İkinci Dünya Savaşının pek çok veçhesi ve çehresi var.
Neresinden tutsanız, üzerine söylenecek şey bulursunuz.
İsterseniz, mesela, çocuk pedagojisini bu savaşa bağlayabilir, dilerseniz Londra’daki Tailor Street’te sıralanmış sanat icra eden İngiliz terziciliğini ve İngiliz kumaşı meselesini dahi ilintilendirirsiniz; kim ne karışır, yazmaya bağlıdır…
Diyelim ki, bu yıl 80.yıldönümü kutlanacak D-Day adıyla bilinen Normandiya Çıkartmasının Hollywood Sinemasına uzanan etkisini bile uzun uzadıya ele alması mümkün görünüyor.
Fakat ne anlatırsanız anlatın ipin ucu mutlaka İngiltere’ye bağlanıyor.
Bana göre, bu savaş ne o ne bu arasındadır, topyekûn İngilizle dünyanın çekişmesidir.
Zaten dünya tarihinde İngiliz parmağı karışmamış tek bir olay gösterilemeyeceği gibi, Refik Halid üstâdın söylediğince, denizlerde dolaşmaya çıkmış içinde İngilizi olmayan bir gemi de asla olmaz.
Ne demişler, “Asılacaksan, İngiliz ipiyle asıl!”
Sağlamdır, inceldiği yerden kopmaz!
Winston Churchill’i zerre kadar sevmeyebilirsiniz, sevmeyin zaten, ama tarih yapan adamlar listesinde sakın tenzilata sokmayın.
Laf aramızda, Kraliçe II. Elizabeth de pek sevmezmiş.
Gerçi, birkaç yıl ekranlarda ortalığı kasıp kavuran, Netflix’deki CROWN dizisine bakılırsa ölüm döşeğinde Azrail’le al papazı ver kızı pazarlığındaki Churchill’i tek başına ziyarete gelir, odada ölüm meleği hariç kimsecikler yokken, ona aldırmaksızın sekerat durumdaki eski başbakanının yastığa gömülmüş başına uzanarak, az sonra buz kesecek alnından bir öpüverir.
Kraliçe de insandır; yapar böylesini…
Churchill’in alkışlanacak bir konuşmasına burada yer verelim de gerisi size kalsın…
II.Dünya Savaşının en kritik zamanları, harp henüz veba gibi yayılmamış ama gidişat fena.
Churchill, İngiliz radyosu BBC’de mikrofona çıkıyor, tarih 4 Haziran 1940’dır, apaçık bir itiraftan başkası olmayan şu açıklamayı yapıyor:
“Kumsallarda savaşacağız! Alman yayılmasını önleyemezsek İngiltere işgal olacaktır.”1
Bütün kabine üyelerinin çenesi düşer, İngiliz halkında tıss yok, pepe Kral VI.George’un hepten sesi soluğu kesilir; Lordlar Kamarası işgal korkusundan tatile çıkar, Avam Kamarası vazife başındadır…
Vay vay ki, hem de ne vay vay! Bir başbakan radyoda halkına belaya çattık, vaziyet berbat der mi; demez. Ama Churchill’dir bu, demiştir.
Churchill’in “Fransa’dan gelen haberler fena ey İngilizler,” diye devam ettiği bu söylevi aslında derleyip toparlayıcıdır.
Kaşarlanmış siyasetçi, Başbakan Churchill bilir ki, bu açık sözlülüğü İngiltere’de kendi kalesine gol atmak değil, topu taca çıkartmaktır. Nitekim öyle olur, bu deyişi kullanmak istemem ama İngiliz Ulusunu, savaşı her ne pahasına olursa olsun kazanmak hedefine kilitleyen bir işlev görecektir.
Sör Churchill’in bu yönde iki radyo konuşması daha var; meraklısına takdim ederiz.
İlki, az önce verdiğimiz örnekten evveldi, “Kan, gözyaşı, terden başka önereceğim bir şey yok!”2 diyordu.
Mustafa Kemal’in “Size ölmeyi emrediyorum!” vecizesine ne kadar benzer…
Çanakkale Harbinin Boğazı geçemeyen tarafındaki gemilerin süvarisi Churchill’in o savaştan öğrendiği açık yürekli kumandanlık vasfı bu olsa, gerek!
Üçüncü söylevinde, bu kez Avam Kamarası’ndadır ama konuşması BBC’de yer alacaktır: “Men and Shells”3
İngiliz Kabinesini de Alman bombardımanından korumak üzere yeraltına indirir; bütün hükümet üyeleri, genelkurmay ve askerî danışmanlar beton bir koruganın zırhında çalışacaktır. Churchill’in küçük hücreye benzer odasını gidip görmenizi de salık veririz; bugün Londra’nın kalbinde, King Charles Street’de bir yeraltı müzesi olarak ziyaretçisini bekliyor.4
Giderseniz, Churchill’in savaş boyu yeraltındaki sığınakta yer alan yatak odasına dikkatle bakınız, raflar İskoç viskisi doludur; stok eksiksiz ve tamdır.
Şimdi biz dağılmış lakırdımızı ortada sersefil bırakmamak üzere hamiyet gösterip korur, kollar ve size asıl anlatacağımız mevzuya getiririz: İngiliz halkını savaşın acımasız şartları altında yaşamaya alıştırmak için, Churchill’in emriyle bir broşür kitapçık bastırılır, dağıtılır.5
Fakat bedavaya iş yapmaz İngiliz, bu kitabın da bir ücreti olmalıdır: 3 Dime!
