Sarı Yeleklilerin isyanının hatırlattığı gibi, 2010 yılından bu yana Dünya’nın değişik bölgelerinde, ülkelerin kendine has dinamikleriyle bir dizi halk isyanı yaşandı. Ekonomik ve siyasal sistemin kendilerine berbat bir yaşam sunmuş olması sebebiyle Kuzey Afrika, Türkiye, Avrupa’nın çeşitli kentlerinde halk hareketleri yaşanıyor. Bu düzen devam ettiği sürece de yaşanacaktır.
Uluslararası kapitalizm insana eskisinden daha iyi bir yaşam seviyesi sunamıyor. İnsanca yaşayabileceğimiz bir iş, ücret ve emeklilik, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim hizmeti; yaşanabilir bir kent, çevre; özgürlükçü bir siyasal rejim ve demokratik katılım, gelişmiş kültürel, insani ve ahlaki ilişki biçimleri; kadın özgürlüğü, çocuk hakları, azınlık hakları ve ezilen uluslara birlikte yaşama olanağı sunamıyor, hatta mevcut imkanları daraltıyor, geri alıyor.
Üretim ilişkileri bakımından ise, bütün teknolojik ve teknik gelişmeler, sanayileşme, bilimsel buluşlar yaşamlarımızı kolaylaştırıp, iş saatlerini kısaltarak mal ve hizmetleri ucuzlatmıyor; tam aksi oluyor. Gıda ve ilaç sanayinin üzerinde egemen olan kar amaçlı dev şirketler, hepimizi ve geleceğimizi tehdit ediyor. Kanser ve diğer ölümcül hastalıklar ürüyor.
Bu koşullarda kapitalizmi islah etmek üzere ortaya çıkan bütün siyasal akımlar, başta sosyal demokrasi ve reformist, liberal sol eğilimler kitleler için inandırıcı olamıyor. Nedeni anlaşılabilir: Sermayenin alt sosyal sınıflara bütçe ayırma imkanı yoksa ‘islah’ etme çabaları da boşa çıkıyor.
2010’dan bu yana halk kitleleri ve işçi sınıfı burjuva düzenin sınırlarını teşhir etmekte gösterdikleri başarıyı mücadeleyi daha ileriye taşıma becerisinde gösteremediler. Reform taleplerini elde edemediler, elde ettiklerinde daha ileriye taşıyamadılar ve koruyamadılar. Siyasal boşluğu farklı burjuva fraksiyonlar ve askeri aygıtlar doldurdu.
Burjuvazi bu durumda geleneksel sağa değil, aşırı sağa sarılmaktadır. Burjuvazinin dünya genelindeki gelişmeler karşısındaki korkusu, onu aşırı sağa yöneltmekte, otoriter ve baskıcı rejimlerin sayısı artmaktadır.
Öyleyse, yoksul halk kitleler ve işçi sınıfı taleplerine nasıl kavuşabilir?
Birincisi yapısı, işleyişi ve kurumları bugünkünden tamamen farklı bir toplum olması halinde işçiler ve yoksullar taleplerine kavuşabilirler. İkincisi, devrimci işçi hareketinin tarihinden öğrendiğimiz gibi siyasal iktidar olmadan toplumsal devrim gerçekleşemez. Üçüncüsü, dünyayı değiştirecek bir hareket için devrimci parti ve kitlelerin örgütlendiği meclisler gereklidir.
Marks Engels’ten önceki devirlerde ütopyacı sosyalistler vardı. Ya da siyasal mücadeleyi önemsemeyen, işçi sınıfının taleplerini siyasal iktidarı değiştirmeden elde edebileceğini söyleyen, ekonomik mücadelelerle yetinen sosyalist akımlar oldu. Bugün de buna benzer bir dizi ütopyacı ve islahatçı akımların olduğunu görüyoruz. Ancak sonuç değişmiyor: Kapitalizmi ıslah etmek boşa kürek çekmek, boşa çaba oluyor. Kitleler başarısızlığa mahkum olup geri çekiliyor, moral bozuluyor.
Devrimci Marksizm, ‘burjuvazinin mülksüzleştirilmesi amacıyla proletaryanın iktidarı ele geçirmesi’ gerektiği görüşüyle, kendini tüm bu ütopik, islahatçı akımlardan tarihsel olarak ayırmıştır.
Marks ve Engels’in Manifesto’da vurguladığı gibi, ‘işçi devriminde ilk adım proletaryayı hakim sınıf durumuna yükseltmek, demokrasi savaşımını kazanmaktır’.
Öte yandan Lenin gibi, devrimci Marksizm geleneğinin en son taşıyıcılarından Troçki de kapitalizmin ilgası için bir dizi küçük ve kısmi talep için mücadeleden geçtiğine inanıyordu. Troçki 1938 Geçiş Programı’nda ifade ettiği gibi, ‘bu stratejik görevin (iktidarın alınması) başarılması, en küçük ve kismi olanlar dahil tüm taktik sorunlar üzerine en titiz bir biçimde eğilmeksizin düşünülemez. Proletaryanın bütün kesimleri, bütün tabaka, meslek ve grupları devrimci harekete çekilmelidir. İçinde bulunduğumuz çağın ayırt edici özelliği devrimci partiyi günlük sorunlara ilişkin çalışmalardan kurtarılması değil, bu çalışmaları devrimin gerçek görevleriyle ayrılmaz bir biçimde birarada yürütmeyi olanaklı kılmasıdır’.
Tüm bu politik değerlendirmelerin ardından günümüzdeki hareketlerin değerlendirmesine gelirsek ne söyleyebiliriz?
Sarı Yelekliler Hareketinin eylemlerinde ya da bir başka açıdan Gezi İsyanı sırasında gördük ki, hareketi övüp bitiremeyenler olduğu gibi, bu harekette solcu bir öz bulamadığı için eylemlere burun kıvıranlar da oldu. En çok harektteki milliyetçi eğilimler öne çıkartıldı.
Oysa ki, bu hareketler devrimci hareketler olmadılar; ahcak kısmi mücadeleler için bir hareket olarak önemliydiler. Hareketin doğası ve sınıf bileşimi, varolan talepleri kapitalizmin sınırlarının aşılmasına olanak vermiyordu.
Kuşkusuz kitleler sokağa çıktıkça, düzenle karşılaştıkça öğreniyorlar. Ancak kitle hareketinin kendi deneyimleriyle öğrenebileceklerinin de sınırları var.
İşte bu yüzden küçük bir azınlıkta olsak, yukarıda ifade ettiğimiz politik tarihsel sonuçları mücadelenin gündemine taşımaksızın, tarihsel deneyimi dikkate almaksızın işçi sınıfı ve yoksul halk kitleleri için yaşanabilir, talepleri karşılanabilir bir düzen kurulamaz. Bugün için hareket kadar kıymetli olan bir başka şey devrimci Marksizmin gündem yapılmasıdır.
İşçi sınıfı yaşamak istiyorsa, kapitalizmin ölmesi gerekir!