Bir mahalle sadece bir mahalle değildir. Bir mahalle; biyolojik / kültürel varlıklar olarak insan bireylerinin varoluşsal gereksinimleriyle uyumlu üretimleri eşliğinde uzay-zamanda yoğunlaşmasını örnekler. Öte yandan söz konusu madde birikimi gerçekleşmeden önce mutlak bir boşluk söz konusu değildir.
Sosyo-tarihsel akışların şekillendirdiği sosyo-mekânsal bir oluk, karşılaşmayı mümkün kılan başka sosyo-tarihsel akışlarca doldurulmuş, büyük âleme tabi toplumsal âlemde fani bir katılaşma çözülüş anını beklemeye başlamış, eğrisi doğrusuna denk gelmiştir. Burada yapmaya çalıştığım, tek başına bir mahalle ontolojisi değil aslında. Mahalle bahane. Onu her türden mikro toplumsal fenomenin tipik bir örneği olarak görüyor, mikro / makro toplumsal süreçleri ilişkisel okuyan toplumsal düşünce geleneklerinin katkılarına değinmeyi kafaya koyduğum bu denemenin aracı kılıyorum. Öte yandan, bu düşünsel egzersizin insanlığın binlerce yıldır sezgisel olarak bilince çıkardığı kadim bir bilgelik pınarı ile olan ilişkisini de ima etmek niyetindeyim. Arif olanlar anlayacaktır.
Tarde ve Simmel toplumsal düşüncenin sosyolojik ayağında, mikro deneyim alanlarına odaklanmış çalışmaların öncü örnekleri arasında gösterilir sıkça. Diğer taraftan bu yazarlar esas itibarı ile mikro sosyal akışların düzenliliklerinin betimlenmesi ile ilerlerler. Önemli bir çabadır bu. Mikro düzlemde gerçekleşen ilişkisellikler söz konusu sınıflandırma çabaları ile daha okunaklı hale gelebilir. Marx ve gelenek arkadaşları ise mikro sosyal akışlar ve karşılaşmaların; makro karşılıkları ile etkileşimlerini anlamamızı mümkün kılacak etki mekanizmalarının, praksisin peşine düşmüşlerdir. Tarihi verili koşulların tutsağı olarak kendisi yaratan birey insan, söz konusu zihinsel egzersize mahsus bir analojiden başka bir şey değildir nihayetinde. Toplumsal düşüncenin antropoloji ayağında en başından beri mikro-makro titreşimleri temel alan epistemolojik bir varsayım bulunmaktadır. Gezegenin ücra bir köşesindeki avcı-toplayıcı bir topluluğun size bahşettiği toplumsalın bilgisi bir bütün olarak insanlığın varoluşsal serüvenine ışık tutabilir. Sosyo-kültürel Evrimci, Tarihsel Tikelci ya da Yapısal İşlevselci gelenekler şu veya düzeyde mevzubahis prensibi temel almışlardır. Manchester Okulu’nun genişletilmiş durum analizi mikro-makro etkileşime atfedilen anlamı bir üst soyutlama düzeyinde anlamlı kılar. İşinin erbabı bir etnograf, gözlemlediği ve tarihsel-sosyal akışların tayin ettiğin karşılaşmaların birlikteliği olarak tanımlanabilecek tek bir olay üzerinden; söz konusu akışların hız ve biçimini tayin eden olukları, engelleri, eğim ve yükseltileri, bir başka deyişle ‘sosyal yapıyı’ ya da makro düzenliliklerin genel görünümünü tartışabilir. Max Gluckman’ın tanıklık ettiği basit bir köprü açılışından hareketle Güney Afrika’nın ırkçı rejiminin esaslı bir çerçevesini sunmasını mümkün kılan bu değilse nedir? Mintz ve Wolf’un Antropolojik Politik-ekonomisi Wallersteincı bir dünya sistemi teorisi üzerinden; Hannerz, Appadurai ve diğerleri ise merkezsizleşmiş bir Postmodern gezegen tahayyülünü temel alarak yerel-mikro toplumsallıkları, sosyo-tarihsel akış ve sosyo-mekânsal etkileşimleri bağlamında ameliyat masasına yatırırlar. Bourdieu’nun dönüp dolaşıp yeniden moda olan kavram araçları (habitus-sermaye-strateji) toplumsal düşüncenin hem sosyoloji hem de antropoloji ayaklarını aynı eksende beslemektedir. Bize sundukları analitik olanaklar birey insanın eylemselliklerinde makro akışların titreşimlerini izlememize imkân verir. Nihai olarak toplumsal düşüncenin tarih ayağında İtalyan Mikro-tarih, İngiliz Aşağıdan Tarih ve Alman Alltagsgeschichte gelenekleri söz konusu ilişkiyi kimi zaman üstü kapalı kimi zamansa son derece sarih bir biçimde formüle ederek ortaya koyar, tarihçiliklerini aynı temelde beslerler. Söz konusu geleneklere referans verirken kendi terminolojilerinin yerine kısmen Deleuze ilhamlı mutlak-belirlenime tabi olmayan devingenlikler dilinden yararlanmamı bu geleneklerin sadık müritleri hoş görsünler. Benim gibi yersiz-yurtsuzlaştırılmış, her geleneğin ‘yabancısı’ toplumsal düşünce heveskarları için o kadar eklektizm herhalde mazur görülebilir bir kusurdur.
