İstanbul’un caz kulüplerinden birinin samimi atmosferinde, mikrofona doğru yaklaşan müzisyen ve performans sanatçısı Çağıl Kaya’nın gözlerindeki parıltı ve sesindeki duygu tüm salonu sarıyor. Vücut dili adeta bir mıknatıs gibi izleyicileri kendi dünyasına çekerek her notayla bir hikaye anlatıyor.
TRT İzmir Çok Sesli Batı Müziği korosunda aldığı eğitimle temellerini atan Kaya, Dokuz Eylül Üniversitesi Müzikoloji Bölümü’nde ve İstanbul Üniversitesi Müzik Bölümü’nde aldığı eğitimlerle müzikal vizyonunu geliştirdi. Türkiye cazının önde gelen isimleriyle birlikte çalışması ve sahneleri paylaşması, onu bu kadar özel kılan unsurlardan biri.
Sahneye her adım attığında tüm varlığını müziğe bırakan Çağıl Kaya, nefes ve ses egzersizleriyle her gün kendini geliştirmeye ve izleyiciye en iyisini sunmaya devam ediyor. “Performansın ya da şarkı söylemenin, tüm varlığınızı sahneye vadetmezseniz ve kendinizi o sırada sadece orada olarak sahneye bırakmazsanız, dürüstçe ve tüm gücüyle gerçekleşemeyeceğine inanıyorum” diyor.
Çok genç yaşta müziğe başladınız. Aslında TRT İzmir Çok Sesli Batı Müziği korosuna katılmanız, müziğe olan tutkunuzun resmi bir başlangıcı diyebiliriz. Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Müzikoloji bölümüne devam ettiniz ve sonrasında yüksek lisansınızı İstanbul Üniversitesi Müzik bölümünde tamamladınız. Müziğe olan tutkunuzun kaynağı nedir? Genç yaşlarda müziğe başlamak size ne gibi katkılar sağladı?
Muhtemelen birçok müzisyenin bu soruya vereceği yanıtı veriyorum ben de; kendimi bildiğim yaşlardan itibaren müzik dışında, şarkı söylemek dışında başka bir şey yapmak istemedim. Çocukluğumda birkaç kişinin toplandığı her ortamın benim için aslında bir performans alanı olduğunu sonradan fark ettim. O zamanlarda karşı konulamaz ve tanımlanamaz bir şekilde şarkı söylemek, dans etmek, anlatmak ihtiyacı içindeydim. Okul hayatım da dahil olmak üzere hiçbir zaman başka bir alana odaklanmadım aslında. Saydığınız eğitimlerin arasında, yani TRT İzmir Gençlik Korosu zamanımda aslında Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya bölümünde okuyordum ve o süreçte bir yandan üniversiteye devam edip bir yandan da okulun bahar şenlikleri için kurduğumuz müzik gruplarıyla şarkı söylüyordum. Dolayısıyla koroda başlangıç seviyesinde bir eğitim aldım tabii. Kimya bölümünden mezun olduktan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Müzikoloji Bölümünü kazandım. Oradaki eğitim de, zaten adı üzerinde müzikoloji / müzik bilimleri, temel armoni, solfej ve piyano dışında pratiğe ve enstrümana ya da besteleme tekniklerine yönelik daha derinlikli bir ders programı içermiyor. Bu anlamda, formal bir müzik eğitiminden çok, ulaşabildiğim derslerle, bol bol müzik dinleyerek, kendi kendime çalışarak ve sahne üzerinde var olarak deneyim kazandım diyebilirim. Dolayısıyla müzik ve performans alanı, varoluşsal olarak beni tanımlayan ve farklı şeklini bilmediğim bir noktada. O yüzden erken yaşta başlamanın katkıları şunlardır diye tanımlayabileceğim bir cümle kurmak zor. Başka türlüsünü hayal edemiyorum çünkü.
Türkiye cazının önemli isimleriyle birçok kez bir araya gelip birlikte işler yapmışsınız. Bu isimler arasında Cem Aksel, Ercüment Orkut, Serkan Özyılmaz, Tamer Temel, Tolga Bilgin, Alper Yılmaz, Kağan Yıldız, Kürşad Deniz, Volkan Öktem, Eylül Biçer, Volkan Topakoğlu gibi isimler var. Türkiye cazının önde gelen isimleriyle birlikte çalışmak nasıl bir deneyimdi? Bu deneyimler müzikal tarzınıza nasıl yansıdı?
