Daha Köln’e yerleştiğim ilk aylarda duyduğum bir isim; LyLy… Bu Heumark´ta bir restoran. Oldukça merkezi ve Dom katedraline de yakın olmasından dolayı eylem ya da etkinliklerden sonra bir şeyler yemek – içmek için gidilen bir mekan. İşte Gülperi ablayı LyLy´de tanıdım. Arkadaşlar onun restoranın sahibi olduğunu söylediler. Ne zaman oraya gitsem gülümseyerek her masada herkesle tokalaşıp hal-hatır sorduğuna defalarca tanık oldum. İnsanlarla ilişkisinde elbette ki bir incelik var tabi, ama daha ilk karşılaşmada dikkat çeken bizim o tarafın(doğu) kadınlarına has özellikleri… Dersimli Gülperi abla, Ovacıklı…
Geçtiğimiz günlerde yine oradaydım ve yanımdakilerle konuşurken, siyasete kadın eli değmesi gerektiğini, kadının doğurgan özelliklerinden dolayı daha çözüm odaklı olduğunu söyledim. Gülperi abla uzakta oturduğu halde “Pardon, biraz kulak misafiri oldum da, söyledikleriniz dikkatimi çekti.” deyip sohpete katıldı. Ne demek istediğimi anlamıştı. O da benimle aynı fikirdeydi. Teorik-politik değil ama kendimizi daha iyi anlayabileceğimiz felsefi bir derinlikle sohpete daldık. Ayrılırken mümkünse kendisiyle daha uzun konuşmak, hatta röportaj yapmak istediğimi söyledim. Sağolsun beni kırmadi. 8 Mart´a iki kala -yoğun işlerine rağmen biraraya gelip kısa bir söyleşi yapma şansımiz oldu.
Gülperi abla senin hayatından yola çıkarak, kadınların isterlerse başarabileceklerini de yazmak istiyorum. Nasıl bir hayatın var, biraz bahsedebilir misin? Diyelim ki sabah kalktığında ilk ne yaparsın, günün nasıl geçer?
Sabah kalktığımda ilk işim kendime kahve yapmak. Sonra da güzel bir kahvaltı ederim. O arada haberleri okurum, Türkiye´de ne olmuş, dünyada ne olmuş…? Derken işe hazırlanmaya başlarım. İşe gelirken yürürüm çoğunlukla. Ren nehrinin kenarında yürümek çok hoşuma gider. Sonra buraya geldiğimde o gün yapılması gereken neyse onu yapmaya başlarım. Tabi bu akşama kadar sürer. Haftanın bir günü işe gelmem, o günü kendime ayırmaya çalışırım. Diğer günlerde buraya gelen arkadaşlarla sohpet etmek, onlarla görüşmek de işimin en sevdiğim yanı… Uzun zamandan beri gelip giden sürekli müşterilerim var mesela. Bunlarla da arkadaş gibi olduk.
Şimdi sen böyle anlatınca insanın gözünde sorunsuz, güzel bir hayat canlanıyor. Artık biraz rahat olsan bile, bugüne gelebilmek için bazı sıkıntılar olmuştur herhalde.
Tabi, olmaz olur mu…!? Aslında ben karşıydım en başta. Yani eşim kardeşiyle bir yer açmak istediğinde “sen yapamazsın” diye engel olmak bile istedim. Sonra baktım gerçekten yapmak istiyor, kabullendim. Ama hiç işe karışmayacaktım. Çünkü benim zaten kendi işim vardı. Köln belediyesinde temizlik işinde çalışıyordum. Bir de çocuk… Hatta ikincisine de hamileydim.
Peki karşı olmanin sebebi neydi tam olarak? Yani eşinin gastronomi işini yapamayacağını neden düşündün?
Ya işte, böyle bir iş kolay olmaz diye düşünmüştüm. Sadece yemek yapmakla iş bitmez ki… Eğer kendi işin olacaksa müşteriyi de memnun edeceksin. Ona saygı, güler yüz göstereceksin. Ki gelen rahat etsin, bir daha gelmek istesin.
Bu söylediğin biraz kadınların yapıcılığıyla ilgili sanki. Bir de bazı şeyleri de çok yönlü (kompleks) düşünmüşsün.