Peki düşünce tarihi ve kuramsal tartışmanın konforlu kıyılarından ayrılıp, gözlemlenebilir toplumsallıklar aleminin kapısını araladığımızda yukarıda övüp durduğumuz epistemolojik ilham nasıl iş görmeye başlayacaktır? Somutlaştıralım öyleyse. Mesela? Mesela Kumkapı Teneke Mahallesi, Kumkapı Teneke Mahallesi sadece Kumkapı Teneke Mahallesi değildir. 1892 yılında 52 baraka sakini aileyi ağırlayan bu minicik yerleşim biriminin ortaya çıkmasını mümkün kılan makro toplumsal süreçler, sosyo-tarihsel akışlar katman katman analiz edildiğinde bu deneme ile arzulanan maksada erişilmiş olacaktır.
İlk olarak Kumkapı Teneke Mahallesi genel teneke mahalle fenomeninin tikel bir örneğidir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun tam egemenlik hakkını kaybettiği topraklardan yüzbinlerce göçmenin ayrılmasına ve Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentine geçici olarak yerleşmelerine neden olmuştur. Teneke mahalleleri ilk kez kuranlar bu göçmenlerin bir bölümüdür. Diğer taraftan bu noktaya gelmeden önce teneke mahallerin ortaya çıkmasını mümkün kılan bir dizi karşılaşmanın yaşanması gerekmiştir. 1877-78 göçü, Osmanlı İmparatorluğu’nun baş etmek zorunda kaldığı ilk demografik meydan okuma değildir. Neredeyse yüz yıla yakın bir zamandır böyle nüfus hareketleri gerçekleşmiş, imparatorluk bunları kendi varlığını modern bir dünyada yeniden üretmenin aracı haline getirmiştir. Özellikle 1853-1856 Kırım Savaşı’nın ardından gerçekleşen göçler döneminde çok ciddi bir birikim meydana getirilmiş, göçmenlerin sahip oldukları sermaye bileşimine (sosyal-kültürel-ekonomik) uygun olarak iskân edilmeleri için kurumlar ve gelenekler üretilmiştir. Bunlardan ilhamla 1877-78 sonrasında göçmenler nihai iskân alanlarına gönderilmeden önce medreseler, camiler, kamu binaları, okullar, konaklar gibi alanlarda geçici olarak barındırılmıştır. Tarımcı göçmenler imparatorluğun boş arazilerine yönlendirilmiş; bürokratlar, tüccarlar ve esnaflar gibi sosyal-kültürel-ekonomik sermayeleri göreli yüksek olanlar ise kendi imkânları ve kısmen devlet desteği ile daha çok kentsel alanlarda yerleştirilmişlerdir. Göçmenlerin bir diğer alt grubu ise Türkmen, Pomak, Roman v.s etnik topluluklardan gelen karma bir topluluktur. Ortak noktaları göç öncesinde gündelik işlerde ve kısmen de yük arabacılığı, hamallık, paçavracılık gibi düşük gelirli ekonomik faaliyet alanlarında çalışmış olmaları, derin bir yoksulluk halini oldukça uzun bir süredir deneyimliyor oluşlarıdır. Bu grup kendi arazilerinde tarımsal üretim deneyimine sahip olmamaları ve kentsel mekânda konut temini için gerekli kaynaklardan yoksunlukları nedeniyle geçici yerleşim alanlarında olabildiğince uzun bir süre kalmaya çalışırlar. Bu arada kentin arabacıları, hamalları, kundura boyacıları, gündelik işçileri olarak yerel ekonomik süreçlerin içerisinde kendilerine önemli bir yer edinmeye başlamışlardır. 1883 yılında geçici yerleşim alanlarını boşaltma kararı alan idare kendilerine iki seçenek sunar. Ya taşraya geçerek tarımcı olacaklar ya da kendi imkânlarıyla kent içerisinde konut elde edeceklerdir. Teneke mahalleleri kuranlar ikinci seçeneği tercih edenlerin arasından çıkar.
