Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde (TGC), 22 Nisan 2024 Pazartesi günü, Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri töreni telaşı vardı. Dile kolay; 3750 üyesiyle Türkiye’nin en büyük gazetecilik meslek kuruluşu olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri’ni 65 yıldır vermeye devam ediyor. Kamu yararını önceleyerek görev yapan, mesleğini icra ederken baskı ve tehdide maruz bırakılan; hele de zülfü yâre dokunulmaya görsün, hürriyetlerine dahi ket vurulabilen bir meslek kolunun, işini hakkıyla yapan meslektaşlarını onurlandırmasıdır bu tören… Bir klasiktir. Coşkulu alkış sesleri, TGC eski başkanlarından Burhan Felek’in adını taşıyan konferans salonundan, -geçmişte Türk basının kalbi olan, günümüzde güç ve iddiasını yitirmiş, sessizleşip köhneleşmiş- Babıâli yokuşuna gürül gürül akar. Zira ödüle layık görülen gazeteciler ve ürettikleri haberler çoğu zaman direnişin, kalemini özgürce kullanabilme inat ve idealinin sembolleridir. Hele de basının iyice kıstırılmış olduğu böyle alacakaranlık dönemlerde…
Daha iyi günler görmüş olduğumuzu kabul etmekle birlikte, Türkiye’nin, basın özgürlüğü açısından hiçbir zaman dört başı mamur olamadığını not düşmeliyim. Çok partili demokrasiye geçişimizden bu yana -kabaca- hemen her on yılda bir maruz bırakıldığımız askeri darbeler; son yirmi yılda ise demokratik yollardan gelen sivil iktidarın otoriterleşmesi ve zaman içinde tesis ettiği sivil vesayet basın özgürlüğü açısından yaşamsal tehdit haline geldi. Dün hastaydık, bugün -belki de- ölüm döşeğinde… Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF), 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü günü nedeniyle yayımlamış olduğu 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde, geçtiğimiz yıl 180 ülke arasından ancak 165’inci sırada yer alabildik. 2005 yılında 98’inci sıradaydık. 2021 yılında endeksteki yerimiz 153’üncülük idi. 2022 verilerinde ise, “…hapisteki gazetecilerin tahliye edilmesi, tutuklama yerine adli kontrole rağbet edilmesi ve ifade özgürlüğü örgütlerinin hak aramada etkili mücadele yürütmesi” gibi gerekçelerle 149’uncu sırada yer aldık. Birkaç basamak öne geçiş, ne yazık ki büyük derdimize çare olamadı. 153’üncü sıradan 149’a yükselmemizi gerekçelendiren ifadeler, yalnızca basın özgürlüğü konusunda gelip dayandığımız acınası durumun tasdiki idi. Bu yıl fark yaratabilecek miyiz? Hiç sanmıyorum. Türk basınının değişik dönemlerini görüp yaşamış, farklı kuşaklardan hangi meslektaşımıza dokunsanız, basın özgürlüğü ve gazetecilik mesleğinin bugünlerdeki irtifasına ilişkin bin türlü ah işitiyorsunuz. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Vahap Munyar’ın, ödüle layık görülen haber ve gazetecileri takdim etmeden önce, “…meslektaşlarımız işten atılma, gözaltına alınma, tutuklanma, hedef gösterilme, sözlü ve fiziksel saldırıya uğrama tehdidi altında olmadan gerçeğin peşinde koşarak haber yapabilmelidirler!” şerhini düşmesi, bulunduğumuz irtifaya dair önemli bir saptama: “…Meslektaşlarımıza yönelik tüm haksız ve hukuksuz saldırılar engellenmeli, saldırganlar cezalandırılmalıdır. Her görüşten yurttaşın oyunu alarak göreve gelen siyasi partiler, her görüşten gazetecinin etkinliklerini izlemesine olanak sağlamalıdır. Akreditasyon uygulamalarından artık vazgeçilmelidir…”1
