“Özlemini çektiğimiz, ‘özgür basın’ idealiyle değerlendirdiğimizde, 1940’ların sonunda Safa Kılıçlıoğlu ile başlayan ve bugünlere uzanan sakıncalı bir kurulumun, Türk basınındaki ‘sermayedar patron’ yapılanmasının -bir dönem- temsilcilerinden biriydi, Mehmet Ali Yılmaz.”
MEHMET ALİ YILMAZ’I NASIL BİLİRDİNİZ?
Güneş gazetesi eski patronu merhum Mehmet Ali Yılmaz’dan bahsediyorum. 24 Nisan 2024 Çarşamba günü geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. 76 yıllık ömre sığdırılmış pek çok unvanı var: İnşaat Mühendisi… 19. Dönem Trabzon Milletvekili… VII. Demirel Hükümeti ve 1. Çiller Hükümeti’nde Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı… Trabzonspor Kulübü Onursal Başkanı… Vergi rekortmeni iş insanı… Medya sahibi… Yeraltı dünyasının önemli isimleriyle dostluğu da gündemde oldu hep… Sağ açık oynuyor, inkâr da etmiyordu: “Alaaddin ciğerim Peker yeğenim”1… Babıâli’nin eski patronlarından Trabzon Of doğumlu Mehmet Ali Yılmaz, 26 Nisan 2024 Cuma günü Altunizade Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Cenazesi de unvanları oranında kalabalıktı. Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın, İçişleri eski Bakanları Mehmet Ağar, Süleyman Soylu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Trabzonspor Kulübü Başkanı Ertuğrul Doğan, Ahmet Ağaoğlu, iş, politika ve spor camiasından pek çok dikkate değer isim… Helallik verildi, dualar edildi, son görev yerine getirildi.
Özlemini çektiğimiz, “özgür basın” idealiyle değerlendirdiğimizde, 1940’ların sonunda Safa Kılıçlıoğlu ile başlayan ve bugünlere uzanan sakıncalı bir kurulumun, Türk basınındaki “sermayedar patron” yapılanmasının -bir dönem- temsilcilerinden biriydi, Mehmet Ali Yılmaz. Yine de vefatının ardından olumlu yönlerini öne çıkaran pek çok yazı yazıldı. Biri de Şule Perinçek imzalıydı. Perinçek, 12 Eylül rejiminden, Aydınlık çevrelerinin 1987 yılında çıkardığı 2000’e Doğru dergisinin bu rejime rağmen “yalın kılıç mücadelesinden”, “tabuların üzerine gitme kararlılığından” dem vuruyor, Yılmaz’ın, böyle bir dergiye destek vermekten geri durmadığını anlatıyordu: “Her hafta karşılıksız ilanımızı basmıştı. O bile bir cesaret, yani. Klasik her zamanki gibi maddi bakımdan sıkışığız. Nuruosmaniye caddesinin köşesinde yuvarlak, ince, uzun güzel bir bina vardı. ‘Geçin oraya’ dedi… ‘Ne vereceğiz’ dedim. ‘Sizden para alacak değilim, ya’ deyince bir nefeste koşarak Başmuhasip sokaktaki yerimize gelip, bir nefeste merdivenleri tırmanıp müjdeyi getirmiştim. Ama kısmet olmadı. Gelişen siyasi olaylar bizi başka yönlere çekti, taşınamadık.”2
GÜNEŞ’İ NASIL ALDI?
Övünerek anlatırdı, gençliğinde karpuz satmıştı. İş dünyasındaki yükselişi inşaat firması kurmasıyla başladı. Zenginleşmesinde almış olduğu devlet ihalelerinin şüphesiz payı vardı. 1979 yılında banka sahibi oldu: Türkiye İthalat İhracat Bankası (Titibank-İmpexbank)… 1983 yılında onu basın patronluğuna taşıyan altın vuruşu yaptı: Mali krize giren Güneş gazetesini, Ahmet Kozanoğlu-Ömer Çavuşoğlu ortaklığından, Çavuşoğlu’nun iddiasıyla, “hem de parayla değil, bedelsiz”3 devraldı.
