Hani şu bizim Franz (doğrusu Ferenc) Liszt amca var ya; hani şu Macaristan’ın milli kahramanı diye bilinen; hani 75 yıllık hayatının 60 yılında yaptığı bestelerle Romantik dönemin en üretken ve etkili bestecilerinden biri olarak kabul edilen ve özellikle piyano eserleri günümüzde dahi en çok icra edilen besteci, piyano virtüözü ve hocası?
Hani 1847’de Sultan Abdülmecid’in davetlisi olarak İstanbul’a gelen ve beş hafta geçiren; hani Beyoğlu’nda, Nur-i Ziya Sokaktaki bir evde kalan ve günümüzde cephesinde bunu belirten bir mermer tabelanın bulunduğu; hani hem Sultanın huzurunda iki defa hem de art arda defalarca İstanbul’un meraklılarına konser vermiş olan o büyük dahi!
Şimdi efendim, bu Liszt Amca, 41 yaşındayken tutmuş bir piyano sonatı bestelemiş, pir bestelemiş! B minör piyano sonatı, delicesine bir eser. Kimisi “Teknik olarak çalınamaz!” derken, kimisi “Müzikal olarak anlaşılmaz bu!” buyurmuş; dört yıl süreyle kimse çalmaya kalkışmamış… ta ki bir öğrencisi eseri ilk kez dinleyiciye sunma cesaretini bulmuş! Ama işte ne zaman ki Saint-Saëns 1880 yılında “Yahu bu müthiş bir eser!” deyip büyük bir konserde yorumlamış; işte o gün bugündür Liszt’in “En büyük piyano eseri!”, “Yok hayır, tüm eserleri arasında en büyük eseri!”, hatta hepsinin üzerinde “19. yüzyılın en büyük piyano eseri!” diye mühürlenmiş!
Zor ve ancak usta piyanistlerin yorumlamaya kalkıştığı bu sonat, yine de en çok icra edilen eseri haline gelmiş. Bazılarına göre “otobiyografik” bir beste. Kendisi böyle nitelememişse de, tutkulu bir Katolik olmasından hareketle bu eseri hayatı boyunca vicdanının günah ve suçlulukla mücadelesini, ama aynı zamanda umut ve sevinç dolu ruhunu yansıttığını iddia edegelmiş. Belki niyeti bu olmasa da, kendisi de farkına varmaksızın, bilinçaltını böyle yönlendirdiğini söyleyenler az değil.
“Allegro”, “adagio”, “scherzo” ve “finale” adımlarının hepsinin bir arada bulunduğu tek bir bölümden oluşan eser için bu yakıştırmalara doğru diyenler çok. Bunlar bestenin İncil üzerine kurulduğunu, Tanrıyı, cennet bahçesinden kovulmayı, yılanı, Havvayı, kutsallığı ve şeytanlığı anlattığını söylemişler. Ama bu görüşleri tamamen reddeden, bunun sadece etkileyici, çarpıcı bir eser olduğunu vurgulayanlar da çok. Belki de dikkate alınması gereken, Liszt’in bu besteyi artık virtüöz piyanist niteliğini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı, tamamen besteciliğe yöneldiği bir dönemde yapmış olması. İçinde kopan fırtınaları anlatmaya çabalıyor denemez mi?
Sizlere bu eseri geçen hafta verdiğim konserdeki altılıda da yer alan Çinli piyanist Haiou Zhang’in yorumuyla sunuyorum bugün. Çağımızın en önemli piyanistlerinden biri olarak tanıtılan bir genç dahi Zhang. 9 yaşında piyanoya başlayan, Beijing ve Hannover konservatuvarlarında eğitim görmüş bir piyanist o. Dünyanın her yerindeki büyük yarışmalardan ödüllü ve dünyada çalmadığı önemli konser salonu da kalmamış.
Bir ilginç not: Hepimizi televizyon başına mıhlayan o müthiş İspanyol banka soygunu dizisi “La Casa de Papel”in 5. Sezonunda kullanılan fon müziği, Haiou Zhang’ın, Thomas Fey yönetimindeki Heidelberg Senfoni Orketrasının eşliğinde doldurduğu Mozart albümündeki performansı.
Hoş seyirler…