12 Nisan 2001 tarihli Hürriyet gazetesinde Süleyman Arat ibret duyulacak bir haber yazdı. Bir siyasi partinin görgü ve nezaket kurallarını üyelerine tavsiye ettiğini, ki buna demek ihtiyaç duymuş olmalıydılar, yazıyordu:
“MHP’nin yeni imajına uygun olarak koyduğu kurallar arasında şunlar vardı: ‘Parlak renkli giyim ve beyaz çoraptan uzak durun, terlemeye karşı hafif bir koku sürün, soğan ve sarımsak yemeyin, az sigara için, erkekler her sabah sakal ve bıyık tıraşı olsun, dişleri günde iki kez fırçalayın, yaşa uygun giyinin, gömlek ve kravat mutlaka giyin, kolye ve rozet gibi aksesuarlarda abartıdan kaçının, sıkıcı olmayın, oturuşunuz güven dolu olsun ve her zaman dik oturun.’ “
Radikal siyasi partilerin üyelerine, kadrolarına böyle talimatları evvel eski vardır.
Örnek vermeye kalkışırsak, bu yazı, Denis Diderot ve Jean le Rond d’Alembert’in meşhur Ansiklopedisine döner ki, yaz yaz bitmez.
Lafımızın menzili uzundur; şimdi tek tek, yok Nazi faşizmiydi yok Bolşevik Partisiydi diye sıralamayalım da biz lakırdımızı edelim.
Bu partilerin hepsi üyelerini, sonra vatandaşlarını dirsek temasında hizaya getirmek için şapkasından bıyığına, giyindiği gömlekten pantolon paçasına kadar uğraşmıştır.
“Öyle ya da böyle, insanın şekli şemailini kendince düzeltmeye kalkmak aslında uygarlığın çok eski bir sorunudur”, diyelim de okurumuz “Maşallah, bir laf etti, minare kadar doğru çıktı” desin.
Biz de bu zahmetli işten yakayı sıyırıp, ağzımızda baklayı ıslatmadan, söyleyeceğimizi de söyleyip, sonra müsaade isteyelim.
Bugün ‘kişilik geliştirme’ gibi safiyâne ve ama yüce tanımlar altında yayınlanmış o saçma sapan kitapların atası sayılacak bir tanesi var: “Masterful Personality”
Türkçeye çevirseydik, Usta Kişilik gibi bir başlığı olacak bu kitap ABD’de 1921’de yayınlandı, çok satanlar arasına girdi. Herkesin bu kitaptan öğrenip kendini ortaya koyacağı bir derdi vardı, anlaşılan. Ölümünden üç yıl evvel yayınladığı bu kitabıyla Orison Swett Marden, tam da o sırada İtalya’da bir faşist darbeyle iktidara gelen Mussolini’nin dahi başucu yazarı oldu; livre de chevet!
Mussolini faşist tosuncuklarına siyah gömlek~Camicie Nere giyinin, kravat bağlayın, başınıza da Fes takın derken, bir bakıma bu kitaptaki üstün insan arayışının izini kovalıyordu. Şaka etmiyoruz, evvelinde İtalyan faşistlerinin aklı kıt başlarına fes takılıyordu…
Biz de bu detayları İtalyan faşizmi üzerine bir dev eser yazan Simonetta Falasca-Zamponi’nden, “Mussolini’nin İtalya’sında Estetiğin Gücü” kitabında bulup buraya nakşediyoruz.
Diyeceğim o ki, Mussolini de faşistlere nasıl oturup kalkacaklarına kadar nizam, intizam gösteriyordu.
Bu terbiye etme usullerine İtalyanlar oldum olası alışıktır.
Bu işin evveliyatı Rönesans Dönemine kadar uzar. İtalyan Rönesansı, kibar aristokratların ve yontulmamış hödük feodal beylerin dünyasını asırlarca renklendiren şövalye anlatılarına artık bir son vermek istiyordu.
Şövalyeliğin ipliğini pazara çıkaran Cervantes’i ve Don Quijote romanını unutmadan burada üstâda bir selam gönderip, söze devam edelim.
