Hayatının en güzel yıllarını Suriye’de akla gelmeyecek işkencelerin uygulandığı Sednaya hapishanesinde geçiren Hataylı Riyad Avlar, kendine bir söz verir; yaşadığı müddetçe oradaki insanların sesini dünyaya duyurmaya çalışacaktır. Fransız yönetmen Ramzi Choukair İstanbul’a gelip “Saidnaya oyunu sensiz olmaz” dediğinde de bu sözünü hatırlar.
Riyad Avlar’ın hikayesini duymayan kalmamıştır gerçi, yine de bilmeyenler için kısaca anlatayım. 18 yaşında okumak için Suriye’ye giden Riyad orada işlemediği suçlar için tutuklanır ve 21 yıl boyunca Suriye cezaevlerinde tutuklu kalır. Öyle ki, ilk on beş yıl boyunca hiç kimseye haber ulaştıramadığından Türkiye’de kayıp hatta ölü olarak kaydı düşülür. Ancak on beş yıl sonra bir koğuş arkadaşının Şam’dan Hatay’a ulaştırdığı bir kâğıt parçası, ailesine Riyad’ın hala hayatta olduğunu müjdeler.
Riyad 21 yıl boyunca Suriye’nin birçok cezaevini tanımış olsa da onun unutulmayanı Sednaya olmuştur. Suriye İstihbaratının kontrolündeki Sednaya, akla gelmeyecek işkencelerin uygulandığı, başka hiçbir cezaevine benzemez bir yerdir. Sednaya’da on yıl geçiren Riyad “Orada işkence sadece işkence için yapılır; insan onurunu kırmak, insanları katletmek için yapılır” sözleriyle anlatır.
Riyad Türkiye’ye dönmeyi başardıktan sonra kendi kendine bir söz verir; yaşadığı müddetçe oradaki insanların sesini dünyaya duyurmaya çalışacaktır. İlk iş olarak Suriye’deki cezaevlerinden kurtulmayı başarabilen arkadaşlarıyla birlikte halen orada tutuklu olanlara ve yakınlarına destek olmak amacıyla Sednaya adında bir dernek kurar. Dernek Suriye’deki cezaevlerinin durumu üzerine raporlar hazırlar ve bu raporları uluslararası kurumlara sunarlar.
İşkenceyi gülümseyerek anlatmak
Riyad’ın hikâyesi en özet haliyle bile başyapıttır; bir hayatta kalma hikâyesidir. Riyad’ı tanıyıp ondan dinlediğinizde ise bambaşka bir varoluş anlatısına dönüşür. Akla gelmedik eziyetleri gülümseyerek anlatır Riyad. Koyu kırmızı bir renkte anlatıldığında acıyı dinlemek zordur; bu nedenle de Riyad’ın hikâyeciliği başkadır, en ağır işkenceleri sakince, usulca ama tane tane sözlere döker.
Riyad’ın anlatımlarından en az benim kadar etkilenenlerden biri de Suriye uyruklu Fransız yönetmen Ramzi Choukair olur. Riyad’ın Sednaya işkencelerini gülümseyerek anlattığı videoyu izleyen ve çok etkilenen Choukair, Fransa’da yaşayan cezaevi arkadaşı Necah Elbukaiyi aracılığıyla Riyad’a ulaşır. Riyad tiyatro oynamak ne kelime, hayatında hiç oyun izlememiştir ama kendisine verdiği sözü hatırlar.
“Ramzi Paris’ten İstanbul’a geldi, onunla ilk kez İstanbul’da buluştuk. Sadece Suriye’de tutuklu kadınların hikâyelerinden oluşan bir oyun yaptığını, şimdi ise Y-Saidnaya adında bir oyun yapmayı düşündüğünü anlattı ve ‘Bu işin sensiz olmayacağını söyleyeyim; katılır mısın, yapar mıyız beraber’ dedi. Ben tiyatrocu değilim, hayatımda tiyatroya gitmiş de değilim. Bunun yanı sıra ben çok kitap okudum ama elime tiyatro kitabı geçtiğinde hiç okumazdım. ‘Nasıl yaparım bu işi bilmiyorum’ dedim. O beni ikna etti. Bu oyun benim için bir fırsat olacaktı, Suriye’deki koşulları basına anlattım, videolar çektim ama tiyatro ile çok daha geniş kitlelere ulaşabileceğimi düşündüm. O yüzden kabul ettim. Proje üç yıllık olacaktı ama salgın bizi çok etkiledi.”
Çalışmalar yaklaşık bir yıl önce başlar. İlk temsilden önce eğitim için birçok kez Fransa’ya gitmesi gerekse de salgın yüzünden sadece iki ziyaret gerçekleşebilir ve üçüncü gidişinde son hazırlıkları yapıp sahneye çıkarlar. Riyad oyunun kendi hikâyesi üzerine kurulduğunu ama paralel yürüyen hikayelerle de zenginleştirildiğini anlatıyor.
