Bir Pazar gecesinin akşam haberlerinde dünyadaki hayatın sonlanıp yarın herkesin uyanınca başka bir dünyaya transfer olacağı duyulursa, ne yapılır?
O gidilecek olunan yeni dünyada her şey eskisi gibi mi kalacak, eğer öyle olacaksa bunca insanı öteki tarafta bulunan yeni dünyaya taşımanın ne âlemi var!
Eskiyen dünyada bir borcunuz varsa, öteki yeni dünyada bu borç silinecek mi; mesela?
Eğer öyleyse, keşke bunu daha evvelden duyursaydınız ya, hesapsız kitapsız dünya kadar harcar ve bir güzel borçlanır, sonra ertesi sabah YAN DÜNYA’da uyanınca borçsuz, senetsiz sepetsiz oraya taşınırdık, ki ne güzel olurdu, değil mi!
Yahut, mesela, bütün sorumluluklarınız birden silinecek ve püripak vaziyette ertesi sabah yepyeni bir kişi mi olacaksınız; bu da belli değil.
Fakat kesin olan şu ki, eğer akşam “ajansında” radyoda, televizyonda, haber sitelerinde o Pazar akşamı dünyanın sonunda olduğunuzu duyarsanız delirmeniz işten bile değildir.
Kıyametvâri~apokaliptik bir beklentinin son saatlerinde delirmek akıllı kalmaktan daha iyidir diyebilir miyiz; yaşamadık ki nereden bilelim!
Yitirilmek üzere olan ve geride kalacak dünyaya bir nanik yapmak, hatta dil çıkarıp hayatla dalga geçerken akıl tutulmasına uğrayıp abuk sabuk davranmak hoş görülebilir mi; bunun cevabı da zor.
Tiyatronun çok yönlü sanatçısı Gülhan Kadim’in kaleminden çıkan bir komedi, İstanbul’un Galata semtinde Kumbaracı yokuşundaki Kumbaracı50 Sahnesi’nde, tek perde, 85 dakikalık oyunda, delirmek veya uslu kalıp aklı başında olmaklığın sınırlarını zorluyor, sorguluyor.
Gülhan Hanımın yazıp yönettiği oyun bir evin misafir odasındaki tek mekânda akıp gidiyor. Oyun, açılışındaki ağır temposunun kısa sürede gelişen olay örgüsüyle grotesk karakterlerin saçmaladığı, tuhaflaştığı, akla sığmaz, ipe sapa gelmez davranışlarıyla zıvanadan çıkan bir yere kadar ulaşıyor.
Oyundan sonra, –üstümüze vazife değil ama- bu ilk on, on beş dakikayı bir parlatma provasıyla cilalamaları iyi olur, kanaati bizde hasıl oldu.
Gülmeye bilet aldıkları belli görünen, mademki parasını verdik o halde gülelim diye kahkaha atma provasını evvelden tamamlamış birkaç seyircinin gülünmemesi gereken bu ilk dakikalarda fuzuli kahkaha patlatması can sıkıcı olsa da sabırla karşılanabilir.
Sahne Tozu yazısını yazmaya oturmuş tiyatro eleştirmeni yazarınız, oyun başladığında histerik kriz geçiriyor gibi arka arkaya kahkaha atan birkaç kadın izleyiciyi hayret, dehşet ve merak içinde izledi; şaşılacak şey şu ki, oyun asıl kıvamını aldığında o cenahta bir suskunluk da peyda oldu. Burası, o geceki oyun suaresindeki seyirci tarafına dair izlenimlere aittir; unutmayalım seyircisi de izlenecek şeydir bir tiyatronun…
Açık sahnesiyle oda tiyatrosu olarak bir mekânı, binanın yapısından dolayı vazgeçilemez iki kocaman taşıyıcı sütunla birlikte kullandığı için kimi zaman “Sütunlu Tiyatro” olarak adlandırılan Kumbaracı50’nin birkaç yıldır düzenli izleyici kimliğiyle seyrine geldiğim oyunların hepsinden sonunda mutlu ayrılacağımı bilmenin emniyet ve sükûneti içinde Yan Dünya’ya nasıl geçileceğini merakla bekliyordum.
