplarda yer alan exlibrisler statü ve prestij göstergesidir. Bu, adeta kitap sahibinin özelliğinin ve nadirliğinin dışavurumudur.
15. ve 16. yy. başlarındaki örnekler daha çok soylu kitap sahiplerinin ve hanedanlıkların armalarını yahut çeşitli göstergelerini konu alır. Alman sanatçı Albrecht Dürer’in yakın arkadaşı Willibald Pirckheimer için tasarladığı exlibris buna iyi bir örnektir. De Raum Natura kitabının bir kopyasının kapağına yerleştirilmiş eser, Pirckheimer’in portresini içerir. Pirckheimer’in suratı işte böylece bugün hâlâ karşımızdadır. Bu, bize tarihe bırakılmış bir izi anımsatır.
18.yüzyıla gelindiğinde sanatçıların birçoğunun Rokoko akımından etkilendiği söylenir. Fakat değişim bundan ibaret değildir.
Öyle ki exlibrislerde kitaplıkların, çeşitli manzaraların ve hatta anıtların da resmedildiği görünür.
Özellikle 19.yüzyıl boyunca bunlara sık rastlanır. Ölüm ve hayatın zevklerinin bir aradalığını ve devamlılığını işaret eden, “Et in Arcadia Ego” – “Arcadia’da bile varım” söylemini çağrıştıran motifler işte bu dönemde exlibrislere konu olmuştur. İngiliz sanatçı George Clausen’ın tasarımında buna dair izler görülebilir. Bu, Martin Hopkinson’un çalışmasıyla The British Museum baskısından çıkan Ex Libris – The Art of Bookplates kitabının on yedinci sayfasında ifade edildiği üzere kırsal yaşamla ömür boyu sürecek bir etkileşimi ifade etmektedir.
Sözün bu kadarı bize yetmez. Nitekim Clausen ömrünü tamamlayalı seksen sene oldu. Yine de onun kırsal yaşamla kurduğu etkileşimin izleri işte bu exlibris ile hâlâ hayattadır. Söz konusu olan sanki bir tür ölümsüzlüktür.
Öte yandan bu dönemin sonlarından itibaren exlibrislerde bireyselliğin ve burjuvazinin ayak izleri de belirginleşmiştir Eser sahiplerinin yahut türlü sanatçıların exlibrislerinde onların kişisel yaşamlarına, ilgi alanlarına, başarılarına, yeteneklerine yahut hislerine yönelik izler gözükür. Bunun sevimli mi sevimli bir örneği İngiliz sanatçı Paul Nash’ın, eşi Margaret -namıdiğer “Bunty”- için tasarladığı exlibristir. “Bunty” yani tavşan, Nash’ın eşine taktığı iki lakaptan en öne çıkanıdır. Bir diğer lakabı ise “güvercin”dir. İşte bunların her ikisi de Paul ve Margaret’ın aralarındaki aşk ve dostluğun izleri olarak bugün hâlâ bu exlibrisle yaşamaktadır. Adeta ölümsüzleşmiştir.
20. yy. ile birlikteyse exlibrisin işlevselliğinin artık neredeyse tamamen ikinci plana atıldığı söylenebilir. Bu dönemde exlibrisler adeta çoğunlukla bir sanat ve koleksiyon nesnesi olarak görülmektedir.
Exlibris koleksiyonerliği belli kesimlerce pek revaçtadır. Bunlar müzecilikte yer bulmuş ve hatta bununla ilgili dernekler bile kurulmuştur. Exlibrisin gündelik olarak işlevini yerine getiren türleri ise daha çok damgalar yahut basit, seri üretim etiketler ve benzeri ürünler biçimindedir. Elbette ki sanatıyla geleceğe iz bırakan özel sanatçılar hâlâ fazlasıyla vardır.
Bu dönemde sanatçıların birçoğu çıplaklık ve erotizmi exlibrislerine konu etmişlerdir. Belçikalı sanatçı Mark Severin’in koleksiyoner Jeanne Rasdolsky için ürettiği exlibriste bunu rahatlıkla görürüz. Çizimdeki kadın Jeanne midir yoksa başkası mıdır bilinmez, lakin çırılçıplak bir şekilde, tüm detaylarıyla, belki de sonsuza dek karşımızdadır. Bu, sanki sanatçının yaşamından bir kare yahut izdir.
Değinmemek olmaz, exlibrisler ve çıplaklık sadece çizimlerden ibaret sanılmasın. Nitekim teknolojik gelişmelerin sağladığı imkanla sanatçılar doğrudan fotoğraf baskılarını da exlibris olarak kullanmışlardır. Alman sanatçı Axel Vater’in çıplak bir kadının fotoğrafından oluşan exlibrisi işte bunun açık ispatıdır.
Hasılı, her bir exlibris, bizimle bir anı paylaşır yahut bize bir hikâye anlatır. Bir zamanlar kimlerin elinden geçtiğini, hangi raflarda durduğunu ve hangi maceralara tanıklık ettiklerini düşündürür. Onları keşfetmek, sadece bir kitabın sayfaları arasında değil, aynı zamanda tarihin ve kültürün derinliklerinde bir yolculuğa çıkmak gibidir.
