Tarık Günersel’in “İktidar Beşlemesi” (Bence Kitap, 2012) adlı eserinin daha önsözünü okurken, satır altlarını çizmeye çoktan başlamıştım bile.
“Her piyes bir metindir ama her metin bir piyes değildir.”
“Piyes, oyun metni, oyun, temsil. Farklı anlamlar taşıyan bu kelimeler dururken hepsinin yerine ‘oyun’ denmesine karşıyım…”
Tarık Günersel ile, yani oyuncu, yazar, dramaturg, çevirmen, hoca Tarık Günersel ile bundan üç yıl kadar önce “Yarım Bardak Su” piyesiyle tanışmıştım. Hani, bütün zamanlarımı altüst etti derler ya, replikler arasında tutsak kalmış, defalarca okumuş, okumuştum. Kim bilir belki de bir gün…
Hayat hep rastlantılarla doludur aslında. Kim bilir?
Geçtiğimiz ay Tarık Günersel ile ilk kez telefonda konuştum. Uzun bir sohbetti bu… Öğreten, aydınlatan, nasıl tanımlasam nefesi rüzgâr yapan, şeker şerbet bir sohbet.
Yalın Tiyatro’dan bahsettik mesela…
“Serkan’cığım, ‘Yalın Tiyatro’da şu sorular temel teşkil ediyor: Mümkün olan en az sayıda oyuncu mu? En az sayıda kelime mi? En az sayıda dekor, kostüm, donanım parçaları mı? En az sayıda ses mi? Müzikse daha az olamaz mı? Çünkü sahnede gereksiz olan her şey gürültüdür, bana göre. Biliyor musun, mümkün olduğunca az oyuncu için yazmak, her oyuncuya hünerini sergileme fırsatı tanımak, az masraflı yapımlarla söylenecek sözü söyleme taraftarı oldum hep. Haydi, itiraf edeyim, dünyada egemen gerzekliklerden sıkıldım, usandım…”
Evet, ben de Hocam! Hem de çok. Tutulmayan sözlerden, yarasalar tüneğinde renk değiştiren insanlardan, hayallerin darmaduman edilmesinden…
Tarık Günersel imzalı “İktidar Beşlemesi” beş piyesten oluşuyor: “Altın Post”, “Neron ile Agrippina”, “Zırhlı Kurt”, “Yarım Bardak Su” ve “Kader Planlayanlar”.
Replikler birer şölen… Replikler birer alev şerraresi… Replikler canlı. Replikler oyuncularını bekliyor.
“Dünya zindan idi, zindan dünya oldu. Hangi kadını hatırlasam, suratı babaannem! Hangi adam gelse aklıma, suratı babam! Anılar, anlatılanlar akıncı gibi hücumda. Kim erişebilir bu hıza? Hafıza cehennem, cehennem hafıza ..” (1)
“Herkes olmaya razıyım. Her şey olmaya razıyım. Kendimden başka.” (2)
“Sükut. Konuşunca mutlaka münakaşa ediyoruz. Biraz konuşmasak? Sussak? İki dakikacık.” (3)
“Lütfen… Bardaktaki suyu toprağa dök. Solgun bir otun dibine.” (4)
“Holofira bunca sever miydi oğlu Murad’ı?
Marya böylesine müşfik mi bakardı Bayezid’e ?
Olga böyle mi okşardı saçını Çelebi Mehmed’in, Mora Despina bunca düşkün müydü Fatih’e?
Ya Korelya Bayezid’e?
Helga böyle mi öperdi oğlu Kanuni’yi? Bilmem…
Roksolan hangi dilde ninni söylerdi? Raşel hangi dilde? Bafo? Helen? Violetta? Padişah anası olmak. Mecburen.
Belki sırf anne olmak isterdi çoğu. Her biri kendi diyarında. Evlenip çocukluk aşkıyla. Ama padişah anası oldular.