Öyle bir zaman geldi ki, Henri Pirenne’nin orta çağda burjuvazinin çakaralmaz vaziyette tek tük görüldüğü zamanları tarif ettiği gibi, yeni bir orta sınıfın belirdiği o tuhaf vakitlere gelinmişti, kesesi kabarık olanları şövalye masalları da “kesmemeye” başladı.
Tarihin asfaltında gümbür gümbür gelen bir sınıfın, burjuvazinin ayak sesleri vardı; yeni bir kültür arayışı kaçınılmazdı.
Artık eskimiş, tarihin uyuşuk ve demode olmuş zamanlarında bile dinleyene baygınlık hatta fenalık getiren, insanı canından bezdiren, anlatanı da kulak kabartanını da koyunlaştıran ve tekrarlana tekrarlana sakıza dönmüş abartılı hikâyeler yerini antik çağların lirik, mitolojik, felsefe ve hümanizma içeren anlatılarına bıraktı; buna Neo-Klasisizm deniliyor, ama bu ayrı bir meseledir.
Bütün bunların olduğu zamanlara, biz, on dokuzuncu yüzyılın Fransız tarihçisi Jules Michelet’in adlandırdığından beri Rönesans Dönemi diyoruz.
Yenilenme, yeniden doğuş anlamındaki Rönesans’ı hafife almayınız; dünyayı ve Batı’yı değiştiren sessiz bir devrimdir.
Rönesans dediğin nedir ki, altı üstü güzel sanatlardı, heykeldi, resimdi, şiirdi, müzikti diye müze, kilise, opera salonu ve şehir meydanı gezerek onu basite indirgemeyiniz!
Rönesans aristokrasiden burjuvaziye geçişin sosyal normlarını çok evvelden ortaya koyduğu için aslında insanı dünyanın merkezine alan, hümanist bir eylemdir.
O zengin ve bereketli zamanlardan bugüne kalmış, insanı terbiye etmeye çalışan iki eserle Rönesans’ta karşılaşırız; birincisi Baldassare Castiglione’nin Kibarlıklar Kitabı’dır, diğeri ise Giovanni della Casa’nın Il Galateo-Etiket Kuralları kitabıdır.
Bu eserlerin ikisi de fakat en çok Galateo, bütün dönemlerin elden bırakılmayan kitaplarından sayılır.
Castiglione’nin 1528’de basılan eseri lL Libro del Cortegiano salon kültürüne ait etiket kaideleri, bizdeki eski deyişle âdab-ı muaşeret [Nişanyan Sözlüğüne göre terbiye, görgü ve edep anlamında] kurallarını sıralıyordu.
Fakat zaman hızla geçti, Castiglione, zavallım unutuldu gitti. Onun gösterdiği maskeli balolarda nasıl flört edilir, kadınlar hangi maskeyi takıp salona çıkmalıdır, bir bayana uzaktan bıyık nasıl burulur gibi lakırdıların bir önemi kalmadı, esâmisi de okunmaz oldu.
İmdada yetişen Signore Giovanni efendidir.
1503’de Floransa’da doğmuştur.
Castiglione’nin yazdıklarından o, anca, büyüdüğü zaman haberdar olacaktır.
Giovanni della Casa 1556’ya kadar bir salon adamı olarak, azıcık da züppe, İngilizlerin deyişiyle Dandy yaşadı…
Hayat hikâyesinden ziyade bizi ilgilendiren Galateo kitabıdır. Floransalı entelektüel, şair, diplomat, araştırmacı yazar, salon adamı ve nihayet bir centilmen olan Giovanni’nin bu eseri olağanüstü ilgi görecektir; kısa sürede hemen tüm Avrupa lisanlarına çevrilir.
Fakat burada acıklı bir şey söylemeliyiz: Kitap ilk kez 1558’de Venedik’te basılmıştır, matematik hesaba gerek yok, Giovanni’nin âhir ömrü bu kitabın mürekkebini koklayıp sayfalarını eliyle sıvazlayarak mutlu, mesut ve mesrur olmaya yetmemiştir.
