CHP’li milletvekili Enis Berberoğlu’nun MİT TIR’larıyla ilgili casusluk yaptığı iddiasıyla 25 yıl hapis cezasına çarptırılarak tutuklanması üzerine CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “adalet” talebiyle Ankara-İstanbul arasını yürüme kararı aldı. Yürüyüş Perşembe günü saat 11.00’de Ankara Güven Park’tan başladı.
Sakin duruşu sebebiyle kimi köşe yazarlarının ‘Gandhi Kemal’ lakabını taktığı Kılıçdaroğlu’nun bu yürüyüşüne CHP milletvekilleri Gandhi’nin ünlü ‘Tuz yürüyüşü’ ismini veriyorlar.(*) Eğer öyleyse, binlerce CHP yönetici ve taraftarının tutuklanmasını göze almış olmalılar! Ya da Tuz Yürüyüşü nedir bilmiyorlar. O vakit ‘Tuz Yürüyüşü’ sadece medyatik bir benzetmenin ötesine geçmeyecektir.
CHP’nin yürüyüşüne patronlar kulübü TÜSİAD’dan da dolaylı destek geldi. TÜSİAD Başkanı ‘adalete güven zedelendi’ diye açıklama yaptı. Saadet Partisi de Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasına tepki gösterenlerden.
CHP’nin ‘adalet yürüyüşü’ne sosyalist soldan Halkevleri ve ÖDP hızlıca destek çağrısı yaptılar ve İstanbul Maçka Parkında Ankara’dan gelecek yürüyüşçüleri beklemek üzere ‘adalet nöbeti’ne katıldılar. Muhtemelen sosyalist soldan önemli bir kısım ‘Hayır’cı bu eylemi sahiplenecektir.
HDP’li Osman Baydemir’in açıklaması ise “Selahattin Demirtaş’ın tutuklanmasına sessiz kalanlara, biz Demirtaş’ın yoldaşları olarak sessiz kalmayacağız” biçiminde oldu. Dolayısıyla CHP’nin 16 Nisan referandumundaki liderliğinin devamına TÜSİAD ve diğer Hayırcı burjuva kesimlerin yanı sıra, sosyalist solun bir bölümünden ve kinayeli de olsa HDP’den onay geldi.
Referandum süreci ve sonrasında ısrarla bir şeyin altını çizmek istedik: Devletten ve burjuvaziden bağımsız bir siyasal hat ve mücadele biçimini oluşturulmaksızın AKP ve Erdoğan karşıtlığının varacağı siyasal durak CHP olur.
Kimse burada sosyalistlerin varlığını CHP karşısında güvence saymasın. Ya da teslim alınmış ve parlamento sınırlarına hapsolmuş HDP yönetimi de bir güvence sayılmaz.
CHP adalet yürüyüşü yapsa da, HDP’li vekillerin tutuklanmasına, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin 15 Temmuz sonrasında bir darbe hukukununu uygulamaya koymasına fırsat veren Yenikapı ruhuna sadakatini sürdürüyor. Nitekim Kılıçdaroğlu, CNN Türk’teki programda görüşlerini tekrarladı: “Bugün de aynı şeyi söylüyoruz. Milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmalı ama tutuklanmaları anayasaya aykırıdır.” Özetle dokunulmazlıkların kaldırıldığı meclis oylaması sırasında söylediğinin aynısı: “Anayasa aykırı ama olumlu oy vereceğiz!”
CHP liderinin geçen hafta HDP’yi ziyarete sırasında, Sırrı Süreyya Önder’in Kılıçdaroğlu’ndan Edirne Cezaevinde tutuklu bulunan Selahaddin Demirtaş’ı ziyaret etmesini istediği, Kılıçdaroğlu’nun da ‘milletvekillerimizi gönderiyorum’ dediği hatırlanacaktır. Kılıçdaroğlu yürüyüş vesilesiyle sorulan soruları cevaplarken ‘Demirtaş’ı ziyaret edebilirim’ demiş. İhsan Eliaçık gibi kimi aydınlar ise, yürüyüşün Edirne’ye, Demirtaş’a kadar sürdürülmesini öneriyor. CHP liderliği demokrasi mücadelesinde tahkim ediliyor.
Özetle şunları saptamak mümkün:
Birincisi, bu yürüyüş 16 Nisan referandumunun canlandırdığı ve umutlandırdığı kitlelerce desteklenecektir. CHP’nin bu ümitsiz girişimi, CHP’ye kanalize olmasına bakılmaksızın sosyalist soldan ve HDP’den, Hayır Cephesinin diğer burjuva bileşenlerinden ve TÜSİAD’dan destek bulacaktır. Muhtemelen hükümet yanlısı olmayan sendikalar da destek verecektir.
İkincisi, tarihsel deneyimlere bakarak konuşacak olursak, CHP liderliğinin oluşturduğu burjuva-sol koalisyon, İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde ve sırasında Fransa ve İspanya’da gördüğümüz Halk Cephesi örneklerine tekabül ediyor. Bolca faşizmden söz edildiğine göre, cephenin benzemesi de beklenir.
Öte yandan bu girişimin siyasi anlamı, muhalefet cephesi içinde işçi sınıfının taleplerinin rafa kaldırılması olacaktır. İşçi sınıfının cephe içindeki burjuvaziyi ürtükecek eylemlerde bulunması, örneğin kıdem tazminatı, grev, toplu sözleşme hakkı gibi talepleri için eyleme geçmesi bizzat sendikalar ve kimi sosyalistlerce ‘cepheyi bozan’ eylemler sayılacaktır.