Evet, tabi her erkek bunu öyle kolay kolay yapamaz. Başta yardımcı olmayı düşünmedim. Ama sonra baktım bunlar işin altından kalkamayacak… önce evde yemek yapıp gönderdim. Sonra gelip gitmeye başladım. Derken ne zaman işe gelsem, bir gün önce bıraktığım neyse öyle olduğu gibi durduğunu görünce artık işin içine tam girdim. Mutfaktaydım, servise çıkmaya başladım. Yani garsonluk yaptım. Çocuklar da küçüktü o zaman. Annem gelip bizde çocuklara bakardı. O günler çok zordu.
Anladığım kadarıyla sadece yemek ve servis değil, aynızamanda işletmeyi de eline alıp çekip çevirmeye başlamışsın. Eşin dinler miydi seni?
Tabii. Oturup konuşurduk. Bana güvenirdi. Bir keresinde kaynımla bir tartışmam olmuştu. Ben haklıydım. O zaman eşim beni dinlemek istemeyip tersleyince, çok zoruma gitti. Bana haksızlık ettiğini düşündüm. Tartışma da işle ilgiliydi zaten. Öyle olunca; “Madem öyle ben de çalışmam o zaman.” dedim. Bir-iki ay işe gitmedim. Derken bunlar baktılar işler bensiz yürümüyor, mecburen kulak verdiler.
Yani seni işe zorlama, baskı yapma falan olmadı… Eşin hiç el kaldırmadı mı sana?
Yok böyle bir şey hiç olmadı. Erkek şiddeti görmedim. Ama bir kadın olarak onlar kavga ederken, ayırmak için araya girdiğim oldu.(Gülüyor)
Nasıl?
Mesela biz lokantayı açalı iki sene mi ne olmuştu… Bir gece burada çok büyük bir kavga çıktı. İki müşteri kavga etmeye başladılar. Ben sakinleştirmek için araya girdim. İkisini de dükkandan çıkarmaya çalıştım. Ama onları dükkandan çıkarmaya çalışırken haklı-haksız demeden, yani taraf tutmadan bunu yapmak istedim. Bi ara bizim akrabalardan biri de geldi. Bana yardım edecek sandım. Baktım tam tersi. O da kavgaya karıştı. Bi tarafı tutup öbür adama vurmaya başladı. O zaman dayanamadım tabi. Onu zorla çekip kavgadan uzaklaştırdım. Müşterileri dışarıya çıkardım, ki her biri kendi yoluna gitsin. Çok kötüydü. Eşim başka bir yerde de çalıştığından geç geldi. Tabi o arada komşu esnaflar polise çoktan haber vermişlerdi. Polise ifade verip, olaya kapattık.
Analattığın çok extrem bir olay. Herkes böyle bir şeye cesaret edemez. Bir kadın olarak bu cesareti nasıl edindin?
Bilmem… Benim annem, hatta onun annesi de güçlü kadınlardı. Biz yani böyle bir şeyi ailede gördük. Bir yerde bir haksızlık varsa o haksızlığı ortadan kaldırmak gerek. Eğer sen bir şey yapmazsan o haksızlık devam eder.
Tam da oraya gelmek istiyorum Gülperi abla. Dünyada çok büyük haksızlıklar, kavgalar var. Kadın olarak da hayatın her yerinde ezik durumdayız sanki. Nedir bu?
Aslında ezik diye bir şey yok. Kadınlar kendini ezik hissettikleri için eziliyorlar. Ben burada (Almanya´da) dayak yiyen kadınlara falan da yardımcı olmuştum, Kadın evlerine sığınanlara tercümanlık yapmıştım. Orda çok kötü hikayelere şahit oldum. Mesela bir tane kadın, oğlu uyuşturucudan kurtulsun diye gidip kardeşinin kızını Türkiye´den buraya getirmiş, evlendirmiş. Eee tabi o gelinin çekmediği kalmamış. Kadına dedim ki, “Teyze bak sen de bir kadınsın. Nasıl böyle bir şey yaptın? Oğlunu kurtarmak için bir insanı kurban ettiğinin farkında değil misin? Hem de kendi öz yiğenin?” Tabi bir cevap veremedi. Bir de Nuriye olayı vardı. O davayı sürekli takip ettim. Hiç unutmam. Televizyona da çıktı. Kadına sadece kocası değil, ailedeki herkes fiziki şiddet uygulamış. En son kaynanasının ütüyle işkence yapmasından sonra olay ortaya çıkmıştı. Bu olay da mesela beni çok etkiledi.
Neden etkiledi?