Sorabiliriz: Tarif edilen bu koşullarda basın özgürlüğünden bahsedebilmek mümkün müdür? Devamını da getirelim: Özgür basının olmadığı yerde demokrasiden hakikaten söz edilebilir mi? Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini Turgay Olcayto’dan birkaç ay evvel devralan Munyar’ın tespitleri günümüz koşullarını kavrama amacı taşısa da bundan 78 yıl evvel Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kurulmasına neden olan habitatın da -neredeyse- tarifi niteliğinde… 78 koca yıl… Federico Garcia Lorca’nın “Deniz Suyu Türküsü”nde dillendirdiği gibi, “Ağlarım suyunu denizlerin, yiğit, suyunu denizlerin…”
Ağlamayıp anlatmaya çalışalım: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanan “Basın Ayaklanması”nın yaşandığı 1945 Türkiyesi’nde tek parti rejimi mevcuttu. Tek ses ve tek kudret Cumhurbaşkanı İsmet İnönü idi: “Milli Şef”… Gazetecilik, bu rejimin tesis ettiği kurumlardan biri olan, “Türk Basın Birliği”nin izni dahilinde yapılabiliyordu ancak… Bu aktardıklarım bir çağrışım yapıyor mu bilemem; ancak basın kartlarını bu kurum veriyor, sudan sebeplerle geri alabiliyor, gazetecinin kalemini topyekûn kırabiliyordu. O dönemin genç gazetecilerinden Hayri Alpar, “Türk Basın Birliği, tehdit silahı olarak asılmıştı başımıza,” diye anlatacaktı o günleri: “…Gazetecilik yapabilmek için bir ‘Baro’ niteliğinde olan bu birliğe üye olmak şarttı. Zor girerlerdi, “Türk Basın Birliği’ne gazeteciler; kolayca da çıkarılabilirlerdi. ‘Gözün üstünde kaşın var’ dedin mi, atıldın gittin…”2
Pastanelerde, evlerde, matbaa köşelerinde bir araya geliyor, tartışıyorlardı: Ne yapabiliriz? Türk Basın Birliği yönetimini nasıl deviririz? Gazetecilik mesleğini, CHP iktidarının vesayeti altından nasıl kurtarabiliriz? Genç gazetecilerin artık bir meselesi vardı! Kazanmak için öncelikle kongre taktiklerini öğrenmeleri gerekiyordu. Bir de maddi ve manevi destek sorunu mevcuttu. Öyle ya, sahip-çalışan ilişkisi içinde neredeyse boğaz tokluğuna görev yapan bu genç insanların Ankara’da yapılacak Genel Kongre’ye gidebilmeleri için bile para gerekiyordu. Sadun Galip Savcı ve Kemal Onan, Vatan gazetesinde yapılan bir toplantıda, Sedat Simavi adını ortaya koydular. Ne var ki günlük bir gazete sahibi değildi. Babıâli’de 7 Gün dergisi ile dikiş tutturmuş idealist bir yayıncıydı. Yine de olur mu, olur!
7 Gün Matbaası’nın kapısını çaldıklarında, “İki şeyden yoksunuz,” diye söze başlamıştı Hayri Alpar. “…Çalışma güvenliğinden, düşünce ve yayın hürriyetinden. Her ikisinin de kaynağı bir. Başımızdaki rejimden doğuyor. Biz savaşa kendimizden başlamak istiyoruz. Eğer Basın Birliği’nin yönetimini ele geçirirsek, Birliğin üstesinden geliriz. Daha sonra da sosyal adalet yolunda savaşa girişiriz. Kendimizin de memleketin de kaderini bu kötü baskı sisteminden kurtarma, basının baş görevi değil midir? Başka ülkelerde böyle olmamış mıdır?”3
Gençleri sessizce dinlemişti, Simavi. Aklından neler geçiyordu? İkinci Dünya Savaşı’nı demokrasi cephesi kazanmıştı. Totaliter blok büyük hezimete uğramış… Türkiye savaşın bitmesine ramak kala son dakika hamlesi yapmış, San Francisco’da toplanacak olan konferansa resmen davet edilerek Birleşmiş Milletler’in kurucu üyeleri arasında yerini alma hakkını kazanmıştı. Bir süredir değişik bir rüzgâr esiyordu ülkede… Aksi koşullarda, bırakın kaleminizin elinizden alınmasını, anarşist ya da komünist ilan edilip hapsi boylamak dahi mümkündü! Öyle ya, büyük şair Nazım Hikmet cezaevindeydi ne zamandır… Ama şimdi?.. Görüyordu; zamanın ruhu değişiyor. “Evet,” dedi, genç arkadaşlarına… “Varım!”
