Sabahattin Ali’nin şairliği öykücülüğünün ve romancılığının gölgesinde kalmıştır denilebilir. Çoğu bestelenen ve şarkı olarak geniş kitlelere ulaşan şiirlerin ardındaki şairin çoğunlukla bilinmemesi durumuyla karşılaşırız.
Hakkında yapılan bazı incelemelerde Sabahattin Ali’nin şiirinin öyküsü ve romanı kadar güçlü olmadığı söylenir. Bu noktada Sabahattin Ali’nin şiirini zayıf olarak değerlendirenlere katılmıyorum. Afşar Timuçin, Öykü ve Romanlarıyla Sabahattin Ali kitabının giriş bölümünde onun şiirini “sanat değeri açısından tartışma götürür” bulduğunu belirtir.(Timuçin, 2011, 14) Timuçin’e göre, Sabahattin Ali’nin şiirleri hapishanede ruhsallığı zorlanan bir insanı dile getirir. “İçtenlikli hatta içli şiirlerdir bunlar, düz ve kalıplı bir anlatımla bu sevimli şiirler duvarlar arasına kapatılmış bir yalnızın sıkıntılı ruhsal durumunu yansıtırlar.”(Timuçin, 2011, 14)
Yıllar önceki kitabında Asım Bezirci de Sabahattin Ali kitabında onun şiirinden, yazarın biyografisi bölümünde kısaca söz etmekle birlikte incelemesine dahil etmez. Bezirci, şiirlerinden bazı kesitler de vererek Sabahattin Ali’nin şiirlerinde tutsaklık duygusu ve özgürlük özleminin dile getirildiğini vurgular.(Bezirci, 1979, 30)
Sanki Sabahattin Ali şiiri, eleştirmenlerin, araştırmacıların dikkate almaya değer bulmadıkları bir toplamdır. Bu noktada gözümden kaçan incelemeler-okumalar varsa, onları ayrıca tartışmak isterim.
Sabahattin Ali’nin şiirinde dikkatimi çeken bazı özellikler nelerdir? Bu soruya cevap olabilecek kavramlar olarak şunları sıralayabilirim: liriklik, romantiklik, stoacılık ve hümanistlik…
Sabahattin Ali’nin şiiri, halk şiiri damarını gününün, çağının koşulları içinde sürdürür ve çağının insanını dile getirirken folklorik söyleme dayanır. Bir şarkı-türkü tadında şiirler yazmıştır Ali. Onun halk şiirinden beslenmesi, bir form ve söylem olarak ondan yola çıkması, şiirinin içinde bir şarkısallığı ya da şarkılaşma olanağını taşıdığının da göstergesidir. Belki şu söylenebilir: onun şiirinin şarkılaşması belki bir ölçüde şiir olarak okunmasını-tanınmasını engellemiştir. Söz konusu bestelenen şiirlerin ardındaki şairinin tanınması belki biraz da onun öykü ve romanlarının edebiyat alanında ve toplum bağlamında daha önde tutulması nedeniyle olabilir.
Sabahattin Ali’nin şiirinde ön planda karşılaştığımız bazı temalar söz konusudur. En başta romantizm dikkat çeker: aşk, hasret, ayrılık, yaşama serüveninin zorlukları ve bireyin ruh halleri sıkça işlenir. Aynı zamanda tutuklunun, mahkumun halleri, hapishanede bulunmanın anlamı onun şiirinin kurucu unsurları arasında yer alır. Hapisteki insanın ruh hali ve düşünce dünyası ile dış dünyaya bakışı, Nazım Hikmet’in şiirinde olduğu kadar Sabahattin Ali’nin şiirinde de önemli bir yer tutar. “Geçmiyor Günler”, “Hapishane Şarkısı” gibi şiirler şarkı olarak da etkileyicidir. Bu ve benzer şiirlerde Ali, iç mekan ve dış mekanı kıyasladığı gibi, insanın ruh hallerinin en ince ayrıntılarına da dokunarak, hapisliği, politik bir bağlamı da içermekle birlikte, daha çok bir yaşama hali, bir deneyim, bir ruh hali olarak dile getirir. Bu bağlamda onun şiirlerinde kırılgan bir duyarlıkla direnen bilincin birlikte şiiri oluşturması söz konusudur. Sinop hapishanesini görenler, onun şiirindeki çığlığı yüreklerinde hissederler. Duvarların ve demir parmaklarının sınırladığı ve daralttığı bir yerde şair, yanıbaşındaki denizin dalgalarıyla ve rüzgarıyla, bir özgürlük düşünün/arzusunun da yakıcılığını ortaya koyar. Hapisteki insanın dışarıya, topluma, sevdiklerine ve doğaya yönelik tutkuları, beklentileri ve geleceğe yönelik umutları onun şiirlerinde kendini gösterir.