Ne var ki teneke mahallelerin inşası idarenin umduğu gibi “usulüne” uygun bir biçimde gerçekleşmeyecektir. Tam da bu noktada göz önünde bulundurmamız gereken bir başka makro sosyo-tarihsel akış alanı bulunmaktadır. 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu gezegenin genelini etkileyen makro akışların dayattığı yeni meydan okumalarla karşılaşmış, gezegen bazlı titreşimler yerele ait olanlarla karşılaştığında özgün bir yanıt silsilesi üretilmiştir. Osmanlı modernleşmesi, aynı makinasal etki mekanizmasını her alanda olduğu gibi kentlerin yeniden düzenlenmesi bağlamında da dayatır. Geleneksel olarak mevcut olan düzenleme rejimi modern planlama / mimari duyarlılıklar ve Batı modernleşmesinin kodlarından ilham almış bir programla yeniden kodlanır. Ebniye kanunları ve sayısız düzenleme devletçe tanınacak meşru konut inşa çerçevesini tanımlar. Bir başka deyişle formel kentin sınırını çizer. Teneke mahalleleri kuracak olan nüfus grubunun sahip oldukları sosyal-kültürel-ekonomik sermaye bileşimi bu sınırın içerisinde konut ihtiyacını karşılamaları için yeterli değildir. Onlar da Masseyci anlamda kendi yer yapma pratiklerini hayata geçirirler. Kentin içerisinde bir şekilde göreli avantajlı nüfus gruplarının kullanmayı tercih etmediği marjinal alanlarda atık malzemeden (tahta parçaları, gaz tenekeleri) barakalar yapmaya başlar, İstanbul’un dört bir yanında yeni bir konut dokusunun gelişmesini sağlarlar. Zamanla başka şehirlerde de gelişecek olan bu doku aslında büsbütün yeni değildir. Derme çatma evler belki yüzlerce yıldır vardır Osmanlı şehirlerinde. Öte yandan mevcudiyetleri geleneğe dayanan bu konutlardan farklı olarak teneke evler kentsel formalliğin sınırlarını çizen mevzuatın ortaya çıkmasının akabinde şekillenmiş, tam da bu nedenle idare tarafından çok daha ciddi bir kentsel mesele, bir sorun alanı olarak tahayyül edilmiştir. 1892 yılında idare tarafından tutulan bir nüfus-kayıt defterine bakılırsa söz konusu sorun algısının gündelik dildeki karşılığı olarak görülebilecek teneke mahalle deyiminin kendisi ilk olarak Kumkapı Teneke Mahallesi için kullanılmıştır.