Burada, hazır fırsat elimize geçmişken, bir mâlumatfuruşluk edip yani ukâlalık gösterip caka satalım: Kitap koklamak tutkusuna, Latince kökenli, Bibliosmia denir. Kitaba, âşığının burun sürtmesidir, yani…
Sayfaları salon terbiyesi kokan Galateo şöyle böyle 460 yıldan beri Batı’da pek çok terbiye ve görgü kuralına cevap vermiştir; hakkını bütün dünya burjuvazisi bir araya gelse ödeyemez:
Ağzını şapırdatma, kaşığını yalama, burnunun karıştırma, herkesin içinde geğirme, lakırdı sırası sana gelince lafı uzatma, bir kadına kompliman yapacaksan köpeğine kedisine yahut bebeğine ‘aman da ne güzelmiş’ de, skandal yaratma diyen incelik ve nezâket kitaplarına ya esin kaynağı olmuş ya da doğrudan alıntı yapılan bir başvuru eserine dönüşmüştür.
Giovanni’nin bu eseriyle böylesine meşhur olmasının sırrı, sadece, nasıl yemek yenileceğinden tutunuz sofrada bir şakanın eşek şakasına sonra da kakaya dönmemesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğine kadar ayrıntıları aktarmasında değildir. Giovanni’nin yazdığı metin başlı başına bir deneme yazısı tadında edebiyat eseridir.
Öyle ki, bu etkileyici eseri okurken, sizi konuk olacağınız bir salona hazırlayan dadınız, hizmetçiniz, mürebbiyeniz, ‘evet efendim sepet efendimciniz’, hasılı dalkavuğunuz ve ayrıca mesela giydiriciniz, kostümcünüz, makyözünüz, berberiniz, hatta bir suflörünüz, eğer bir güzele sevdalıysanız ona sizin yerinize şiirler yazıp besteleyen Cyrano de Bergerac’ınız, bunlar da yetmezse dans hocasından tutun retorik dersi veren öğretmene kadar kocaman bir kadro yanınızda beliriverir.
Bu kalabalık ekip kulağınıza fısır fısır aman şuna dikkat et, lütfen sakın bunu yapma diye yol yordam gösterir. Yüzyıllardır bu kitabı okuyanlar, işte o yüzden Giovanni’yi Siyanet Meleği mertebesine terfi ettirmiştir.
“Galateo or The Book of Manner”, başlığıyla Penguin Yayınevince 1958 yılında tercüme edilip baskısı yapılmış kitap şimdi elimde; kendimi salon sosyetesine karışmaya hazır hissediyorum, dersimi de çalıştım. Bir tek vals öğrenmediğim kaldı, onu da kolayca hallederim.
Elimdeki kitabın eski sahibi, sanırım çoktan dünyaya veda etmiş bulunan Wes Stefan isimli birisi; kitabın ön kapak arkasında künye etiketi olan özel ExLibris’inde görüyoruz.
Wes Stefan kimdi, bu kitabı niye alıp okudu, bilinmez.
ExLibris’ine mürekkepli kalemle not aldığı tarih 1963’tür, şehir ve ülke adı yazmamıştır; tam bir muamma…
Biraz bolca vakit sahibi olsam, işi inada bindirip peşine düşerdim; lakin hiç yapasım yok!
ExLibris’leri zaten hep kıskanmışımdır; oysa basit bir şey.
Benim, nacizâne, hiç ExLibris etiketim olmadı; belki müşkülpesentliğimdendir…
Kitabı Türk yayıncılığına tavsiye etmek için bütün bunları yazayım istedim, oysa, hepi topu, şuncacık laf edecektim:
Galateo ne yazık ki, Türkçeye çevrilmemiştir. Ben, sadece, rahmetli Şevket Rado’nun ‘Radyo Sohbetleri’nde alıntılar hâlinde bahsedildiğini, şöyle böyle elli sene evvelinden, hayâl meyâl hatırlarım.
Türkiyeli okurun, orta çağlara, Rönesansa, Avrupa tarihine meraklısının kesinlikle ilgisini çekecek bir eserdir, diye yazayım da ârif olan anlasın.
Bu deneme yazısını da bir ukâla sosyete ve salon meraklısı yazdı diye, bir kenara not alsın!