Şimdi exlibris koleksiyonumuzu bir kenara kaldıralım. Mürekkebimizi bir de imza meselesine daldıralım. Nitekim bu tip koleksiyonların belki de en başında imzalı kitaplar gelir. Bunlar okur ile yazar arasında özel bir bağ kuran nadir eserlerdir. Özellikle ithaflıysa yahut anlamlı birkaç söz eklendiyse yazarın nerede ne zaman bulunduğuna, kiminle nasıl bir ilişki kurduğuna ve hatta yazarın gerçek kişiliği ve mizacına kadar çok şey hakkında fikir sahibi olunabilir. Dahası, bunlar tıpkı exlibrisler ve altı çizili satırlar gibi seneler boyu, nesilden nesle aktarılır; insanlar arasında bir roman karakteri gibi dolaşır ve ardında bir iz bırakır.
Koleksiyon çeşitleri saymakla bitmez. Asıl meseleyse koleksiyonu yapılacak değerde bunca iz bırakmaktır. Kimisi elindeki kitabın cümlelerinin altını çizer, bazısı üzerine imza atar, kimisiyse türlü çizim yahut fotoğraflarla eklemeler yapar. Lafın kepeğini atarsak, anlarız ki sanata kıyısından köşesinden dokunan herkes iz bırakmanın peşindedir.
Söz meclisten dışarı, esasında bu denememizin kendisi bile olsa olsa iz bırakmak değil midir?
İşte bu izler, bu işi yapanın sanki gölgesi ve hatta ruhundan kopan bir parçadır. İzler, sahiplerinin bedenleri bu dünyadan gitse bile yıllarca aramızda gezinip dururlar. Arkalarında türlü hikâyeler bırakırlar. Onlar dolaşmaya devam ettikçe, temsil ettikleri akıl işte böylece aramızda yaşamaya devam eder. Ölümsüz olur. Bunlar, sonsuz olmanın arzusunu yansıtır.
Fakat bazen öyle bir durum olur ki, aman diyelim, korkarım içler acısıdır. Bu, mevzubahis sahafta karşılaşılan, yakından tanıdığımız yazar dostumuzun bıraktığı bir izin trajik hikâyesidir:
Sevdiği ve yakından tanıdığı bu yazarın içinde iz barındıran kitaplarını toplayan koleksiyonerimiz, kitabın kapağında epey tuhaf bir durumla karşılaşır. İmzanın yanında gözüken yer ve tarih, kendisinin de geçmişte katılmış olduğu bir söyleşiyi işaret eder.
Bu söyleşiye yazarımızın epey sevdiği, değer verdiği ve hatta belki de gelecek hayal ettiği bir hanımefendi de katılım göstermiştir. Koleksiyonerimiz bunu yazarımızla ettiği dostça sohbetlerden bilir.
Tesadüfün böylesi koleksiyonerimizin elindeki kitap özel bir notla birlikte işte bu hanımefendiye ithafen imzalıdır. Ne oldu bilinmez, görünüşe göre kitabımız bu hanımefendi için değerini yitirmiş, sahafın yolunu tutmuştur. Pekâlâ; olabilir tabii…
Ancak asıl üzücü olan kitabın gezinmek ve türlü insanların eline geçip ölümsüz olma yolunda ilerlemek yerine yazarımızın burnu dibindeki bir koleksiyonerin eline düşmesidir. Kitabın yazarına geri dönmesine şimdi ramak vardır.
Böylesi bir geri dönüş sanki sonsuzluğun aksine sonun, yaşam yerine ölümün ve devam etmek yerine durup tükenmenin izini taşımaktadır. Döngüsünü tamamlamıştır. Sondur. Pek üzücüdür. Fakat bilinmelidir ki bu işin ruhundan biraz bile anlayan bir iz sürücü, bu geri dönüşe izin vermeyecektir.
Hasılı, yazarımızın içi rahat olmalı. Şimdi bu imzalı kitabın yeri, değerini bilen bir koleksiyonerin kitaplığıdır.
Ürkütücü olansa denememizin durumudur.
Öyle ki iz bırakmak uğruna edilen her lakırdı altı çizili cümlelerle dolu, exlibrisli, ithaflı ve imzalı bir kitaba benzer.
Sonra…
Lakırdıcının biri bir sahafa girer. Sevdiği ve hatta yakınlık kurduğu bir yazarın tüm eski kitaplarını bulur.
Sayfaları hızla çevirir. Ne zaman ki altı çizili bir satır görür, o vakit bu kitabı satın almak üzere derhal tezgâha koyar.
Hele ki bir de imzalı yahut exlibrisli olunca… Sevincinden ağzı kulaklarına varır!
Fakat imzanın ithafı, atıldığı tarih ve yer önemlidir. Nitekim tüm bunlar geriye dönüşün habercisi bile olabilir.