Şarkı sözü yazarı, besteci, müzisyen ve müzik hocası Faruk ertesi gün başka bir dünyada gözlerini açacaklarını bildiği bu son geceyi en yakın arkadaşı, “kankası” Şehnaz ve eşiyle, o hani “Bu adamda ne bulursun!” denilecek kertede sırnaşık emlakçı -yekdiğer, öteki- Faruk’la geçirmek ister.
İçkili, atıştırmalı bir ikramla bu eskiyen dünyadaki son geceyi birlikte kutlayıp uğurlayacaklardır; sanki yılbaşı kutlaması gibi giden sene, gelen sene tarzında…
2024 yılının bahar dönemi oyunlarından olan “Yan Dünya”, Faruk’un ablası Aslı’nın eşi Kudret’in, enişte beyin beklenmedik biçimde sahneye girmesiyle, daha sonra müzik derslerinden Faruk’un öğrencisi Sema’nın bu geceye ansızın dahil olmasıyla dizginlerinden boşanmış bir çılgın komediye dönüşür.
Oyun, absürd ve grotesk komedi unsurlarını barındırır; asla bir kara-komedi değildir.
“Yan Dünya” oyunu için kara-komedi denildiğini duyduğumdan beri dikkatli, tedbirli, temkinli izledikten sonra bu komediye kara çalmanın hatalı bir tanım olduğuna karar verdim.
Sahne tasarımı ve salonun atmosferi, seyirciyi gerçeklik ve hayal arasında bir yolculuğa eşlik ettirmektedir. Her şeyden evvel açık sahne geleneği içinde oda tiyatrosunu dolduran izleyicilerin o mekânın bir kenarında olmaları oyunu gerçek kabul edecekleri kadar samimi hale sokar. Sanki izleyici o eve misafir gelmiştir. Eğer bu oyun bir “İtalyan Sahne”de oynansaydı, aynı izlenimi edinemezdik. Misafir odasındaki sehpaya el uzatma mesafesindeyiz; seyirci Faruk’un salonundadır.
O gece yenilecek içilecek, ardından uyku saatleri gelecek ve herkes uyuduğunda bütün insanlık ve tabii sahnemizdeki oyuncular dünya değiştireceklerdir.
Italo Calvino’nun Cosmicomics (İtalyanca orijinal adıyla Le Cosmicomiche) adlı kitabında bir hikâye vardı; Ayın Uzaklığı (La distanza della Luna).
Bu hikâyede Ay, Dünya’ya öylesine yakındır ki, insanlar teknelerle Ay’ın altına gelir ve merdivenle tırmanarak üzerine çıkarlar. Ay ile Dünya arasında fiziksel bir geçiş mümkündür.
Kumbaracı50’deki Gülhan Kadim’in oyununu izlerken Calvino’nun aya geçişini anımsatan bir fantazinin komedisi izlenir: Bugünün dünyasından ötekisine geçilecek son gece…
Oyunun Kudret karakterini Yiğit Sertdemir canlandırıyor ve iktisat teorilerindeki kayıtsızlık eğrisi gibi her koşulda yapışkan, ısrarcı, antipatik fakat sevimli bir tipe dönüşürken onun yapış yapış yılışıklığı sahnede oyun kurucu rolünü üstlendiğinden Kudret’siz bir Yan Dünya oyunu düşünülemezdi diyoruz.
Ev sahibi Faruk’un çevresinde dönen oyunda libidosu yüksek Şehnaz’la sırnaşık emlakçı kocasının cinsel fantazileri, kaçamak sevişme oyunları, ikide bir arka odaya koşturup acele tarafından sevişerek geri gelmeleri, o gece yaşanacak çılgınlığın içine cesur bir erotizm katmaktadır.