Şimdi teneke mahallerin genel biçimlenmesini mümkün kılan sosyo-tarihsel akışlar düzlemini terk ederek Kumkapı Teneke Mahallesi özeline geri dönelim. Mahalleyi kuranların kim olduğunu biliyoruz artık. Ya mevzubahis dinamiğin içinde büyüdüğü sosyo-mekânsal oluk? Kumkapı Teneke Mahallesi’nin üzerinden inşa edildiği arazi benzerleri gibi marjinal bir araziydi. Onun marjinalitesini yaratan başka makro sosyo-tarihsel akışları bilince çıkarmadan meseleyi anlamak mümkün değil. Her şeyden önce Kumkapı İstanbul’un tarihi semtlerinden birisidir. Kısmen İstanbullu Rum ama daha çok da Ermeni hemşerilerimizin yaşadığı bir bölge olmuştur yüzlerce yıl boyunca. Nüfus yapısı gelir kategorileri ya da sınıfsal bileşim itibarıyla heterojendir. Yoksul, orta sınıf ve varlıklı Ermeniler semtin farklı noktalarında ikamet ederler. Dönemin Batı matbuatının nadide örnekleri arasında yer alan bir trencilik mecmuasından öğrendiğimize göre 1869-1872 yılları arasında inşa edilen demiryolu bölgenin yüzlerce yıllık beşerî coğrafyasını bir kama gibi ikiye ayırmıştır. Demiryollarının inşası genel olarak sermaye birikimi olarak tarif edilen makro sosyo-tarihsel akışın gezegen çapında iş gören diğer akış alanlarının etkileşim düzeylerini yükseltme gereksinimi ile bağlantılı bir mekânsal düzenlemedir. İstanbul’un Marmara sahillerinden geçen rayların inşası yine söz konusu genel akışın tikel bir görünümü olarak kabul edilebilir. Demiryolunun inşasının akabinde, raylar ve Kumkapı’nın Kadırga tarafındaki tarihi surlar arasında yer alan sahiplik durumu tartışmalı arazi mevcut şartlar altında büyük ölçüde işlevsiz bir hale gelir. Üstelik belediye bu arazinin yakınlarına şehir çöplerini dökmekte, buna istinaden bölgeye Çöplük mevkii denilmektedir. Hali vakti yerinde ahalinin pek ziyaret etmediği bu tekinsiz mekân parçası, Kumkapı Teneke Mahallesi’nin ilk sakinlerinin yerleşmesi için fazlasıyla uygundur. Kısmen sur taşları, kısmen eski tahta parçaları kısmen de gaz tenekeleri kurucuların gösterdiği yaratıcılık sayesinde başarılı bir biçimde müstakbel yuvalarının inşasında kullanılır. Önce göçmenler sonrasında ise tren yolunun inşasında evleri zarar görmüş yoksul Ermeni aileler ve diğerleri bu arazi de aynı yer yapma pratiğini izleyerek konutlarını inşa ederler.
Sonuç itibarıyla nihai olarak gezegen düzeyinde şekillenen modernleşme dalgası her kıyıya farklı biçimlerde vurup yerel dinamiklerle melezleşirken tek tek bireyler, gruplar ve kümeler bu meydan okumaya çeşitli biçimlerde yanıt vermektedir. En üst düzeydeki makro sosyo-tarihsel akışlar Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve yeniden yapılanmasına yol açan dinamiklerle titreşirken Kumkapı’nın çöplük mevkiinde bir teneke mahallenin kurulmasına kadar ilerleyen süreçlerle ilişkilenir. Ne makro ne de mikro sosyal-tarihsel akışlar mutlak anlamda birbirinin belirleyeni değildir. Her biri göreli otonom dinamikleri ile işleyen alternatif makinasallıklar olarak görülmelidir. Diğer taraftan birbirinden izole ve ilişkisiz de değillerdir. Bir düzlemde ilişkisiz ve ayrık duran, başka bir düzlemde farklı süreçlerle karşılaşmakta ya da onların bir parçası olarak gelişmektedir. Âlemler âlemlerin içerisinde aşkın bir varoluşla bütünleşirken her biri ayrı bir âlem olarak kalmaya devam eder. Nihayetinde hepimizi yutan mutlak bir okyanusun içindeki fani damlacıklar olarak ayrı düştükleri denize kavuşma zamanlarının gelmesini beklerler. Âlem zerrede, zerre Âlemdedir. Kadim bilgeliğin bu ulu düsturunun nerede karşımıza çıkacağı belli olmaz. Bazen huşu dolu inzivalarda bazense Çöplük’te kurulmuş bir gariban mahallesinde buluruz onu.
Konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için yazarın idealkent dergisinin Mayıs 2017 tarihli 22. sayısında yayımlanan “Kumkapı Hisarında Bir Teneke Mahallesi: 19. Yüzyıl İstanbul’unda Erken Modern Kent Yoksulluğu” başlıklı akademik makalesini de okuyabilirsiniz. (ed.)