Ben diyeyim otuz kuruş, siz deyin otuz para; 1 daym 10 para eder…
28 sayfalık risâle kitap için uygun bir para…
Fakat içindeki bilgiler hayat kurtarıyor. İngilizler kapış kapış bu el kitabını edinir, okur, başucunda tutar.
Sonra kitap ortadan kaybolur, sahaflara düşer, British Library’de nadide kitaplar koleksiyonunda meraklısına gösterilir.
Risâlenin yayın tarihi 1943, yayınlayan Majestelerinin Sağlık Bakanlığı; başlığı “How to keep well in wartime!”
Çabuk tarafından çevirirsek, savaş zamanında nasıl iyi kalırız, diye Türkçeleştirebiliriz.
On bölümden oluşuyor risâle!
Bir kere günlük alışkanlıklarınızı terk etmeyin ey İngiliz halkı, diye öğütleniyor.
“Bir saatçi, eğer her gün aynı saatte kurarsanız saatinizin iyi çalışacağını söyleyecektir,” cümlesiyle girişilen bölümde savaşa rağmen günü eskisi gibi yaşamanın önemi vurgulanır.
İkinci bölüm önemli, zira uykusuz kalmış bir İngiliz İngiliz değildir. Zamanında yatmalı, yeterince uyumalı, dinlenmiş kalkmalı; tepesinde dolaşan Alman uçaklarının The Blitz diye adlandırılan bombardımanına rağmen, soğukkanlılığıyla bir İngiliz mışıl mışıl uyumalıdır.
Açık hava ve güneşten mümkün olduğunca yararlanmak için her fırsatı kullanınız diye devam eder, risâle-i İngiliz…
Tabii, ruh ve beden sağlığına aşırı ihtimam göstermek gerekir; kasvet ve kedere izin yok; Churchill’e ve ona mührü vermiş Majesteye güveniniz.
Gıdaya dikkat edilecek, evvel emirde… Ne aşırı tüketim ne yetersiz gıda; ikisi de fena! Orta sınıflar için makul miktarda viski, işçi sınıfı için birazcık bira yeterli; sigarayı, kahveyi, hatta fazla çayı da azaltmakta yarar var.
Harp Risâlesi misaller gösterip teferruatıyla anlatıyor.
Bunları söyleyip bir erkekle bir kadını seviştirmemek hiç olmaz; yorgan altında ne fakirlik ne de harp görülmez.
Cinselliği asla elden bırakmayın, kadın kadın gibi süslensin, erkekler bakımlı olsun ve sık sık yatağa girin diye tavsiyeler sıralanıyor. Savaşta aşk başkadır!
Söylentilere kulak asmayın, gereksiz yere dünyanızı karartmayın, neşeli olun ki genç kalasınız, moralinizi bozmayın, bozulmasına müsaade etmeyin; vesaire…
Nihayetinde hastalıklara, salgınlara, kirlenmiş bir dünyaya karşı nasıl mücadele edileceği aktarılıyor.
Risâlenin kapağı ise, bir vakitler orta eğitimde Türk talebesine dağıtılmış, E. V. Gatenby’ın “A Direct Method English Course” ders kitabındaki Mr. Brown, Mrs. Brown ve çocuklarının mutlu, düzenli, saat sarkacı gibi sekmeyen temposuyla İngiliz hayatına ne kadar da benziyor.
Kapak illüstrasyonu, işte böylece, şimdi alıyor mu bizi hatıralarımızın o derin kuyusundaki eski görüntülere ve götürüyor bizleri ortaokul yıllarımıza…
I’m sorry demek yerine I beg your pardon’u öğreten o kitap!
Risâle İngilize moral veriyor…
Risâle kapağını Hitler’e göster, morali bozulsun!
Cepheye sürsen on Nazi askerine bedel aslan gibi bir İngiliz kocası, yanında şıklığından zerre kadar tenzilat vermeyen bir Lady, kısa pantolonlu talebe kıyafetinde enerjik bir delikanlı, 3 teker bisikletinde cici bir kız!
Churchill’in açık sözle konuştuğu insanlar işte bunlardır.
İngiliz demokrasisi de galiba her akşam saat 5’te çay içmeye dayanır; bu meziyetler, vâkıf olunan hassasiyetler olmazsa Majestenin parlamentosu bile toplanamaz.
Savaşa gidilecekse 5 Çayı’ndan sonra gidilir.
Bir Portekiz deyişi, bunca lakırdının ardından gelir, son söz olarak buraya yerleşir:
“Bütün dünyayla harp edelim, yeter ki İngiliz evinde otursun!”
Doğrudur; “Zira deniz biter, İngilizde oyun bitmez; İngilizde oyun çoktur.”
Kemal Tahir rahmetlinin Kurt Kanunu başlıklı romanından bu son cümleyi de tırtıklayıp buraya yapıştırır, biz de velenseyi üstümüze çeker, istirahate gideriz.
1 https://winstonchurchill.org/resources/speeches/1940-the-finest-hour/we-shall-fight-on-the-beaches/
2 Bu sefer, youtube üzerinden videosuna sizi davet ediyorum; 4 dakikalık bir epizod: https://www.youtube.com/watch?v=htHKbsUKDDw
5 Risâlenin pdf kopyası için: https://wdc.contentdm.oclc.org/digital/collection/tav/id/2188