Yani ne bileyim… Ben bir yerde böyle haksızlık olursa mutlaka bir şey yapmak gerektiğini düşünürüm. Çok kadına dedim, eğer bir şey olursa bana hemen haber versinler diye. Çünkü korkuyorlar. Korktukları için böyle… Korkmasınlar. Yardım alacakları bir yer mutlaka vardır. Eş-dost-akraba-komşu, kim olursa… Zaten Almanya´da bir sürü imkan var. Şiddet uygulayan erkek kendisi zayıf aslında. O da bir şeyden korktuğu için şiddete başvuruyor.
Yani diyorsun ki kadın kendini koruyabilir, gücü yetmiyorsa da „kim bana yardım edebilir?“ diye düşünmesi gerekir.
Elbette. İnsanların birbirine yardımcı olması önemli, ama haksızlığa uğrayanın, ezik hisseden insanın inisiyatif göstermesi çok daha önemli. Mesela benim yardımcı olmaya çalıştığım bir kadın vardı. Adam buna bir sürü eziyet etmişti, çocukları bile aç bırakmıştı falan. Onun işleriyle ilgilenen Alman sosyal görevli demişti ki; “Tanıdığımdan beri bu kadın kocasından ayrılacağını söylüyor ama bir türlü ayrılmıyor. Ayrılacağını sanmam.” Ben bunu duyunca kadını karşıma aldım, dedim ki “Bak bu adamın düzeleceği yok. Senin değişmen gerek. Üç tane çocuğun var, yarın bunlar buluğ çağına girdiklerinde daha çok sorun yaşayacaksın. Şimdi tam zamanında düğmeye basman lazım. Adamı atacaksın ya dışarıya…!” dedim. “Atacaksın…! O gitmezse polisi çağıracaksın. Polis alıp götürüyor.” demem o ki bir yerde haksızlık varsa, o haksızlığa uğrayan kişi ancak bunu değiştirebilir. Haksızlık yapan değiştirmez ki… Erkek olsun, kadın olsun bu herkes için geçerli. Yani senin dışardan müdahale etmen, koruman bir şey değiştirmez. İnsanın güçlü olup kendine güvenmesi lazım. Yanlışlık nerdeyse farkettiği anda düzeltmesi lazım. İş gelip iyice gırtlağa dayanana kadar beklemeye gerek yok.
Ablacığım seni dinlerken gözümün önünde bir resim canlanıyor. Bu resmi sen kendi Facebook sayfanda da paylaşmışsın. Diyarbakır HDP Milletvekili Feleknas Uca´nın bir kadını arkasına alıp onu korurken çekilmiş resmi bu. Hatırladın mı?
Tabii hatırladım…!
Feleknas Uca Berlin´de geçen sene Clara Zetkin Onur ödülünü alırken bu resimden de bahsediliyor. Bu resmin anlamı senin için nedir?
Çok güzel bir resim…! Bu sene tekrar paylaştım. Çünkü o duruşun örnek alınmasını istedim. Daha bu sabah haberlerde dinledim mesela. Bilmem kaç kadın öldürülmüş, kaçına tecavüz etmişler diye istatistiklerden bahsediyorlar. Devlet yeni yasa tasarıları falan getirecekmiş… Tamam devlet de yapsın ama hiç tasarı falan beklemeye gerek yok! Toplumun kendini değiştirmesi, kadınların her yerde hem kendine hem de yanındakilere sahip çıkması lazım.
Bana öyle geliyor ki bu resim sadece Feleknas Uca´nın değil… Sadece Kürt kadınının resmi de değil. Ben o resimde “Devlet kimdur? Devlet benum!!!” diyen Laz bir nine de görüyorum. Yani bu resim Anadolu´da haksızlığa karşı cesaret gösteren, kendine güvenen her kadının resmi diyebilir miyiz?
Tabii ki diyebiliriz…! Aslında böyle kadınlarımızın sayısı hiç de az değil. Daha da çoğalmamız lazım!
Peki Gülperi abla, çok teşekkürler. Ben kendi adıma senin hayata bakışından çok şey öğrendim diyebilirim. Aslında bu söyleşiyle sanki kendi resmimizi(Anadolu kadınının resmini) çekmiş gibi olduk. Moda tabiriyle yazılı bir selfi yaptık…(!!) Sana kolaylıklar ve güzel bir 8 Mart günü diliyorum.
Ben de çok teşekkür ediyorum. Senin de kadınlar günün kutlu olsun.
Soné Gülyan
Köln, 08.03.2018