Üçüncüsü bizim ayrım çizgimiz olması gereken yerdir. AKP-Erdoğan rejiminin içte ve dışta sıkışmasının yol açacağı siyasal ve ekonomik arızalar, krizler işçi sınıfının talepleri için yürüteceği mücadeleler için yeni olanaklar yaratacaktır. Türk-İş başkanı bayramdan sonra kamuda sözleşmeler imzalanmazsa grev kararı alacaklarını -ki yasal zorunluluktur-, işte o zaman hükümetin grevleri nasıl erteleyeceğini göreceklerini söyledi. Bu açıklama aynı zamanda Türk-İş bürokrasisinin endişe ve korkusunu ifade ediyor. İlan edilen grevlere karşılık, OHAL ve grev yasakları!
Açık söyleyelim: İşçi sınıfı önce metal işçileri eliyle, sonra da cam işçilerinin gayretiyle grev yasaklarında gedik açtılar. Cam işçileri adını koymadılar ama ‘fabrika işgalleri’ne ramak kaldı. Eğer işçilerin fabrika eylemlerine sert müdahale edilip, toplu sözleşmede uyuşmazlıkta patron tarafı ısrar etseydi, işçilerin vardiyalarını terk etmeme eylemleri, fabrikalarını terk etmemeye dönüşebilirdi. Cam işçilerinin mücadeleyi yeni bir aşamaya taşımaları an meselesiydi.
Önümüzdeki dönem toplu sözleşmelerde veya siyasal/ekonomik krizin, işsizliğin, temel işçi haklarına saldırıların ani biçimde başgöstermesi durumunda, tıpkı Haziran 1936 Fransa’sında (**) olduğu gibi fabrika işgallerini yaşamak işten bile değildir.
15-16 Haziran 1970 Büyük Grev ve Direnişinin 47’inci yılında Türkiye işçi sınıfının ve sosyalistlerin unutmaması gereken bir gerçek var: 47 yıl önce ‘güçlü sendikacılık’ adına ‘DİSK’in canına ot tıkamak’ isteyen sadece Adalet Partili Çalışma Bakanı değildi. Adalet Partisi ve CHP birlikte önerge vererek aşağıdan gelen mücadeleci sendikacılığın önünü kesmek istediler ve 15-16 Haziran işçi eylemi AP-CHP bloğuna karşı gerçekleşti. (***)
Mesele 16 Nisan referandumu ertesinde çıkan Hayır sonucunu nasıl politikleştireceğimizdir. Referandum ve AKP karşıtlığı eksenindeki politikleştirme bizi CHP’ye bağlar. İşçi sınıfı zemininde politikleştirmek ise, burjuvazinin iktidarını tehdit edecek, siyasal bağımsızlığımızı ifade eden tek sonuç olur.
Bu yüzden işçi sınıfı zemininde ve onun talepleriyle demokrasi mücadelesine katılmak, sıfatı olmayan Hayır cephesinden hareketle cümle kurmaktan bin kere daha yararlı. CHP’ye gelince, demokrasi mücadelesi söz konusu olduğunda tarihsel olarak yaşadığımız zaman diliminde de gördüğümüz gibi, bu çizgisinin sadece uğursuz bir rolü olmuştur. Bayraklar karışmasın!
(*) 1928’de İngilizler Hindistan’a bir yıl içinde dominyon statüsü verilmesi teklifini reddetti. Bunun üzerine Hindistan Ulusal Kongresi 26 Ocak 1930’da bağımsızlık ilan etti. 12 Mart’ta da Gandhi ve yoldaşları ünlü “Tuz Yürüyüşü”ne başladı. 1762’de hazırlanan Tuz Yasası sayesinde Britanya tuz tekeline sahip olmuştu. Gandhi için bu yasayı delmek çocuk oyuncağıydı. Hint Okyanusu kıyısındaki Dandi köyüne kadarki 388 kilometrelik mesafeyi 24 günde yürüyen Gandhi, 6 Nisan’da peşinde binler varken sakince kıyıya geldi. Yerden çamura bulanmış bir avuç tuz aldı ve temizledi. Tuz yasası ihlal edilmişti. Çağrısına uyan binlerce köylü de tuz çıkarmaya başlayınca Gandhi istediğini elde etmişti. Bu ihlal nedeniyle 60 bin eylemci hapse atıldı. Ancak yasa işlemez hale getirilmişti bile. (T24)
(**) Jacques Danos-Marcel Gibelin’in Haziran 1936 Fransa’da fabrika işgalleri üzerine H2O yayınlarından çıkan incelemesiyle, Leon Troçki’nin Yazın Yayınlarından yeni yayınlanan Fransa Nereye Gidiyor? kitapları mutlaka irdelenmeli.
(***) Bu iki partinin milletvekilleri 274 ve 275 sayılı Sendikalar, Grev ve Lokavt Kanunununda değişiklik yapacak taslaklar hazırladılar, sendikaların görüşlerini almadılar ve taslaklarını komisyonda birleştirerek işçi sınıfınının karşısına çıktılar. Mecliste yapılan görüşmelerde 4 ret oyuna karşılık 230 oyla yasa kabul edildi.
Mecliste kabul edilen tasarı Cumhuriyet Senatosu’nda da kabul edildi. Cumhurbaşkanı yasayı 6 Ağustos’ta onayladı. TİP ve işçi direnişi karşısında tutumunu değiştiren CHP Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. Mahkeme 8-9 Şubat 1971 tarihinde aldığı kararla yasayı iptal etti.