Can kattılar, can verdiler, can aldılar. İktidar. İktidar. İktidar…” (5)
Tarık Günersel “İktidar Beşlemesi”nde tarihi bir mozaik sunuyor bizlere. Seneca, Neron, Apollonios, bir başvekil, bir piyanist, V. Mehmed, Gülnuş Sultan, Sultan Deli İbrahim, Cellat, Saraylı, Köprülü Mehmed Paşa, Pietro Della Valle, Viyanalı Kumandan, Kanaryalı Vezir, Kadızadeli, Jüstinyen, recm cezasına çarptırılan kadın, Kösem Sultan ve diğerleri tarih sahnesinden bugüne taşınıyor tek tek. Bugünden yarına… Sarp doruklarla, keskin uçurumlar arasında mekik dokumak düşüyor okur ve izleyicinin payına.
Bir diğer ifadeyle okuru, izleyiciyi çağrışımlar girdabına sürüklüyor Tarık Günersel. Politik hicivden, eleştirel drama, hüzünden, kalp kırıklıklarına savuruyor bir anda. Ve her biri ebedi yaşamla mühürlenmiş eserler ortaya koyuyor. Daha birkaç hafta önce, Tarık Günersel İtalya’da, Accademia delle Arti e delle Sienze Filozofiche tarafından, Seneca anısına gerçekleştirilen Uluslararası Şiir Yarışması’nda “Uluslararası Şiir” ödülünü “Seneca Sürgünde” adlı eseriyle kazandı; biliyorsunuz.
Dün akşam Tarık Günersel’i telefonla aradım. “Kitapla ilgili birkaç sorum var,” dedim. Sağolsun, zaman ayırdı, yanıtladı.
Aslında itiraf etmek isterim, Tarık Günersel eserlerini okumak, izlemek, Tarık Günersel’in rahle-i tedrîs’inden oyuncu, piyes yazarı, okur, izleyici olarak geçmek ayrıcalıktır. Tarık Günersel’in anti-in your face tavrına tanık olmak da… O’nunla sohbet etmek de.
Neden iktidar beşlemesi, diye sormadan, Gencay Gürün, Erol Keskin, Talat Halman, Çetin İpekkaya’ya ithaf ettiğiniz dört piyes dikkatimi çekti. Bizde böylesi vefa, saygı duruşları o kadar unutuldu ki… Evet neden bu dört isim, hayatınızda önemli?
Önce ilginiz için çok teşekkür ederim, değerli Dünyadaşım Serkan Aydın. Ortak dostumuz Pınar Çekirge’nin sayesinde tanıştık seninle. İyi enerjilerin buluşması verimli sinerjilere yol açar, her zaman. Gencay Gürün ile 1990 yılı biterken Hilmi Yavuz’un aracılığıyla tanışmıştık. ‘Sizin gibi yaratıcı insanlara kurumlarımızın sahip çıkması lazım,’ dedi. Genel Sanat Yönetmeni olarak beni İstanbul Şehir Tiyatrosu’na dramaturg ve oyuncu olarak aldı. Piyesçiliğim gelişebildi. (Evet: ‘romancı’ gibi ‘piyesçi’ derim, biliyorsunuz.) Erol Keskin ile kurumdaş olduk.
1992’de TAL (Tiyatro Araştırma Laboratuvarı) projesi olan “Faust” sürecine yazar olarak katılmamı istemişti benden. Bu arada hemen belirteyim, “Dr Fa” adlı türev piyes oynanmaya hazır, bekliyor. Erol Keskin 1993’de IV. Mehmed odaklı piyes yazmamı önerdi. “Zırhlı Kurt” piyesimi on sekiz yılda yazdım. Erol Keskin 1994 senesinde Genel Sanat Yönetmeni iken “Altın Post” konusunu önerip, Gürcü yönetmen Sandro Mrevlişvili ile ortak tiyatro hamlesine yol açtı.