Saydığınız birbirinden deneyimli, yaratıcı ve yetenekli müzisyenlerle hem sahne üzerinde hem de albüm kayıtlarında bir arada olmak, büyük bir mutluluk. Bu anlamda çok şanslı olduğumu düşünüyorum çünkü ilk albümümden beri hem albüm kayıtlarında hem de sahnede, neredeyse hiç değişmeyen bir ensemble ile çalıyorum. Bu büyük bir lüks, çünkü birbirini anlayan, birbiri için orada olan, performans sırasında sadece müzik düşünen ve ona odaklanan müzisyenleriz. Gerçekten dinleyen, müziğin gücünün tek kişilik bir gövde gösterisi, maskülen bir şov olmadığı, tüm performansçıların birbirinin parlamasına çaba gösterdiği durumda, ortaya çıkan müziğin ne kadar güçlü olduğunu defalarca deneyimleyerek geçiyor beraber müzik yaptığımız her an. Bu da benim her seferinde yeni bir şeyler ortaya çıkarma motivasyonumu son derece pozitif ve güçlü bir şekilde etkiliyor.
Yanı sıra konser sonralarında performanslarımız hakkında konuşmaya, eleştirmeye, hem kendimize hem birbirimize bu anlamda olabildiğince dürüst davranmaya çalışıyoruz. Bana kalırsa uzun süreli bir ensemble olabilmenin en önemli nedenlerinden biri de bu. Bütün bu deneyimleri birlikte yaşamak hem müzikal tarzımı ve seçimlerimi hem de insan olarak ve tabii sanatsal bakış açısı olarak varoluşumu derinden etkiliyor.
Müzikal yetenekleriyle dikkat çeken bir caz müzisyeni olarak sizin için Ekşi Sözlük’te ‘Türkiye’nin Esperanza Spalding’i’ benzetmesi yapılmış. Bu benzetme hakkında ne düşünüyorsunuz?
Müzisyenliği, çalışkanlığı, vizyonu, sanatsal ve politik duruşu, kendini hiç tekrar etmeyişi, hiçbir zaman popülist seçimler yapmaması ve bunun arkasındaki kararlılığı, müziklerinin derinliği ve daha bir çok başka açıdan hayran olduğum bir isim Esperanza Spalding. Dolayısıyla benzetilmek tabii ki çok mutlu eder.
Sahne performansınız ve müziğiniz, izleyicileri derinden etkiliyor. Sahne atmosferini etkileyici kılmak için hangi hazırlıkları yapıyorsunuz?
Öncelikle elimden geldiğince çok çalışıyorum. Mümkün olduğunca hiçbir şeyi tesadüfe bırakmamaya, tüm olasılıkları beni tatmin edecek şekilde değerlendirmeye, günlük çalışma rutinlerimde bu ihtimalleri denemeye odaklanıyorum. Üzerine bazen masa bazen piyano başında yazıp çizerek, bazen düşünerek, bazen bedensel çalışmalara odaklanarak, her gün ama her gün nefes ve ses çalışarak, mümkün olduğunca sağlıklı yaşayarak, hangi alanla ilgili ise benden daha deneyimli olduğunu düşündüğüm insanlardan fikir alarak, tekrar tekrar deneyerek ve sabrederek, potansiyelim dahilinde getirebileceğim en iyi haline getirmeye çalışıyorum. Özel bir proje olmadığında bile, yani performansın, ışık, kostüm, dekor, koreografi vb öğelerle baştan planlandığı bir durum değilse bile tüm bedenimle, zihnimle ve kalbimle orada oluyorum sadece. Böyle söyleyince klişe ve yüzeysel bir cümle kurmuşum gibi geliyordur belki ama performansın ya da daha spesifik bir alan olarak şarkı söylemenin, tüm varlığınızı sahneye vadetmezseniz ve kendinizi o sırada sadece orada olarak sahneye bırakmazsanız, dürüstçe ve tüm gücüyle gerçekleşemeyeceğine inanıyorum. Benim için derdimi gerçekten anlatabilmenin yolu bu. Tabii ruhani bir ayin gibi sadece kendini bırakmaktan, içi boş bir zikir ya da esrik halden söz etmiyorum bu noktada. Bunun için yukarıda söz ettiğim teknik çalışmalar her şeyin temeli ve en önemlisi aslında.
Müzikal kariyeriniz oldukça çeşitli ve renkli. Dört albüm ve iki single çalışmasıyla geniş bir repertuara sahipsiniz. Bunlar arasında Bir Parça Ay Biraz Kuş (2014), Şimdilik Her Şey Yolunda (2017), