“Allah kimseyi bir romancının eline düşürmesin!”
Hele bir roman kahramanını, hiç!
Yaşayan biri en azından romancıyı tekzip eder, o anlattığın öyle değildi, böyleydi der… Gelgelelim romanların gerçek dünyasında yaşayan bir roman kahramanı öyle mi ya; sus pus olur ki, zavallım n’apsın.
Hayatının hikâyesi ve kaderi romancının elindedir.
Romancı ya zalimdir ya yufka yürekli; artık kısmetine kalmıştır.
Romancı Halide Edib’in gözünde roman kahramanı Binbaşı Hasan evvela parlayan bir yıldız gibi yükselirken, ne olduysa edebiyatımızın ilk kadın yazarlarımızdan Halide Hanım birden onun ipliğini pazara çıkarır, yerin dibine batırıp onu horoz yaşamına merak duyan bir adama çevirir.
Aman bu muydu, bizim muhteşem âşık binbaşımız, evlerden uzak olsun diye sonrasında yaka bile silkeriz.
Ama ben gözden düşen bu roman kahramanı binbaşıyı biraz da insan böyle olduğu için daha sahici bulur, pek de sarf-ı nazâr etmem.
Binbaşının yazarın gözünde ayranı boşaltılmış tulum gibi bir kenara atıldığı romanın adı Kalp Ağrısı’dır.
Halide Edib Adıvar’ın 1924’de İstanbul matbuatındaki Vakit gazetesinde tefrika edilmiş romanı, o sene eski Türkçe alfabeyle basıldı; başlığı Kalb Ağrısı idi…
P değil B ile…
Sonrasında 1935 baskısı, ardından 1943 baskılarıyla Latin abc’sinde okuyoruz.
Elimdeki baskısı Remzi Kitabevi’nce yapılmış 1962 baskısıdır; Halide Hanım’ın vefatından iki yıl öncesindeki bu baskısında başlığı kalp değil kalb olarak okuyoruz. Hatırlanmalı ki Arapça bir sözcük olarak kalb, bir şeyi geri çevirmek, bir nesnenin içini dışına çevirmek, değiştirmek anlamlarındadır; sahte olan “kalb para basmak” tabiri gibi kullanılır. Bu ufak ayrıntıyı, doğrusu kalp olacaktı diye vurgulamak üzere şuraya iliştirelim, lakin İngiliz Edebiyatı Tarihi’ni yazmış Halide Hanım’ın bu küçücük Türkçe-Osmanlıca ayrıntıyı gözardı etmemesi gerekirdi diye ekleyelim.
Roman, Osmanlı Devletini bir anlamda sona erdiren ve İtilaf devletleriyle savaşı bitirmiş 1922 tarihli Mudanya Mütarekesi~ateşkesi ardından İstanbul’da hali vakti yerinde bir ailenin çevresinde gelişen gönül ilişkilerini konu ediniyor.
Elbette Osmanlı aristokrasisinden türemiş bir burjuva kültürü içinde yaşayan roman kahramanları, canımlı cicimli konuşmayı dilden eksik etmeyen İstanbulludur.
Bir hekimin kızı olan Zeyno yirmili yaşlarında, biraz dik başlı, azıcık sportif ve iddialı yaşayan, görgülü ama lakırdısını da sakınmadan harcayan bir İstanbul kızı…
Aile çevresinden yakın arkadaşı Azize ise tam zıt bir karakter; mızmız; naz poz eder, süslü bebek gibi ve tabii ısrarcı, şımarık ve el bebek gül bebek yaşayan bir genç kız.
Çanakkale Harbinde de bulunduğunu sonradan öğreneceğimiz, Şark Hizmetini Diyarbekir’de tamamlamış, Milli Kurtuluş Mücadelesinde rütbe almış genç binbaşı Hasan, Azize’nin kuzenidir. Hasan’ı Azize’ye yakıştıran aile büyükleri aralarında bir beşik kertmesi gibi söz keserler, ne ki binbaşının aklı başkasında, hatta başkalarındadır.
İşte aşk üçgenini kurduk fakat buna üç isim daha eklenecektir; sabrediniz.