Talât Halman’a gelince, 1982’de “Otmopoli’de Akşam” adlı şiir kitabım ile ilgili övgülü bir mektup yazmıştı. (İlk kitabım değerli şair, eleştirmen, yayıncı ve hukukçu arkadaşım Tahir Abacı’nın kurduğu Yaşantı Yayınevi tarafından basılmıştı.) Suudi Arabistan’daki zor aylarımda mektubu ilaç gibi geldi. Halman dünya çapında bilge bir şairimizdir ama, ne yazık ki, değeri Türkiye’de yeterince anlaşılamadı. Sırf bana değil, daha nice şair ve yazara olumlu yaklaşımı ve somut katkıları ile de örnek bir aydındı. Hatırlıyorum, 1989’da çıkan “Muhafızgücü:1 – Hayalgücü :0” adlı kitabım hakkında 1990’da harika bir değerlendirme yazısı kaleme aldı, ABD’de World Literature Today (Günümüz Dünya Edebiyatı) dergisinde… Buhrandan çıkışımda payı oldu. 1992’de Tacitus’un tarihini okurken, Neron ile annesi Agrippina odaklı bölümü okuyunca sarsılıp önce destan, sonra piyes yazdım. Teşekkür niteliğinde Halman’a ithaf ettim. Çetin İpekkaya dediniz…
1994-95 sezonunda “Altın Post” projesi sürecinde beraber emek verdik. Piyesi ona ve Sandro’ya adadım.
Bu kitabınızda yer alan piyesler bizi hem bugüne hem de çok daha eski zamanlara taşıyor, hocam. Dünü bugüne, dünü ve bugünü geleceğe iliklerken bir bakıyoruz hırs, güç kavgası, sevda hep aynı kalmış… Sadece değişime uğramış. Evet şimdi sorabilir miyim neden iktidar… Bu beşleme nasıl oluştu?
Ankara’da Bence Kitap Yayınevi’ni kuran değerli yayıncı Ceyda Pırıl Köstem, sağ olsun, birkaç eserimi kitaplaştırdı. Gündeme toplu piyeslerimi aldı. Üç cilt olarak planladık. İlkini ‘İktidar Beşlemesi’ adıyla hazırladım. 1973 yılında yazdığım “Tanrılar Ay’dayken” de yer alabilirdi aslında.
“Akrep neden öldürücü darbeye kadar iğnesini saklar? İktidar adına. Ya kaplumbağa yavaş olmasına rağmen sabırla varır tepeye? Yine iktidar uğruna…” İktidarın (duygusal ve fiziksel boyutlarından yola çıkıp mini destan tadında piyesler yazdınız. O kahramanları yaratırken böylesi yaşayan kimlikler olabileceğini düşlediniz mi… Çünkü hepsinin bir muadili var günümüzde.
Doğrusu, günümüzdeki bazı kişiler esin kaynağı oldu o karakterlere.
Bu arada Rodoslu şairi anlatıcı olarak piyese katmanız eşsiz bir yaratıcılık örneği.
Sağ olun. “Altın Post” destanını en iyi Apollonios işlemiş. Eser umduğu ilgiyi görmeyince bozulmuş. Şükran belirtisi olarak onu Argonot yaptım. Piyesi sonraki yıllarda daha az oyuncu ile oynanabilecek hale getirdim. Apollonios oyuncu grubuyla macerayı aktarıyor. Haydi itiraf edeyim, Apollonios rolünde birkaç karakteri canlandırmak isterim.
Keza ” Zırhlı Kurt’ta yer alan kimlikler ve “Yarım Bardak Su”da yer alan piyanist ve politikacı da… Çok etkileyici simgelere dönüşüyor. Hayal kahramanlar, hayalken gerçek oluyor. Bunun sırrı nedir?
Hamlecilik, birikim, özeleştirili emek.
Şimdi tam da bu satırları yazarken, Beethoven’ın “Quasi una Fantasia”sını duyar gibi oluyorum…. Sahi neden?
(1,2,5) ” Zırhlı Kurt “
( 3,4) ” Yarım Bardak Su “