Güneş, Kozanoğlu – Çavuşoğlu sermayesiyle, Güneri Cıvaoğlu genel yayın yönetmenliğinde 1982 yılında yayım hayatına başlamıştı. Bu gazetenin doğuş hikâyesinin bir aile trajedisine neden olduğunu söylemek lazım. Karakterlerimiz Tercüman gazetesi patronu Kemal Ilıcak ile kayınbiraderi Ömer Çavuşoğlu; trajedinin konusu “inkâr” ve -daha sonraları- “ihanet” ithamları idi. Çavuşoğlu, Nazlı Ilıcak’ın ağabeyi ve tek kardeşi; ailenin önemli bir parçası… Ne var ki kulağına geldiğinde Ilıcak’ı altüst edecek bir söylenti Babıâli kulislerinde yankılanmıştı: Tercüman’dan kısa bir süre önce ayrılmış olan Güneri Cıvaoğlu, Kozanoğlu-Çavuşoğlu sermayesiyle günlük gazete çıkaracak idi! Ilıcak kayınbiraderine açıkça sormuştu: “Bir gazete projesi içinde olduğun duyumunu aldım, doğru mu?” Nazlı Ilıcak, ağabeyinin cevabını, “…Ömer, ‘Hayır’ demiş. Kemal’e söylemedi,” diye anlatacaktı: “Söyleseydi belki Kemal, ‘Gazete tutar tutmaz, yap, yapma!’ diyecekti. Güneş’in yayımlanacağının Kemal’den gizlenmesi olayların gelişimini olumsuz etkiledi. Bu iş ortaya çıktığında kavga büyüdü, uzlaşamadılar. Arada dargınlık oldu. Küsülünce, bu sefer Tercüman’dan bazı isimler transfer edilmeye başlandı. Mesela sporun başındaki Necmi Tanyolaç… Ana elamanlar, yüksek maaşlarla Tercüman’dan koparıldı, götürüldü. Bunun da Tercüman’a hasarı oldu. Şunu da itiraf edeyim: Güneş olayı Kemal’i çok üzdü. Ancak bu arada ben o kadar büyük öfke gösterdim ki, Kemal benim öfkemi dizginlemeye çalıştı. Çünkü bu insanlar, esas itibariyle benim yakınlarımdı.”4
Doğruydu; salt Çavuşoğlu değil, Güneri Cıvaoğlu da Nazlı Ilıcak kadrosundandı. Cıvaoğlu, Nazlı Ilıcak’ın yakın arkadaşı Canan ile evliydi. Kemal Ilıcak, Güneri Cıvaoğlu’nu bu vasıtasıyla tanımış, genç adamı askerliğini bitirir bitirmez Tercüman’da “Dış Haberler Sekreteri” olarak işe almıştı. Gerçi Cıvaoğlu’nun bazı hoşnutsuzlukları olmuştu; bir dönem Ertuğrul Soysal’ın yönettiği Atlı Zincir’de şansını denemek istemiş, Tercüman’dan ayrılmıştı. Neyse ki Kemal Bey bu tip hesapları tutmazdı. Atlı Zincir’de mutsuz olduğunu duyunca sormuştu: “Tercüman’a ne zaman dönüyorsun?” “Bugün!” demişti Cıvaoğlu. Genç gazeteciyi, -bir süre sonra- Genel Yayın Yönetmeni Oktay Verel’in yanına “Genel Koordinatör” olarak koydu. Verel görevi bırakınca, gazeteyi Cıvaoğlu hazırlamaya başladı. Gelgelelim Çavuşoğlu’yla yeni bir gazete için flört ettiği günlerde Tercüman’dan nihai olarak kopmuştu.5