Zeyno’nun sözlüsü olan hekim Saffet, hakikaten saf, iyi yürekli bir genç adamdır; şişmanlığından sıkça bahsedildiğine bakılırsa Halide Edib’in gözü bu kahramanda değildir. O Hasan’ı, çelik gibi kavi kaslarıyla güçlü bir erkek gösterir, bakışları iğne uçları gibi karşısındakini delip geçer, sert ve yakışıklıdır; Halide Hanım sonra bu özelliklerini bir daha diline sarmayacaktır, az biraz bekleyiniz…
Saffet’in, Azize’nin sık sık tutan rahatsızlıkları, hastalıkları ve ruh huysuzluklarında ona ailenin yakını olarak hizmete koşması unutulur şey mi! Her fırsatta, gece gündüz demeden Azize’nin başucunda toplanırlar.
Derken Hasan, Zeyno’ya tutulur, “Gözlerini kaçırma benden, çıldırıyorum!” diye aşkını ilan eder. Zeyno da deli divane olacaktır binbaşıya ama gelgelelim Azize var orta yerde…
Kıskançlıklar, aşk didişmeleri, flörtleşmeden öteye giden yakınlaşmalar, hasret çekmeler, ah çekmeler, kalp ağrıları ile bu üçgen arasında binbaşı sıkışıp kalmıştır. Buraya kadar romancımız Halide Edib, Binbaşı Hasan’ı kayırmaktadır. Biz, hep üzülürüz Azize’ye ama Hasan’a yakışan Zeyno’dur; o Saffet bizce Azize’yi almalı, ikisi bir arada ah vah ile yaşlanıp köşklerinde minder çürütmelidir.
Derken Zeyno’ya duyduğu kıskançlığı neticesi kendisini yalı kıyısından Boğazın soğuk sularına atan Azize, balıkçılar tarafından kurtulursa da, kısa sürede zatürreye yakalanır, ardından vereme döner; Saffet yine yalı çapkını gibi Azize’nin başındadır. Zaten o dönemlerin romanlarında gizli birer roman kahramanı gibi verem ve Batılılaşmayla birlikte piyano asla eksik olmayacaktır.
Azize’nin ölümcül hali karşısında, binbaşıya duyduğu aşk ile Saffet’i bırakmaya hazır görünen Zeyno fedakârlık yapmaya karar verecek ve binbaşıyı elleriyle arkadaşının koynuna sokacak, evlenmelerini isteyecektir. Hasan alelacele kıyılan nikâhtan sonra veremli karısıyla birlikte kendisini Viyana treninde bulur. Bir sanatoryuma gidecekler, fakat Hasan uslu durmayacak, artık romancımızın gözünden düşmeye başladığı için bu kez karısı hastanedeyken Yahudi güzeli Dora ile tanışacak, onunla aşk yaşamaya başlayacaktır, ne ki aklı halen Zeyno’dadır.
Öyleki geceleri Azize uyuyunca kalkıp şehre iner, Dora’yla sabahlar.
Bütün bunlar olurken Saffet, Azize’ye yardım için Viyana’ya çağrılır, Zeyno’nun ayak altından çekilmiştir; kız rahatlar. O rahatlık içindeyken ellisinde ama taravetini bozmamış, kalıp gibi üniforması içinde dimdik Miralay Muhsin Bey ortaya çıkar; babasının eski arkadaşıdır, dahası Hasan Binbaşı’yı da gayet iyi tanır, zira onu teğmenken kendisine Diyarbekir kıtalarında yaveri yapmıştır.
Eşini kaybetmiş Muhsin Bey ile bu kez Zeyno arasında aşk başlar, olur mu şimdi aşk altıgeni: Hasan, Azize, Dora, Zeyno, Saffet ve Muhsin…
Durun bitmedi, Halide Hanım Hasan’ın İçyüzü başlıklı sona doğru bir bölüm yazar ve binbaşının Miralay Muhsin’le Diyarbekir’deyken ekmek parası peşindeki bir çamaşır yıkayıcı Kürt kızı olan, bir tesadüf gibi, öteki Zeyno’yu iğfal edip, karnına çocuğunu bıraktıktan sonra Çanakkale’ye harbe gitmek üzere oradan ayrılmakla yediği herzeyi bize faş eder.