İşte 1945 kuşağı gazetecilerinin, “Basın Ayaklanması” adını verdikleri hak ve hürriyet mücadelesi böyle başladı. Onlara göre Türkiye’de demokrasi fitilini ateşleyen ilk hareket bu idi. Türk Basın Birliği’nin 6 Aralık 1945 günü açılan ve dört gün süren İstanbul Kongresi’nde Hakkı Tarık Us yönetimi devrilmişti önce. Sıra Falih Rıfkı Atay’daydı. 1946 yılının Ocak başıydı. Yüze yakın gazeteci, Atay’ı devirmek için araba ve trenlere doluşmuş, Sedat Simavi’nin verdiği destekle “Büyük Kongre” için Ankara’ya doğru yola çıkmışlardı. “Ankara’daki kavga gerçekten ibret verici sahnelerle doludur!” diye anlatacaktı o günü Bedii Faik: “…Ve inançlı bir kütle ile, resmi görev anlayışından başka bir rehberi olmayan iktidar tosunlarının çarpışması tabii sonucunu hemen vermiş ve İstanbul’un isteği olmuştur. İstanbul’un en parlak hatibinin Nizamettin Nazif, birlik cephesinin en kavgacı şövalyesinin de Behçet Kemal olduğu uzun zaman dillerde gezip durdu. Devrilmesine uğraşılan Falih Rıfkı Atay ise toplantıya şöyle bir uğramış ve çekip gitmiştir! Ben yıllar sonra beraber olduğum ve birlikte gazete çıkarmış olmayı ömrümün en değerli armağanı saydığım Atay’a, bu konuyu sorduğum zaman şöyle diyecektir: Basın Birliği’nin savaş sonrası atmosferde yerini koruyamayacağını görmek için fazla keskin zekâya ihtiyaç yoktu. Hareketten bir gün önce İnönü ile bunu konuşmuştuk. İnönü seçilmemem halinde, yani birliğin statükosunun bozulması halinde, kaldırılmasının daha uygun olacağını söylemiştir.”4
Yok, tam da böyle değil! Türk Basın Birliği, yeni yönetimin Falih Rıfkı Atay’ı ihraç etmek üzere Yüksek Haysiyet Divanı’nı toplantıya çağırması üzerine dağıtılacaktı. Hayri Alpar’a göre, yenilgiyi hazmedememişlerdi: “Türk Basın Birliği’nin eski genel başkanı tarafından Ulus gazetesinde bizler için, gayet ağır bir yazı yazdığı haberi geldi. Birlik merkezini dolduran arkadaşların, o günkü coşkun asabiyetlerini hâlâ unutamayız. Öneriler, protesto telgrafları hazırlıyor, ‘Olamaz böyle şey!’ diye bağırıyorlardı. Sonunda yüzü aşkın imzalı telgraf hazırlandı. Birliğin Yüksek Haysiyet Divanı toplantıya çağrıldı. Elimizdeki kanuna göre, bu tür eylem, üyenin Birlik’ten ihracını gerektiren suçlardandı.”5
Ankara kodamanları hop oturup hop kalkıyordu. Öyle ya, her köşede, CHP yayın organı Ulus gazetesi başyazarının Türk Basın Birliği’nden ihraç edileceği konuşuluyordu! Atay, bu senaryo gerçekleşirse gazetecilik yapamayacaktı artık. İktidar, çıkış yolunu, bu antidemokratik kurumu kaldırmakta bulabildi ancak… Ve 10 Haziran 1946… Lağvedilen Türk Basın Birliği yerine, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti kuruldu. Kurucular Sedat Simavi, Sadun Galip Savcı, Cihat Baban, Hayri Alpar ve Sait Kesler idi… Gerçi sarı basın kartı verme yetkisi Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne bırakılmıştı ancak gazetecilik, basın ve ifade özgürlüğüne dair tüm normlar Gazeteciler Cemiyeti’nin tavsiyesine bağlıymışçasına Babıâli’de güçlü bir inanç oluşmuştu. Kurucu ilkeler, bu özgüvenle ifade ediliyordu: “Hür ve müstakil gazetecilik!”
Ve 22 Nisan 2024 Pazartesi… 33 dalda Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri veriliyor, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde… Başkan Vahap Munyar ilkeleri tekrar ediyor: “Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olarak kurulduğumuz günden bu yana bağımsız ve bağlantısız gazetecilik yapılabilmesi için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Düzenlediğimiz ödüller de bağımsız ve bağlantısız gazeteciliğin desteklenmesinde önemli rol oynuyor…” Bu yıl ilk ödül, gazeteci Murat Ağırel’e takdim ediliyor. Haberin başlığı şöyle: “Kızılay Skandalında İkinci Perde: Yardımları da Satmışlar” 28 Şubat 2023 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış… Salon, bir kıvılcımı canlandırmak ister gibi alkışlayıp duruyor. “Bir sinek kuşu gibi geriye doğru uçmayı başarsak,” diye düşünüyorum her seferinde, “ …basın özgürlüğü denildiğinde, onurlu ve coşkulu öyküler anlatabildiğimiz -görece- iyi günlere doğru kanat çırpsak.”
1 Vahap Munyar’ın TGC’ndeki 22 Nisan 2024 tarihli konuşmasından.
2 Muzaffer Gökman, Sedat Simavi Hayatı ve Eserleri, s.60.
3 a.g.e., s.63.
4 Bedi Faik, Matbuat Basın derkeen… Medya, s.62.
5 Muzaffer Gökman, Sedat Simavi Hayatı ve Eserleri, s.67.