Babıâli böyledir; yeni rakip istemez. Hele de sermayedar ise… Kozanoğlu- Çavuşoğlu ortaklığının nakit akışı sağlamdı; Libya ve Türkiye’de müteahhitlik işleri yapıyorlardı. Piyasa bankerleriyle de çalışan Hisarbank’ın da sahipleriydiler. Bu kaynaklarla kurulacak bir gazete, Babıâli’nin geleneksel patronları için kâbus niteliğindeydi. Kayınbiraderinin kendisine rakip olacağını anladığında, Ilıcak da hem endişe duymuş hem de duygusal yıkım yaşamıştı. Ne var ki olayların akışına engel olamadı. Güneş, Kozanoğlu- Çavuşoğlu sermayesiyle doğdu. 66 Tercüman çalışanını da transfer ederek… Rauf Tamer, “66 çalışan değil!” diyecekti: “Kemal Bey’in böğrüne saplanan 66 hançer!”6
Güneş’e davet edilen gazeteciler, astronomik transfer ücretleri ve yüksek maaşlarla test ediliyordu. Babıâli’de eşi görülmemiş bir durumdu bu! Hürriyet, Milliyet gibi büyük kurumlar da etkilenecekti bundan… Görkem ve gösterişle doğmuş bir Güneş; ne var ki batışı da bir o kadar hızlı oldu. “Kale gibi banka!” sloganıyla, halktan yüksek faiz vaadiyle mevduat toplayan Hisarbank’a, 27 Ekim 1983 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ve Ziraat Bankası eliyle el konuldu. Ömer Çavuşoğlu, Hisarbank olayı sorulduğunda, “Tam da o günlerde sol eğilimli bir gazete çıkarmaya hazırlanıyorduk!” diyecek ve batışı şöyle dillendirecekti: “…Hatta bu gazetenin başına da Hasan Cemal’i getirecektik. Kararı aldık ama o gece eve bir telefon geldi. Dediler ki, ‘Banker Kastelli yurtdışına kaçtı’. Sıkıyönetim dönemiydi. Hemen izin alıp, Hisarbank’a gittim ve o gece aslında batacağımızı da gördüm.”7
Peki şimdi Güneş’in hali ne olacaktı? Gazete dar boğaza girmiş, yazı işlerinde vaveyla çoktan kopmuştu. “Biz buradan ekmek yiyoruz!” diye çıkışmışlardı, Çavuşoğlu’na. “Kapanmasını istemiyoruz. Birine devret.” Direnecek hali yoktu. Gazeteye Mehmet Ali Yılmaz talipti. Uzatmadı, Yılmaz’ı aradı. İmzalar atıldı, devir işlemi yapıldı. Güneş’in patronu Mehmet Ali Yılmaz’dı artık. Bundan böyle Cumhurbaşkanlığı resepsiyonlarına davet edilecek, Hürriyet gazetesi patronu Erol Simavi ile Davos toplantılarında arz-ı endam edecekti. Elbette adı, kimi zaman basın kavgaları ve polemiklerde de geçecekti.
