Kapitalizmin krizi karşısında işçi sınıfının tüm kesimlerinin, yani kadın ve erkek işçilerin, kırda ve kentte çalışanların, işsizlerin, emeklilerin, gelecek vaadi bekleyen gençlerin ayakta kalmalarını sağlamak üzere, öncelikli, acil taleplerin formüle edilmesi bir ihtiyaç olarak karşımızda duruyor.
Emek dünyası, kriz karşısında kendisini savunmak zorundadır ve bunu tek başına davranarak, tek bir işyeriyle sınırlı kalarak, hatta bir işkoluyla yetinerek yapamaz. Azınlık durumundaki sendikalı işçilerin toplusözleşmesiyle ‘savunma’ başarılamaz. Bütün emekçi kesimleri birleştirecek ve acil talep edilmesi gerekenleri sıralayacak ve bunun peşinde koşacak bir mücadele gerekli.
Tıpkı, Üçüncü Havalimanı inşaat işçilerinin kağıt ve kalemi alıp, taleplerini sıralayıp bütün patronlarının karşısına dikildikleri gibi.
Bir hedefe, bir programa ihtiyaç var ve bu uğruna mücadele etmek zorunda olduğumuz şeylerle belirlenir.
Onların vaatleri
AKP iktidarının ve sermaye sınıfının emekçilere vaat ettiği şeyler yok değil. En alttakilere bolca borç teklif ediyorlar, en üsttekilerin vergi borçlarını siliyorlar. Son vaatleri, kredi kartları borçlarının yeniden yapılandırılması. Bu yapılandırma 2018 ve öncesine ait olacak, takibe düşmemek koşuluyla verilebilecek, işi olmayana verilmeyecek. Söz konusu olan ‘borçların silinmesi’ değil, borcun yıllara yayılmasıdır.
Geliri artmayan ya da işsiz bir emekçinin borcu zamana yayılsa ne olur? Giderler sürekli artarken, mal ve hizmetler pahalılaşırken borç kapanır mı? Kapansa bile borçlu çocuklarından, ailesinin boğazından kesip verecek demektir; yani ömrünü kısaltarak ödemek zorunda kalacaktır.
AKP iktidarının ve sermayenin işçi sınıfına önerdiği ‘borçlanma özgürlüğü’, çalışarak ayakta duramadığı koşullarda ölme özgürlüğüdür.
İşçiler savunmaya
İşçi sınıfının elinde bulunan birçok hak emeklilik, 8 saatlik iş günü, sendika, iş güvenliği, yeni iş bulma imkanı artık bir ‘hiç’tir. Yasal güvenceleri zayıflatıldı. Pahalılık sebebiyle satın alma gücü azaldı. Devlet kamu hizmetlerini terk etti. Çalışan sayısı en aza düşürdü, daha önce kamu hizmeti olan işlerin tamamı parayla satılması yoluna gittiler. Eğitim, sağlık, ulaşım her geçen gün daha pahalı hale geliyor, ama emekçilerin gelir kalemi atmıyor.
Emek dünyasının kendisini savunması zorunludur. Emek dünyası ayakta kalmaya mecburdur. Sabrın sınırları aşılmış, kemerlerde sıkacak delik kalmamıştır. Öyleyse, işsizlik ve pahalılık karşısında bir savunma mücadelesi, emek dünyasının başvurması gereken en acil önlemdir.
Sendikaların fıtratı…
Bu önlemi işçi sınıfı örgütü olan sendikaların yapması gerekir. Ancak onlar hem birbiriyle rekabet içinde, hem rahatları yerinde, hem de küçük bir azınlık işçi üye ile kendilerini sınırlamayı tercih ediyorlar.
2019 asgari ücret tespiti sırasında bunu gördük: Yan yana gelmediler, birlikte bir mücadele zemini yaratmadılar bile. 7 milyondan fazla işçiyi ilgilendiren bir konuyu geçiştirdiler.
