Dr. Martin Luther King’i anlattığı “1960 What?” şarkısıyla hafızalara kazınan iki Grammy ödüllü Gregory Porter, meşhur “caz şapkasını” da yanına alarak uzun bir aradan sonra İstanbullu izleyicinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
Tüm yolları kaçınılmaz bir şekilde müziğe çıkan Gregory Porter, üniversiteden sonra Brooklyn’de caz kulüplerinde aşçılık yaparken sahneye çıkmaya başladı; yazıp çekmecesine terk ettiği şarkı sözleri onu dünya sahnelerine taşıdı.
Irkçılık direnişinin simgesi Dr. Martin Luther King’i anlattığı “1960 What?” şarkısıyla hafızalara kazındı, 2014’te Liquid Spirit ile, 2017’de Take Me to the Alley ile “En İyi Caz Vokal Albümü” dalında Grammy’ye layık görüldü. Porter’ın yolculuğunda “güvenli battaniyem” dediği, hiç çıkarmadığı Kangol Summer Spitfire şapkası da onunlaydı.
Porter, ilk ciddi çıkışını yaptığı Water ve ardından gelen Be Good albümlerini yayımladığında 40’ına merdiven dayamıştı. Ardından kısa sürede müzik listelerini kararlı bir şekilde tırmandı. Liquid Spirit, tarihin en çok dinlenen caz albümü oldu.
Her ne kadar doğup büyüdüğü Bakersfield için “cazın Mekke’si değil” dese de Gregory Porter geç gelen şöhretinin kısa sürede hakkını vererek caz dünyasının uzun zamandır beklediği kurtarıcı rolünü üstlendi: Kadife sesinden kendine özgü müziğini tüm dünyaya duyurdu ve cazı bir kez daha büyük kalabalıklarla buluşturdu.
BBC’nin “endişe verici biçimde az rastlanan, ender bir tür” olarak tanımladığı Porter, çocukluk döneminden bu yana beslendiği country, gospel ve blues’un yanı sıra caz, R&B ve funk arasında seyreden ayırt edici tarzıyla öne çıktı. 70’lerin gospel ruhunu yeniden canlandırdı, her performansında izleyicisini şaşırttı.
Yine de onu dinleyicileri için vazgeçilmez kılan en önemli faktör, şarkılarıyla sıradanlığı ve acıları güzelliğe çevirmesi oldu. Kötüyü iyiye dönüştürmeyi ve çirkini güzelleştirmeyi, öğretmeni olarak gördüğü Nat King Cole’dan, çocukluğundaki kilise korosu deneyiminden ve annesinden öğrendi. Bunu yaparken şarkılarını gerçeklikten koparacak naif bir iyimserliğe ise hiç düşmedi. Müziğine kendinden her şeyi koydu: ailesi, kültürü, inancı, geçmişi, siyaseti… Böylece tüm samimiyetiyle kişisel deneyimlerinden ve gerçek duygulardan yola çıkarak yaptığı bestelerinin dinleyicileriyle kurduğu özel bağ hep güçlü kaldı.
Duyguları abartmayı seven, basit hayatları iyi müziğe dönüştüren ve iyileşme hikâyelerinin bir parçası olan Gregory Porter, içindeki karanlığı arayan dinleyicilerini bile sevgi ve umut dolu müziğiyle buluşturmaya, 31. İstanbul Caz Festivali’ne geliyor.