MUHABİR DÖVDÜ POLEMİĞİ
Bunlardan biri, Tercüman muhabiri Asım Ertan’ın, yılbaşı gecesi, Güneş gazetesi patronu Mehmet Ali Yılmaz tarafından darp edildiği iddiasıyla Uludağ’da jandarmaya başvurması sonucu patladı. 31 Aralık 1986 akşamıydı. Tercüman muhabiri otelleri dolaşıyor, geceyi tasvir edecek resimleri fotoğraf çekerek kaydediyordu. Yılmaz, Cumhurbaşkanı Evren’in kızı Miray ve damadı Maksut Göksu ile birlikte Grand Yazıcı’daydı. Güneş’in patronu, cumhurbaşkanının kızı ve damadıyla eğleniyordu. Elbette haberdi bu… Ertan, gazeteci insiyakıyla masaya yaklaştı, deklanşöre bastı. Nazlı Ilıcak, “…Sakınılacak, gözlerden gizlenecek olağanüstü bir durum da yoktu.” yorumunu yapacaktı: “…Nedense Mehmet Ali Yılmaz çok öfkelenmişti. Masadan kalktı, asansörün önünde Asım Ertan’ı sıkıştırdı ve arkadaşlarının da yardımıyla onu dövdü. Ben o sırada Fahri Otel’de kalıyordum. Asım Ertan otelime gelerek durumu nakletti ve benden yardım istedi. Asım’a jandarmaya şikâyette bulunmasını, hakkını aramasını ve çekinmemesini tavsiye ettim.”8
Ertesi sabah Babıâli bu haberle hop oturuyor hop kalkıyordu! Tercüman, Bulvar ve Sabah, gazete patronunun bir gazete muhabirini dövmüş olduğu iddiası üzerinden yürürken, Mehmet Ali Yılmaz’ın Güneş’i dayak iddialarını reddediyordu. Güneş’e göre, Mehmet Ali Yılmaz izinsiz fotoğraf çeken muhabiri “ikaz etmiş” idi: “…Bu, özel bir sofraydı ve izinsiz fotoğraf çekilmesi doğru değildi. Asım Ertan güldü, yine bastı deklanşöre. Görevleri, müşterilerinin huzurunu da sağlamak olan otel personeli, genç gazeteciyi ikaz edip uzaklaştırdılar. Ama biraz sonra, kapıda otel görevlileri ile Asım Ertan arasında tartışma çıktığı ve gazetecinin tartaklandığı haberi geldi salona. Olaya, bir yılbaşı gecesini huzur içinde geçirmeye gidip, bu tür bir tatsızlığa adı karışan Mehmet Ali Yılmaz, en fazla üzülmüştü. Ama daha sonra üzüntüsünün artacağının farkında değildi.”9
Sabah tiraj kokusu almıştı; gelişmeleri yakından takip ediyordu. Ilıcak, olayı, Sabah muhabirine, “Biz Fahri Otel’de kalırken Tercüman muhabiri kan revan içinde geldi. Beni sofradan, ‘Gelebilir misiniz?’ diye çağırdı. Perişan vaziyette idi!” diye anlatırken; Mehmet Ali Yılmaz, “Bu bana komplodur, böyle bir olay olmadı!” iddiasında ısrar ediyordu. Tartışmaya Bulvar’dan Yalçın Kamacıoğlu da dahil olmuştu. Kamacıoğlu, Güneş gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Barlas’ın televizyon reklamlarında kullandığı “Eleştiriye evet, karalamaya hayır!” sloganından yola çıkıyordu: “Karalamaya hayır, paralamaya evet. Sayın Barlas, görevini yapan bir gazeteciyi kimin dövdüğünü, kimin yerlerde sürüklendiğini, kimin kafasını yardığını, makinasını kimin niçin kırdığını televizyonda bir de lütfen sen anlat ve itibarını yarat!”10
İHALE TAKİBİ İDDİALARI