“Mesela 1980’lerde 9 yıl yatmış bir kadının hikâyesi var. Suriye’nin 80’li yılları nasıldı? Nasıl bir siyasi iklim vardı? onun hikâyesinden anlıyoruz. [1982 yılında komünist fikirleri nedeniyle tutuklanan Hend Alkahwaji 1991 yılında genel af ile serbest kalır. Alkahwaji 2013 yılından bu yana Fransa’da siyasi mülteci olarak yaşıyor. Ed.] Ayrıca Shevan adında bir gencin hikâyesi var. Doğrusu çok etkileyici bir hikâye. Shevan homoseksüel ve bu Suriye’de kesinlikle kabul edilebilecek bir şey değil. Shevan’ın ailesi dini açıdan biraz karışık. Kendisi Yahudi asıllı, babası Hıristiyan ama sonradan Müslüman olmuş ve adını Muhammed olarak değiştirmiş. Shevan 2011’de devrimin başlangıcında tutuklanıyor ve orada Shevan’a tecavüz ediyorlar; sert işkenceler yapıyorlar. Babası para ödeyip çıkarıyor onu cezaevinden ve Lübnan’a kaçıyor. Oradan da Hollanda’ya sığınıyor. Shevan’ın anlattığı çok çarpıcı bir hikâye var. Suriye’de görev yapan Hollandalı bir Cizvit rahibi var, Shevan daha kendisinin homoseksüel olduğunu bilmeden bu rahibe sığınıyor. Rahibe kızlara hiç ilgi duymadığını anlatıyor. Rahip, ‘Hazreti İsa seni olduğun gibi sever, sen de kendini, nasılsan öyle kabul et’ diyor. Bu rahip daha sonra katledildi. Shevan Hollanda’ya sığınıp vatandaşlığa kabul edildikten sonra ilk iş olarak katledilen Hollandalı rahibin soyadını alıyor. [rahip Frans van der Lugt 2014 yılında Humus’ta öldürüldü. Ed.]”
Beş kişilik ekipte Riyad’ın deyimi ile üç “mağdurun” yanı sıra iki de profesyonel oyuncu görev alıyor. Jamal Chkair, cezaevinden çıktıktan sonra uzun süre psikolojik tedavi görmek zorunda kalan kardeşinin hikayesini anlatıyor. Lübnanlı yönetmen ve oyuncu Alaa Mansour ise bir başka mağdur kadını canlandırıyor. Burada aklımıza “Peki kendi hayatını oynayanlar herhangi bir oyunculuk eğitimi aldılar mı?” sorusu takılıyor. Riyad’a göre kendi hikayelerini anlatmaları tam tersine en önemli yardımcıları olmuş.
“Doğrusu ben mesela doğru dürüst yürümeyi bile bilmiyordum sahnede. Ama kendi hikâyemi kendi doğallığımda, herhangi bir şey katmadan, oyunculuk katmadan anlatacağıma inanıyordum. Bunu da yaptım. Ben sanatçı değilim ama bu durumu anlatabildim; insanları acındırmak için değil, dayanışma duygularını harekete geçirmek için yaptım. Hatta en acı yönlerini anlatırken bile güldüm, gülmeye çalıştım. İnsanlar oyundan sonra bize gelip, çok etkilendik dediler. Oyun bittiğinde seyirciler kapıda bizi bekliyorlardı. Bana hep bu olayları gerçekten yaşayıp yaşamadığımı, rol yapıp yapmadığımı sordular. Ve ‘Evet bunları yaşadım, hatta daha çoğunu ama buraya hepsini sığdıramadık’ dediğimde şok oldular.”
Prömiyeri 22-23 ve 29 Eylül’de Napoli Tiyatro Festivali’nde gerçekleştirilen oyunun büyük ses getirmiş. [Arapça olan oyunu İtalyanca altyazılı olarak bu bağlantıdan izleyebilirsiniz] 1900’lerden kalma bin kişilik tarihi Bellini salonunda salgın nedeniyle ancak 250 kişiye oynayabilmişler. Oyun önümüzdeki dönemde başta Paris olmak üzere Fransa’nın birçok kentinde Almanya’da ve Hollanda’da sahnelenecek. Yine aklıma hemen bir soru geliveriyor: “Peki bu oyunu bir şekilde Türkiye’de izleme şansınız var mı?”
“Çok istiyoruz gerçekten bunu ama lojistik olarak bunu ne kadar becerebiliriz bilmiyorum. Şahsen ben maddi bir şey karşılık almam sadece gönüllü olarak gider gelirim, diğer arkadaşlarım da böyle ama bir ülkeden bir ülkeye gitmenin masrafları oluyor. Biliyorsun uçak- yol-kalma masrafları var. Lojistiği ayarlayabilirsek tabii gerçekten çok istiyoruz.”