Sonra, zilini çalmadan evin açık kalmış kapısından geçip içeri gelen Faruk’un öğrencisi Selma’nın en başlardaki masumiyeti birden yok olacaktır. Aslında eski sabıkalı bir gaspçı olan Selma, birden zıvanasından çıkar, evvela kendi üstü başını fora eder ve dahası toplu seks talebiyle, üstelik çantasından 9.25’lik bir tabanca çıkarıp oradakileri gönüllü olacakları tuhaflıkların içine sürükler. Ötekiler de buna çoktan teşnedirler, sanki…
Her şey artık mübahtır, zira bu dünyada hayat bitmekte, nerede olduğu bilinmez bir Yan Dünya’ya yolculuk yapılmaktadır.
Ayıp, utanç, sır, gurur, terbiye, hasılı tüm ahlak kuralları, bütün NOMOS şimdi artık geçersizdir.
Kudret’in durduk yerde salondan çıkıp biz seyircilerin hayalinde canlandırabilecekleri evin balkonundan aşağıya bir zeytinyağı şişesi fırlatması, şişenin de o sırada yoldan geçen yukarı mahalle camisinin müezzin ve imam efendisine isabet edip, başından yaralanmasıyla komedi artık zırvadan öteye çıkar; kahkaha atmanın zamanıdır.
Zira zırva tevil kaldırmaz!
Cami imamının adı da Faruk’tur; bunu başı yarılmış olarak oyun sonunda içeri geldiğinde öğreniriz. Bu üçüncü Faruk şişeyle başından yaralandıktan sonra yukarı çıkmış, rengi ruhsar atmış vaziyette dairenin kapısını çalmıştır ve o esnada ilk Faruk tarafından bıçaklanmış, lakin öldürücü olmayan bıçak yarasına karşın tekrar bu apartman dairesine gelmiştir.
Üstelik onun da elinde şimdi bir başka tabanca vardır.
Kıyamete az kala sahneye bir din adamı da girmiş olur böylece…
Oyun başlamazdan evvel, salona alındığımızda voice-over olarak dinletilen söz ve müziğini Murat Kapu, Gülhan Kadim ve Deniz Bayrak’ın yazıp seslendirdiği “Yan Dünya, Yalan Dünya” ve ayrıca “Haydi bana eyvallah” şarkıları, ayrıca bestesi Burçak Çöllü’ye ait olan “Göz Vedası” şarkısı başlı başına sanat değeriyle fm kanallarında, cd’lerde yer bulacak nitelikte, harika şeyler; oyunun komedi değerine uygun çalışmalar.
Kudret karakterinin oyun kuruculuğu, onu canlandıran Yiğit Sertdemir’in o sakin tavrından kaynaklanıyor olmalıdır. Biz onu, Shakespeare’in dev eserinin çeşitlemelerinden birisi olan “Öteki Venedik Taciri”nde, geçen sezon, yine Kumbaracı50 Sahnesi’nde izlemiştik; bir metronom salınımında okunabilecek her hareketiyle ölçülü oyununda göz dolduruyordu.
Yine öyle…
Yiğit Sertdemir’in Yan Dünya’ya gitmezden evvel sakin, tasasız, umursamaz, dünya yıkılsa umrunda olmaz tavrı bu komediyi komik yapıyor.
Metin yazarı Gülhan Kadim’in biri imam, ötekisi emlakçıyla müzisyen Farukları çevresine koyduğu, Kudret-Şehnaz-Selma’dan oluşan altı kişilik ekip tam anlamıyla bir ansamble kadrodur. Oyun kahramanı olmayan, herkesin oyunda başrol aldığı, zevkle izlenen bir kıyamet öncesi senaryo…
Kıyamet deyince siz aldırıp korkmayın, zira dikkatle bakarsanız dünya komik ve kıyamet gibi bir yerdir aslında…