16 Nisan referandumuna üç hafta kaldı. Düne göre ‘evet’ kampının tam saha presiyle oylarını konsolide etmeye gayret ettiğini görüyoruz. Tüm olanaklarıyla devlet ve AKP; geriye ne kaldıysa MHP ‘evet’ için çalışıyor. Neredeyse bütün ana arterler dev Tayyip Erdoğan posterleriyle dolduruldu. Başbakan fiilen silindi. Davutoğlu’nun başına ne geldiyse, Binali Yıldırım’ın başına da o geldi: Oysa ne keyifliydi ilk zamanlar!
Ancak ne Tayyip Erdoğan, AKP kurmayları ve başbakan ne de bir başka anket şirketi ‘evet’in çoğunlukta olduğu konusunda emin değil. Bazı genel geçer ve sahaya dair fikirleri var.
Nitekim, AKP kurucusu ve partinin ileri gelenlerinden, partinin Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında anketlerle ilgili fikri sorulduğunda, yuvarlak cevaplar verip anketlerle bir başka çalışma grubunun ilgilendiğini söyledikten sonra, sahadaki egemenliklerini anlatırken ‘bir yandan Cumhurbaşkanımız diğer yandan başbakan ve bakanlarımız’ mitingler yapıyor gibisinden sözler sarfetti. Yani, sahada yılların deneyimiyle ‘evet’ çıkacak demeye getirdi.
Hayati Yazıcı’nın açıklamasından referandumda oylanacak olan ‘partili cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin’ fiilen uygulandığını anlıyoruz. Tayyip Erdoğan hiçbir çekincesi olmaksızın mevcut sistem içinde yapılması yasal olarak mümkün olmayan bir eylemi, Cumhurbaşkanı olarak yürütmektedir.
Öte yandan görüyoruz ki, MHP mitinglerine ‘partiye destek vermek’ maksadıyla katılan ülkücü gençler arasında ‘hayır’ diyecek olanlar var. Bunu da açık açık video röportajlarda ifade ediyorlar. Bunları BBC Türkçenin sayfasından izlemek mümkün. Demek ki saha her zaman gerçeği ifade etmiyor!
Yine biliyoruz ki, AKP’ye yakın MAK Danışmanlık firmasının Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Kulat, “Bugüne kadar hiçbir seçimde görülmemiş bir durum yaşanıyor” diyerek AKP seçmeninin yüzde 10’unun evet demediğini belirtti. MHP seçmeni içinde evet diyenlerin yüzde 30’u geçmediğini ölçen Kulat, evet oylarının yüzde 45-47 bandında olduğunu söyledi. Devamla “AKP’nin kendi içinde yüzde 10’lar düzeyinde 16 Nisanda evet demeyecek bir seçmen grubu var” diye ekledi.
Tüm gözaltılara, baskılara rağmen ‘evet’ cephesi ülke içinde başarılı değil; ne derdini anlatabiliyor ne de referanduma sunulacak Anayasa değişikliklerini.
Tayyip Erdoğan bu referandumu Anayasa oylaması meselesinden çıkartıp bir ‘milli mesele’ haline getirmeyi deniyor. Öyle ya, CHP de ‘bu bir parti meselesi değil memleket meselesi’ demiyor mu? Bu ‘Memleket’ kanalı olduğunu iddia eden AKP için de, MHP ve CHP için de uygun bir zemin ise, bunun en iyi savunucusu tabii ki AKP ve MHP olabilir; CHP taklit yapmakla kalır!
İşte Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın, Almanya’dan kara yoluyla Hollanda’ya gitme kararı –ki, bu kararın Binali Yıldırım’a rağmen alındığı ileri sürülüyor-, ‘milli’ politikanın bir unsuru olarak devreye girdi. Sonrasında gelişen olaylar malumunuz. Hollanda hükümetinin seçim öngününde eline geçirdiği fırsatı kullanışına tanık olduk. Ardından peş peşe Almanya ve Avusturya Türk hükümeti karşıtı politikalarını devreye koydu. ABD ve İngiltere İstanbul’dan kalkan uçak seferlerinde cep telefonu dışındaki elektronik araçları bagaja aldırarak bazı Arap ülkeleriyle birlikte Türkiye’yi de IŞİD ve El Kaide terörüne iliştirdi. Rusya PYD ile işbirliği ve karşılıklı gözlem kararı aldı, anlaşma imzaladı.
Bütün bu ‘milli’ dava ilk başlarda Tayyip Erdoğan’a ve ‘evet’ oylarına yarasa da her geçen gün turizm, ticaret ve söz konusu ülkelerde yaşayan Türkler için dezavantajlı bir gelecek vaadi anlamına geldiği için, tersine bir ‘bom’ etkisi yaracak bir şişmeye hizmet ediyor.
Ancak bizim için belirleyici olansa, işçi sınıfının bu sürece yaklaşımıdır. Tek tek işyerlerindeki eğilimlerin ‘ekonomik’ göstergelere bağlı olduğunu Evrensel gazetesinin işyerlerine yönelik röportajlarından anlıyoruz. Sendikalar cephesinden bakıldığında ise, Gebze Sendikalar Birliği bir veri sayılır: Burada yönetimin siyasi eğiliminin ‘sağ’ olduğunu kabul edeceğimiz önemli sendikaların şubeleri, Lastik-İş, Çelik-İş gibi sendikalar referandumda ‘hayır’ diyeceklerini açıkladılar. Akbank gibi bir banka devinin kendi eliyle kurduğu BANKSİS’in yetkisini düşürmeye kalkması üzerine sendikanın grev kararı alması ve grevin de Bakanlar Kurulu kararıyla ertelenmesi, AKP hükümetinin ve Cumhurbaşkanı’nın işçi sınıfına karşı tutumunu ifade ediyor.
Bu referandum, sağ siyasi bloğu bölecek. AKP, MHP, BBP ve Saadet Partisi içinde yüzde 10’dan yüzde 80’e varan oranlarda ‘hayır’ olduğu açık biçimde ifade ediliyor. 2010 referandumuyla karşılaştırıldığında boykot cephesi ‘hayır’a dönmüş durumda ve sosyalist sol içinde de ‘yetmez ama evet’ diyen kimse bulunmuyor.
Tüm bunlardan dolayı yer üstü suları ‘evet’e doğru akarken, ‘hayır’ cephesinin tüm kriminalize edilişine rağmen, yeraltı suları ‘hayır’a doğru akıyor. Güçlü ve etkili olan bu akış dip akıntısının debisini yükseltmektedir. Yani, referandum kampanyasının ilk başlarında herkesçe kabul gören “herkesin ‘hayır’ çabasının ayrı ayrı kanallardan” yürütülmesi önermesinin, hızla ‘hayır’ çalışması yürütenlerin politik merkezileşmesi, politik birliği ve birleşik mücadelesi yönüne evrilmesi önem taşıyor. Eğer ‘hayır’ çıkacaksa, mevcut merkezi iktidar karşısında merkezi bir politik güç ve bunun örgütsel biçimlenişi acil bir görev haline gelecektir.
Referanduma üç hafta kala mevzuun görünür hale getirilmesi ve fiili olarak işleyişi için sosyalist cenahtaki dirsek temaslarını birleşik cepheye; sosyalist cenahın dışındaki kesimleri ise, demokratik ve özgürlükçü temelde işbirliğine ikna etmek gerekiyor. Haydi iş başına!