Don Quijote’nin ya da Türkiye’de yerleşmiş söylenişiyle Donkişot’un etkilemediği edebiyatçı; galiba son 4 yüzyılda hiç olmadı. Bunu ben değil, gazeteci ve yazar Mahmut Şenol söylüyor.
Ağustos 2015 tarihli Mesele Kitap Dergisi’nde yayınlanan “Parodi Roman’ işte budur!” başlıklı yazısının girişinde Graham Greene’den başlayarak dünyadan ve Türkiye’den Donkişot’un etkilediği birçok örnek sıralayan Şenol, “Kendimi de listeye ilave etmem şart görünüyor” dedikten sonra “Sanki bana ait ‘Bay Konsolos’ adlı roman, bir tür Quixotic-Donkişotvâri hikâye değil midir?” sorusuyla asıl konusuna giriş yaparken bende de Bay Konsolos ile tanışma isteği uyandırmıştı. Ancak yazının yazıldığı tarihlerde Bay Konsolos sadece sahaflarda ulaşılabilen -o da şanslıysanız- ve Şenol’un yeni kitapları çıktıkça meraklıların ısrarlı sorularıyla gündemde kalan 10 yaşında olgun bir romandı.
Mesele’deki yazıyı okuduktan sonra sahaf arkadaşlarıma sormadım değil ama birkaç ay sonra yazarın Mahmudiye üçlemesinin son romanı Dalkavuk Hanım yayınlandı ve arkasından başka yenileri derken, Bay Konsolos -ne yalan söyleyeyim- aklımdan uçup gitmişti; ta ki geçen aylarda yeni çıkanlar listesinde kendisiyle karşılaşana kadar…
H2O Kitap’ın bir süredir ilgiyle takip ettiğim “Edebiyat belleğimiz” serisinden çıkan Bay Konsolos’un, parmaklıklı kapağını daha ilk çevirdiğimde kitapla öznel bir ilişki kuracağımı hissetmiştim. “Bir anımsatma” başlıklı iç kapak notu şu sözlerle başlıyordu: “Romanın ‘mevzu’ 1969’da geçtiğinden…” Böylece Donkişotvari Bay Konsolos’un doğduğum yıldaki maceralarını okumak artık bir katre daha çekici hale gelmişti. Hele iki kısa bölümün ardından karşıma çıkan “I. Bölüm” başlıklı üçüncü bölümün ilk cümlesini okuyunca “yok artık” dedim: “Eylülün sekizi, ikinci pazartesi günü, 1969…” İki gün sonrası doğum günümdü…
Her ne kadar doğum yılımda; hatta ayımda geçen bir öyküyü anlatsa da zamansız ve Akdeniz’de bir kasabada geçmesi hasebiyle mekansız bir anlatı olan Bay Konsolos evrensel temalara odaklanmaktadır. Hatta öyle ki, kitapta geçen bazı konular bırakın içinde bulunduğumuz dönemi; içinden geçmekte olduğumuz günleri yakalayıp üstüne basmak ne kelime, adeta üzerinde tepinmektedir. Örnek mi? “Paslı demir yığınından başka hiçbir şey olmayan, yarısı suya batık koster, Kuzey Afrika kıyılarından … denize açılmış, bir, iki hafta önce. … İtalya’ya insan kaçakçılığı yapan bir şebekenin eline düşmüş bu zavallılar… …Çoğu Mısırlı, Libyalı, Bir kısmı da Uzakdoğu’dan Pakistan’dan, birkaçı da Filipin Adaları’ndan geliyormuş.”
Bay Konsolos’un “Mülteci Krizi” olarak nitelediği bu durum, kitabın da üzerine kurulduğu olay örgüsünün temelini oluşturur. Çünkü okyanusların ötesinde, adaların çok olduğu ama artık olmayan bir ülkenin; Akdeniz’de, bize çok tanıdık gelen ve fakat adını bilmediğimiz bir ülkesinin sahil kasabasında kırk yıldır ilginç diplomatik vazifesini “müstesna bir başarıyla” yürüten Bay Konsolos’un mülteci krizine yaptığı müdahale; düşle gerçeği, geçmişle geleceği ayıran bir turnusol kâğıdı vazifesi görecektir.
Geleceği hatırlayacak kadar dimağı açık, hafızası berrak bir şahsiyet olan Bay Konsolos’un nasıl olup da bir düş aleminde yaşadığı bir yana, asıl sorulması gereken reisiyle ve doktoruyla ve öğretmeniyle ve spikeri ve seyyahıyla bir kasabanın nasıl olup da bu düşe ortak olduğudur. Bu sorunun cevabını yine Bay Konsolos’un kendisi verecektir elbet ancak sorunun yanıtını bulduğumuz III. Bölüm’ün ilk cümlesi beni yine kendime döndürmeyi başaracaktır. “Eylülün onu, Çarşamba sabahı, 1969…”
Dünyaya duhul ettiğim günde konsolosluk ikametgahına gelen telgraf sadece Bay Konsolos’u değil, tüm kasabayı sahnenin dışına itmiştir. Umulmayacak; ya da zaten beklenen bir sona adım adım ilerlerken, Bay Konsolos herkesi aynı düşte buluşturan büyük sırrı açığa vurur: “Herkes bir başkasının düşüdür, dostlarım…” Ve dostlarına yeni bir ödev yükler: “Herkesin nasılsa başka düş kümeleri vardır, bundan sonra onları bulur, icat eder, oyalanırsınız…”
Bay Konsolos’un, Don Quijote’nin seyisi ve müstafi Barataria Adası Valisi Sancho Panza’ya tavsiye ve [sitemlerini] ilettiği mektubunu “rahat kalın, beni bekleyin” sözleriyle bitirip “Sizleri Özleyen Bay Konsolos!” olarak imzalaması birtakım soruların yanıtı olsa da mektubun muhatabının neden Don Quijote’nin kendisi olmadığı sorusu ise hala tarafımdan yanıtlanmayı beklemektedir.
Bu yazı ilk kez 8 Mayıs 2020 tarihinde Posta gazetesi Kitap ekinde yayınlanmıştır