Mehmet Ali Yılmaz adının telaffuz edildiği bir başka polemik ise, “ihale takibi” tartışması oldu. İlk taşı bu kez Bulvar atmıştı. 19 Nisan 1987 tarihli gazetede yayımlanan “Yanık Kokusu” başlıklı makalede bir genel yayın yönetmeninin patronu için iş takibi yaptığı iddiası dile getiriliyordu. “İSKİ’nin milyarlar tutan bir ihalesini alabilmek için” müteahhitlerin kapıştığı, bunlardan birinin “13 milyara kadar” fiyat kırarak işi bağladığı, bir namlı müteahhidin “bir gazetenin genel yayın yönetmenini gönderdiği”, makamda ileri geri, “Yazarız, çizeriz, ezer, un ufak ederiz” gibi konuşmaların geçtiği, buna karşılık “7 milyarlık bir başka işi” genel yayın yönetmeninin aracılık yaptığı o kabayı müteahhidin aldığı iddiaları makalede öne çıkarılan hususlardı. Babıâli’nin kural dışı çocuğu Sabah için bu, bulunmaz fırsattı. Sabah, birkaç gün sonra, iri puntolarla “İhaleci genel yayın müdürü kim?” başlığı attı. İlginçtir; cevap İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’dan gelecekti. Sabah’tan Olay Tan’a konuşan Dalan, “Güneş gazetesi Genel Yayın Müdürü Mehmet Barlas bana geldi.” diyordu: “…Barlas, aynı zamanda çalıştığı gazetenin de sahibi olan Sayın Mehmet Ali Yılmaz’ın Tek-Art firmasının sular idaresi tarafından açılmış bir ihalede haksızlığa uğradığı görüşündeydi. Yalnız bu ziyaret, hiçbir şekilde Tek-Art firması adına yapılmış bir ziyaret değildi. Mehmet Barlas bir gazeteci olarak bir ihaleyle ilgili yetkililere soru soruyordu. Aynı zamanda arkadaşım olan Sayın Mehmet Barlas Bey, bu konuda bana bir çamur atılmasından duyduğu endişeyle bu konuyu görüşmek amacıyla ziyaretime gelmişti. Kendisine yetkili arkadaşlarımla birlikte sözünü ettiği ihaleyle ilgili bilgi verdik. Bizi dinledikten sonra Tek-Art firmasına haksızlık yapılmadığına kanaat getirdi. Hatta ayrılırken Mehmet Barlas Bey, bizden de özür diledi. Daha sonraki 7 milyarlık ihaleye gelince, Tek-Art firması üç yıldır çeşitli ihalelere girer ve çıkar, bizden de bu süre içerisinde bir tek ihale alamamıştır. Ancak bu son girdiği ihaleyi 2886 sayılı yasaya göre ortalamayı tutturduğu için kazanmıştır. Mehmet Barlas’ın ziyaretinden sonra bu ihalenin kazanılması ise sadece tesadüftür.” 11
Bu açıklamanın büyük tartışmalara sebep olduğunu söylememe gerek yok. Aynı gün Sabah’tan Güngör Mengi, “Bir kamu müessesesi olan gazetecilik mesleği, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez!” diyor, ilkeleri hatırlatıyordu.
Güneş ise Sabah’a, Mehmet Barlas imzası ile, “Herhalde, Yunanlılar’ın İzmir’e çıktığı 1919 Mayıs’ında, Yunan topraklarında yayınlanan ‘Yeni Asır’ gazetesi, ‘Kara gün’ diye başlık atmıştı…”12 diye cevap veriyor, Dinç Bilgin’in dedelerine ait Yeni Asır’ın, Anadolu işgal edilirken, Yunan’ı desteklediğini ima ediyordu.
GÜNEŞ NEDEN MUHALEFETE BAŞLADI?
O günlerde kulise kulak verirseniz, Sabah’ı Güneş ve Hürriyet gazeteleri aleyhinde neşriyat yapmaya teşvik eden kişi Başbakan Turgut Özal’dı. Doğru muydu bu? Aslında Mehmet Ali Yılmaz’ın Güneş’inin uzun süre ne 12 Eylül rejimi ne de dönemin başbakanı Turgut Özal’la düşünsel ya da ideolojik anlamda çatışması olmuştu. Aksine! Bir dönem Güneş’te kalem oynatan gazeteci Hasan Pulur, anılarında Mehmet Ali Yılmaz’ın portresini çizerken, “…Yukarı çıkar bakarsın, Dündar Kılıç gelmiş, ekibiyle orada