Öyle bir yazı yazayım ki, hem ben hem okur ve dahi yazı da kendinden memnun kalsın istiyorum.
Mevzusuna bağlı!
Bazen mevzu dargınlığı çektiğim olur; yoksa ilk satırı kâğıda koydum mu arkası akar gider.
Evvel eski ezberimdedir; Latinler söyler bunu:
Rem Tene Verba Sequentur!
“Sen konuya hakim ol, arkası gelir…”
İşte hakimiyeti kaybettiğimiz zamanlarda mevzu-konu bize darılır, biz ona gücenir; başlı bacaklı Maça Papazı gibi oluruz.
Ne birbirimizden ayrılır ne de Şeytan görsün yüzünü demeden duramayız.
Yine öyle oldu:
Mesele Kitap dergisinin web sayfası “mesele121” için bir eğlenceli, hicivli yılbaşı yazısı yazayım istedim, hani şu sabun köpüğü gibi, “Okudum da ne anladım, bir şeyler anlatıyordu ama neydi?”, dedirten cinsten bir yazı.
Elim çenemde düşünüp duruyorum; hay Allah ne yazsam, ne yazsam!
Ben iyisi mi şimdi Şey’den bahsedeyim; o en kolayı…
Şey canım, işte bildiğimiz şey! Şeyi yazması kolay…
Bir kere onun üç harflik bodur boyuna bakıp Karamürsel Sepeti sanmayınız; rica ederim. Dildeki gücü, cüceliğinden büyüktür. Eskiler buna, “Kuvveti cesametinden epeyicedir”, derdi.
Bir kere şey tek heceli bir sözcük olarak dilde ne kadar anlam, kavram, içerik, dokundurma, atışma ve sataşma, izah ve istihza, cinas ve telmih, takriz ve tâ’riz, küfür ve fahriye, benzetme, hikâye etme, ibtizâl ve intihal, kafiye kurma, nesir çıkarma, intak sanatı, atasözünden anlam bulma ve dahi buluttan nem kapma, hatta koydu mu oturtma, hasılı edebiyat ve söz sanatları adına her ne varsa hepsine tek tek üşenmez, yetişir; ağız payı verir.
Şey deyip geçmeyin, işte böyle bir şeydir.
Bu hâliyle tek başına bir sözlük, hatta ansiklopedidir.
Bugüne dek Meydan Larousse ve Britannica fasiküllerine boşuna taksit ödemiş olmalısınız. Şey deseniz, yeter de artardı.
Bana göre, şey sıkça kullanılsa lisana bile gerek kalmaz. Her bir şeye şey dendi mi, kolayından anlaşılır, öyle böyle idare olunurdu. Edebiyatta bir şeyi bilir de bilmezden gelmek sanatı olan Tecahül-ü ârif bile şeyle kolayca şey edilirdi; yapılırdı.
Mesela, “ Aaaa… O şey, bu şey miydi, hay Allah ben de şu şey zannetmiştim!” dediniz mi, biliyor da bilmezden geliyor olmaklığın âlâsını şey ederdiniz.
Bu yönleriyle bakılırsa, şey aslında en selâsetli bir selis sözcüktür; önemli şeydir yani…
Selâset, dilde bir mevzuya ait şeyin akıcı kullanılması durumudur. Neyin! Şeyin, sözcüğün. Bakın, gördünüz mü, yavaş yavaş şeye alışıyor dilimiz…
Şey, aslında hem her şeydir hem de hiçbir şeydir. Onunla lafı evirir çevirir, en zor durumlarda zevahiri kurtaracak lakırdıyı bulabilirsiniz; demek ki aslında her şeydir.
“Vallahi, ben öyle şey etmek istememiştim, amma velakin lakırdım maksadını aştı ve şey oldu, e dilin kemiği yok ya!”
İşte, bir önceki lafın yükünden kurtuldunuz gitti.
Ne var ki, çok şeylemek yerli yerinde kullanılmazsa yüze göze yapışır, hemen bulaşır; makyajı bozuk kadın gibi dile çamuru olur. Bu durumda kalanlar için şey, hiçbir şeydir:
“ Ben şey demiştim ama siz şey anladınız!”
Böyle konuşmayı tabii ki, ne karşınızdaki şey eder ne siz şey etmiş olursunuz; aman dikkat!
Ben yazıya başlarken şeyi bir şeye bağlarım diyordum ama şimdi düşündüğüm şey neydi, vallahi unuttum.
Şeyin, böyle unutturan tarafı da vardır.
Hemen bir deftere kalemle şey ettirmezseniz, lafınızı unutur, ben gibi okur karşısında iki paralık olursunuz.
Durun durun; aklıma bir şey geldi! Galiba yazıyı şeye dönmekten kurtaracağım:
Yazılarımı dikkatle okuyan hikâye yazma meraklısı genç bir okurum, eğer bu yazıda yararlı şeyleri yazdım diye bana teşekkür ederse, cevabını leffen takdim edip bu küçük dergi-gazete fıkrasında peşin peşin vereyim de, bu şeyden iyisi mi kurtulayım:
“Bir şey değil!”