Hasan, çeşmibülbül sürahisi gibi yerlerde şangır şungur kırılır okur gözünde… Böylesine ahlaksız biriydi, niye bize başta farklı anlattın diye Halide Hanıma sorasımız gelir.
Zeyno miralayla evlenecek ve üstelik veremliyken bir de hamile kalan Azize doğum sırasında hayatını kaybedip kocası Hasan’ı bebeğiyle geride bırakacak, aşk altıgeninde yerler değişecektir.
Fakat bitmedi, Halide Hanım çok ünlü olan bu eserin ardından “Zeyno’nun Çocuğu” başlıklı bir sequence~ardıl bir kitap daha yazar, Hasan’ın maceralarını yıllar önceki eski günâhı Kürt Zeyno’ya kadar uzatır.
“Kalb Ağrısı”nın tadı şimdilik bozulmasın diye ikincisine el atmadım; bir sonrakinde aşk altıgeninin büyüsü bozulur gibi hissettim. Zaten Hasan yerle yeksân oldu, bundan sonraki yalpalamalarına katlanamayacak durumdaydık.
Ne ki, ne olursa olsun Halide Hanımın bu romanı eşsiz bir aşk üçgeni romanıdır.
Bu temaya Batı romanında sıkça rast geliniyor elbette. Sovyet Rus yazarı Boris Pasternak’ın Doktor Jivago’sundan tutun, Shakespeare’in Romeo ve Juliet’ine kadar okuru meşgul eder; tiyatroda, sinemada, güzel sanatlarda ve tabii mitolojide de…
Yunan Mitolojisinin aşk üçgenlerine tanrılar ve tanrıçalar, museler ve Olympos’un eteklerinde yaşayan ölümlüler karışır; hep beraber üçgenleri çokgen yaparlar; dikdörtgen olduğu bile söylenebilir…
Türk romanında Kalp Ağrısı bu temanın en iyi işlendiği eserlerin başında gelir.
Selim İleri’nin, bu roman için “Halide Edib’in son tutkulu aşk romanı olduğunu” söylemesi ardından şunlar eklediğini biliyoruz: “Yazar aşk üzerine söyleyeceklerinin tümünü, sanki bu sızılı eserde söylemiş; sonra bir aşk kırgını gibi susmayı tercih etmiştir. Edebiyatımızın en güzel, en anlamlı gönül acısı romanlarından biri.”
İstiklal Harbinin Halide Onbaşısı (1882-1964) olarak bildiğimiz yazarımızın renkli bir hayatı var. Bir vakitler Amerikan Mandacılığı yaptığından dahi bahsedebileceğimiz siyasi yaşamı bu yazının dışındadır; biz onun aşk üçgenine, altıgenine bakıyoruz.
Romanda iç açıların toplamı Hasan’ı hep integral hesaplarının dışarısında bırakıyor.
Kitap değerlendirmesi, eleştirisi yazarken elindeki eserden uzaklaşıp başka taraklarda bez dokuyan yazar tarifesindenim; yazılarında bülbül öttürmeyi seven denemeciyim. Aşk Altıgen’ini yazarken, dilimin ucunda “Üç Kalp Bir Arada” şarkısı dolanıyordu.
Bestesi Patricia Carli’ye ait olan Fransızca yazılı “Quec’est Triste” şarkısına Fecri Ebcioğlu tarafından yazılmış Türkçe sözlerle listelere giren şarkıyı 1968’de ilk kez Ajda seslendirmişti.
Bir edebiyat kritiği ve kitap eleştirisi yazısına müzik girerse, işte o zaman yazar bülbülü de şakıtmış olur.
Yazıdan uzaklaşmadan, dinleyiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=Bnbtq-vWSvU
Gelelim Binbaşı Hasan artık ağzıyla kuş tutsa, nafile…
Bir daha ne okurun gözünde ne de Halide Hanım’ın romanında bir dala tutunamaz.
Romancıdır bu, adamı ister vezir yapar ister rezil…
Bir roman kahramanı görürseniz ona söyleyin, aman romancısının eline düşmesin, iyi geçinsin; roman yazarı dilerse fiyatından tenzilat yapmış gibi onu ucuza harcar mı harcar!