Emeklilere yapılan yıllık yüzde 10 zam konusunda bir şey yapmıyorlar, yapmayacaklar. TÜFE’nin resmen yüzde 20’yi aştığı sabitken…
Yeni iş sahalarının açılması, kamu hizmetlerinin yaygınlaştırılıp kalitesinin artırılması da umurlarında değil.
İnşaat işçilerinin 500’ü gözaltına alındı, 32’si tutuklandı tek bir ortak açıklama bile yapmadılar.
Göbek bağını kim keser?
Onlar savsaklasa da emek dünyası sermayenin kar hesabının ve sebep oldukları ekonomik krizin bütün olumsuzlukların muhatabıdır. Öyleyse Mayıs 2015’teki Renault işçileri gibi, Eylül 2018’deki Üçüncü Havalimanı inşaat işçileri gibi göbek bağını işçinin kendisi kesmeli.
Birleşik bir mücadeleye hazırlanmak, işyerlerinde her seviyede örgütlenmek, semt ve bölge toplantıları düzenlemek, acil talepleri belirlemek, mücadelenin kurmay heyetini oluşturmak, inisiyatif almak gerekiyor.
Acil Talepler neler olabilir?
Kuşkusuz ihtiyaçlar sonsuzdur. Ancak biz en acil olanları belirlemek zorundayız. En acil olanlar için mücadelenin ortaya çıkması halinde savunma hattını ileriye doğru taşımak, taleplerimizi güncellemek her zaman mümkün.
En acil olan, ayakta durmamız için gerekenler nelerdir?
Öncelikle mevcut ekonomi siyasetinin tersine çevrilmesi demektir. İşçilerden alıp patronlara veren bugünkü sistemin karşısına, patronlardan alıp işçilere veren bir sistemi çıkarmalıyız.
Sermaye sınıfına verilen her türlü teşvik, destek, indirim, kıyak ihale gibi uygulamalara son verilmelidir.
Yeni vergi yapılanmasıyla, büyük sermayeye gerçek vergi uygulanmalıdır.
İşçi çıkartmak yasaklanmalı, kar ettiği halde işçi çıkartan büyük şirketler kamulaştırılmalıdır.
Kamu hizmetleri parasız, yaygın ve nitelikli yapılmalıdır.
Tüm ücretler işçi, işsiz ve emekli ücretleri 1000 lira artırılmalı, enflasyon karşısında her 3 ayda bir otomatik ayarlanmalıdır.
Başta işsizlik fonu olmak üzere emek dünyasını ilgilendiren tüm fonlar işçi denetiminde olmalıdır.
Ücretler düşürülmeden iş saatleri düşürülmeli, yeni iş alanları açılmalıdır.
25 yıl 5000 iş günü sigortalı olan tüm çalışanlar emeklilik hakkını kazanmalıdır.
(…)
Bu ve benzeri talepleri bir partiye önermek için düşünemeyiz. Bir partinin iktidara gelerek yapacağı işler de değildir. İzmir’de İZBAN grevinde gördük ki, sözkonusu işçi sınıfı, grev olduğunda iktidar ve ana muhalefetin birbirlerinden bir farkı kalmıyor.
Acil talepler eğer uğruna mücadele etmeye değerse bir anlam kazanabilir. İşçi sınıfı hem siyasi iktidara hem de sermaye sınıfına kararlı olduğunu gösterebilirse, onlara baskı yapabilirse, o vakit ayakta kalmak için gerekli olan acil önlemlerin alınması sağlanabilir. Sonuçta her sınıfın kendi hedefleri vardır ve bu hedeflere ulaşmak güç dengelerine bağlıdır. İşçi sınıfı birleşip gücünü ortaya koyarsa, dengeleri de değiştirecektir.
Nitekim tüm işçi hakları, yıllık izin, 8 saatlik işgünü, sendika, sigorta, kıdem tazminatı vb. uluslararası işçi sınıfının masaya yumruğunu vurup, bedel ödemeyi ve bedel ödetmeyi göze aldığında elde edebilmiştir.