oturuyor. Birtakım başka adamlar filan. Garip bir durumdu!” diyecek ve ekleyecekti: “…Gazetenin içinde bu tip adamların dolaşmasına da hiç alışamamıştım. Eski polisler, polis müdürleri geziniyor ortalıkta, emekli subaylar geliyor. ‘Allah Allah’ diyorum ben ama kimsenin de kimseye bir zararı yok. Yani Allah var, kendileri ne yapıyordu bilmiyorum ama gazeteye karışan filan yoktu. Ancak şunu söylemeliyim ki, Mehmet Ali Yılmaz sözüne sadık bir adamdı. Verdiği sözlerin hepsini tuttu. Gazetenin üst katında bunlar oluyordu ama alt kat da Mehmet’le Çetin yüzünden, Mehmet Ali Yılmaz’ın deyimiyle, ‘erkek papatyalarla’ dolmuştu. Yani tam anlamıyla, Özal çizgisinde bir gazete olmaya başlamıştı Güneş. İşte tam o sırada Babıâli’nin en büyük kavgalarından biri çıktı. Güneş- Sabah kavgası.”13
Evet, iki gazete arasında bu kez öyle bir kavga patlamıştı ki, her ikisi de kalemşörleri aracılığıyla birbirlerini adeta top atışına tutuyorlardı! İlk salvo Sabah’tan gelmişti. Güneş gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Barlas’ın Ziraat Bankası Genel Müdürü Coşkun Ulusoy’u eleştirmesi, Sabah’ı harekete geçirmişti. Sabah, Barlas’ın iktidara yöneltmiş olduğu eleştiri oklarını, Ziraat Bankası’nın Güneş gazetesinin Hazine’ye olan 6.5 milyar liralık borcunu tahsil etmek üzere harekete geçmesine bağlıyordu! Güneş ise, gazeteyi devralmasını takiben Mehmet Ali Yılmaz’ın, bankalara, çalışanlara ve piyasaya olan 4 milyarlık borcu ödemiş olduğunun altını çiziyor; buna karşın Ziraat Bankası’nın talep ettiği 6.5 milyar liranın Güneş’in eski sahiplerinden kaynaklı ve ihtilaflı bir mesele olduğunu, beş yıldır dondurulmuş olan bu konunun birdenbire gündeme getirilmesini ise manidar bulduklarını vurguluyordu. “Peki Sabah’ın iddia ettiği ve Coşkun Ulusoy’u savunmak için kullandığı borçlar nedir? Sonunda Özal’ın başbakan yardımcılığından istifasına dayanan ‘Bankerler Rezaleti’ sırasında Hisarbankçılar da bankanın mevduatını, çeşitli yollarda bazı şirket ve şahıslara aktarmışlardı. İddialara göre, bu paraların bir bölümü ‘Güneş’in ilk döneminde gazetenin kasasına da girmişti. İşte Ziraat Bankası’nın ‘Hisarbank’ın alacakları’ arasında takip ettiği borçlar bunlardır. Aralarında ‘Zıp zıp’, ‘Yo-yo’ gibi garip isimli ve mal varlığı hiç bulunmaya bu şirketlere Hisarbankçılar, yüzlerce milyon liralık krediyi, 1983 öncesinde açmışlardır. 1983’ten beş yıl sonra Ziraat Bankası’nın Hisarbank alacakları dolayısıyla ‘Güneş’i gündeme getirmesi komiktir.” 14
Dallanıp budaklanacak, Türk basın tarihinin en dramatik kavgalarından biri olacaktı bu. Okur nezdinde her iki kurumu da yıpratan bir üslupla…
ASİL NADİR’E SATIP ÇIKTI
Güneş, muhalefete doğru kayıyordu artık. Bir yandan, “Güneş’e gölge düşer mi?” diye haykırıyor, bir yandan Özal iktidarını eleştiriyordu: “Güneş liberalleşmeyi, dışa açılmayı ve benzeri politikaları destekliyor. Ama, devleti bir aile şirketi haline getirip, oğullarla, prenslerle, kapalı devre bir sistem kuran ve ulufe dağıtarak, basını basına kırdırmaya çalışan uygulamaları ayıplıyor.”