Sabahattin Ali şiirinde insan doğa ile birlikte işlenir. İnsanın yaşam deneyimleri ve ruh halleri, doğadan süzülen imgelerle dile gelir. Göklerde kartal gibiyken, kanatlarından vurulan, mor çiçekli dal gibiyken bahar vaktinde kırılan insandan söz ederken, şiirinde yaralı bir duyarlığın izleri belirgindir. Yaralı, kırılgan ve sevdalı bir yüreğin sesini duyarız onun şiirlerinde ve şiirlerin şarkılaşmış halinde. İçerden, derinden gelen bir söyleyiş, incelikle bir hümanizmi içerir. İnsanlardan, doğadan uzaklaşmayı dile getiren şiirlerinde, bir eleştirel tavır ve sitem de dikkat çeker. Onun şiiri tek başınalığa, yalnızlığa bir çağrı değil, belki insanın ister istemez çeşitli nedenler içine düştüğü bir durum ve onun yansımaları olarak karşımıza çıkar. Bu nokta Sabahattin Ali’nin şiirinde bir sevgi ve sevgili imgesi poetik tahayyülün belirgin bir özelliğidir.
Sabahattin Ali’nin “Dağlar” şiiri hem halk edebiyatına olan yakınlığını hem de insanın doğaya bakışını ortaya koyar. Bu bağlamda doğa zaman zaman yalnızlığın, özgürlüğün ve mutluluğun olanaklarına açılan bir kapı ya da ufuk olarak karşımıza çıkar. Doğa bir bakıma hayatın tükenmez gücünü, sürekliliğini de ortaya koyan bir anlama sahiptir. “Çocuklar Gibi” şiirini bu noktada anımsamak yerinde olur: “Bende hiç tükenmez bir hayat vardı/Kırlara yayılan ilkbahar gibi.”
“Melankoli” şiiri Sabahattin Ali’nin varoluşsal şiirlerinin başında gelir. Burada psikolojik boyut kadar, insanın hayatla kırılgan ilişkileri, yalnızlığı, bekleyişleri ve yaşama sürecine yönelik yorumlamaları yer alır. Bu şiir, modern insanın tinselliğini, duygu ve düşünce dünyasını bütün trajikliği ve çıplaklığıyla dile getirir. İnsanın sebebini bilemediği, tam olarak anlayamadığı ya da anlamakta zorlandığı ruh halleri, yaşama serüvenindeki gerilimler ve değişimler çarpıcı biçimde işlenir. Onun şiirinde zaman zaman bir yaşama yorgunluğu da kendini hissettirir. Bazı şiirlerinde hüzün ve umutsuzluk kokan bir hava bulunsa da, Sabahattin Ali’nin şiiri yaşama tutunur.
Sabahattin Ali’nin şiirinde sevda kadar yalnızlık da ön plandadır. Sevdalı insanın yalnızlığı ve ayrılığı daha acıdır, acıtıdır. Bu noktada özellikle “Leylim Ley” ve “Ben Gene Sana Vurgunum” şiirleri anılabilir. Cumhuriyet döneminde yazılan en güzel aşk şiirleri arasında yer alan bu şiirler, elbette şarkı olarak da o kadar yaygınlaşmış ve toplumun duygu dünyasında öyle yer edinmiştir ki, şairi gölgede kalmıştır. Şiir, kendini şarkı olarak, şarkılaşarak sürdürür. Sabahattin Ali’nin şiirindeki şarkılaşma özelliği ve tohumu, yeşerme olanağını fazlasıyla bulmuştur denilebilir.
“Ben Gene Sana Vurgunum”, bütün küskünlükleri, kırgınlıkları içinde insanın umuda ve sevdaya tutunmasını dile getiren bir şiirdir. Onun şiirinde romantik bir damarla birlikte, stoik bir damar da görülebilir. Bilinç, duyarlılık ve başkaldıran bir tavır olarak stoacılık söz konusudur. Ancak burada felsefi kavramlarla değil de bir duyarlılık ve yaşam karşısında takınılan tutum anlamında şiirde karşımıza çıkan stoik bir tavırdır. Stoik tavır romantik ruh halinin tamamlayıcısıdır. Sabahattin Ali’nin şiirinin temel karakteristiğinin romantik, melankolik ve hümanist eğilimlerden oluştuğu söylenebilir.
Şiirin müzikle buluşmasının en güzel örneklerini ortaya koyan Sabahattin Ali’nin şarkılaşan şiirleri, dün olduğu gibi bugün de bize sesleniyor ve seslenmeye devam edecek görünüyor.
Kaynakça:
Afşar Timuçin, Öykü ve Romanlarıyla Sabahattin Ali, Bulut Yayınları, 2011.
Asım Bezirci, Sabahattin Ali, Gözlem Yayınları, 1979.
Bu yazı Üvercinka dergisinin Nisan 2017 tarihli 30. sayısında yayınlanmıştır