Oyunu ne zaman, nasıl izleriz şimdilik meçhul ama sığdırdıklarını ve sığdıramadıklarını da merak ediyorum, özellikle Sednaya’da yaşadıklarını. Bir dönem Sednaya’da Radikal İslamcılarla birlikte kalan Riyad burada bir isyana ve savaşın başlangıcına da tanıklık etmiş.
“2000 yılından sonra Sednaya Cezaevi’ne radikal İslamcıları getirmeye başladılar. Özellikle Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonraydı. Biliyorsun rejimler muhaliflerinden kurtulmak için önce başka yerlere gönderirler, orada ölürse ölür; geri dönerse tutuklar içeri koyarlar. Aynısını Suriye’de de yaptılar. Irak’tan geri dönenleri tutuklayıp oraya koydular. Ben de hayatımda ilk defa başka düşüncelerle karşılaşmaya başladım. Yani bu kişiler mesela normal hayat şartları içinde yaşayan insanlara bile kâfir deyip, onları dışlayan düşünceye sahiptiler. Ama sonuçta biz aynı çatı altında yaşamak zorundaydık. Ortak bir yol bulup onlarla yaşamaya çalıştım. Ta ki 2008’deki büyük isyana kadar… İsyan 6 ay sürdü. Suriye rejiminin kendisi, bile isteye radikal grupları orada bıraktı ve o gruplar orada örgütlendiler. İsyan kötü bitti, insanlar öldürüldü, katledildi. 2011 yılında da ilk af ile birlikte radikal İslamcıların tamamı salıverildi. Yani Suriye rejimi bunların dışarı çıkıp silah taşıyacaklarını bile bile onları saldı. Bizimle birlikte hapishanede kalan PYD’yi kuran insanlar da vardı, onları da saldılar. Bu saldıkları insanlar arasında DAİŞ’i kuranlar vardı. El-Nusra’yı kuranlar Sednaya Cezaevi’ndeydi. Şam kırsalında Ceyş-ul İslam’ı kuran Zehran Alluş Sednaya Cezaevi’ndeydi ve isyanın başındaydı. Onun hükmü çok olmasına rağmen af çıkarıp saldılar. Böyle insanların tümünü Suriye rejimi kendisi saldı. Onları saldı ama bizi bırakmadı. Biz çıkıp da ailelerimizin yanına gelip yaşayabilecek, barışçıl insanlardık ama bizi bırakmadılar.”
DAİŞ’i, El Nusra’yı kuranlar serbest bırakılırken Sednaya’da tutulmaya devam eden Riyad’ın savaş günlerini nasıl geçirdiğini de merak ediyorum. “Dışarda bombalar patlarken” diyecek oluyorum; meğer içerisi de farklı değilmiş.
“Savaş beterin beteri oldu. Yemekler zaten azdı daha da azaldı, kötüydü daha kötü oldu. Elektrik günde 1 saat geliyordu zaten, sular kesiliyordu. Bunun yanı Şam Cezaevinde Ceyş-ul İslam, oradan bize havan atışları yapıyorlardı çünkü Duma yakındı bize. Cezaevinin içine birkaç havan düştü, tutuklular öldü. Bir defasında ziyaretçilerin kapısına havan atışı yaptılar orada anneler, babalar, kardeşler, çocuklar öldürüldü. Beni Şam Cezaevine ilk taşıdıklarında koğuşta 35 kişiydik. Ben çıktığımda aynı koğuşta 115 kişi olmuştu. İnsanlar tuvaletleri temizleyip yatıyorlardı çünkü yer yoktu yatacak. Şöyle bir kıyas yapılmasını istiyorum, burası Kızılhaç’a gösterdikleri bir cezaeviydi. Diğer cezaevlerindeki insanların durumunu sen kıyasla… Oralardan insanlar bize bir deri bir kemik geliyorlardı. Sednaya’dan gelenler bize şunu anlatıyorlardı: O kadar çok insan ölüyormuş ki bir günde, cesetleri üst üste koyuyorlarmış, ranza gibi oluyormuş ve yatacak yer olmadığından dolayı tutuklular çıkıp o cesetlerin üstünde yatıyormuş. Artık şunu düşünün insanlık dışı bir şeyle nasıl barışabilir.”
Son sözü yine Riyad’a bırakıyorum: “Yaşadıklarım ve anlattıklarım binlerce insanın da yaşadıklarıdır. Belki kendi hikâyelerini anlatamayan, bu fırsatı bulamayan binlerce insan var ve onların hikâyelerini anlatmaya çalışıyorum.”