Doğruydu; Başbakan Özal, 1987 seçimlerinin ardından basını zapturapt altına almaya yönelik politika izlemeye başlamıştı. “Yalan Yasası” girişimi bunlardan biriydi. Kanunlaştığı taktirde gazete sahiplerini milyonlarca liralık para cezalarıyla karşı karşıya bırakacak bu yasa tasarısı, basın patronlarını ortak harekete teşvik etmiş; İstanbul’da yapılan bir toplantıda, tüm gazetelerin birinci sayfadan hükümeti kınayan ortak metin yayımlaması kararı alınmıştı. Gelgelelim Başbakan Özal’ın toplantıdan haberdar edilmesi, patronların geri adımıyla neticelendi. Üstelik Özal’a haber uçuran kuşun Dinç Bilgin olduğu iddia ediliyordu. Başbakanın kullandığı bir başka silah, kâğıt fiyatlarıydı. Özal, basına çattığı bir ANAP Ankara İl Kongresi’nde “Kâğıda ben ne zaman zam yapacağımı bilirim!” diyerek basın patronlarına gözdağı vermiş, bir partili, “Yüzde 500 yap başbakanım, yüzde 500!” diye bağırmıştı! Başbakan, 1988 yazından itibaren ise kendine yakın bir sermayedarı Türk basınına sokarak, kimi yayın organlarını ele geçirme stratejisi izlemeye başladı. Haldun Simavi’ye ait Günaydın gazetesi, The Sunday Times’ın yapmış olduğu zenginler listesinde 500 milyon sterlinlik şahsi servetiyle İngiltere’nin otuzuncu zengini ilan edilen İngiliz pasaportlu Kıbrıslı Türk iş insanı Asil Nadir’e satıldı. Arkası da geldi! Melih Aşık, Milliyet’te, “Nadir fıkra!” başlığı altında bu durumu şöyle hicvediyordu: “Asil Nadir çok kültürlü adammış! Nereden anladın?.. Günde iki gazete, bir dergi alıyor!”15 İşte Asil Nadir’in aldığı gazetelerden biri de Mehmet Ali Yılmaz’ın Güneş’i oldu. 1989 Şubat’ında Güneş, Asil Nadir’e satıldı. Gazeteci Hasan Pulur’a bakarsanız, “Mehmet Ali Yılmaz gazetecilikte umduğunu da bulamamıştı.”16 Babıâli’ye hızlı bir giriş yapmış, öyle de kayıp gitmişti. Bir sermayedarın yerini şimdi bir başkası alıyordu!
127.08.1998, milliyet.com.tr
2 “Mehmet Ali Yılmaz’ın ardından Bastıbacak bürokrasiye karşı” Şule Perinçek, 28 Nisan 2024, aydinlik.com.tr
3 Oradaydım, Oda TV, 3 Ekim 2009.
4 Dost- Kemal Ilıcak, Yayıma Hazırlayan: İrem Barutçu, s.127.
5 A.g.e., s.76, 82, 126.
6 A.g.e., s.128-129.
7 Oradaydım, Oda TV, 3 Ekim 2009.
8 Yazarlar Kavgalar, Nazlı Ilıcak, s.142.
9 2 Ocak 1987 tarihli Güneş gazetesi, a.g.e., s. 143-144.
10 2 Ocak 1987 tarihli Bulvar gazetesi, a.g.e., s.147.
11 22 Nisan 1987 tarihli Sabah gazetesi, a.g.e., s.151.
12 22 Nisan 1987 tarihli Güneş gazetesi, a.g.e., s.154-155
13 Mehmet Barlas ve Çetin Altan… “Olaylar ve İnsanlar’ın Peşinde Bir Ömür- “Hasan Pulur Kitabı”, Söyleşi: Sefa Kaplan, s.243.
14 15 Nisan 1988 Güneş gazetesi, Yazarlar Kavgalar, Nazlı Ilıcak, s.181-182.
15 “Babıâli Tanrıları Simavi Ailesi”, İrem Barutçu, s.276.
16 Olaylar ve İnsanlar’ın Peşinde Bir Ömür- “Hasan Pulur Kitabı”, Söyleşi: Sefa Kaplan, s.243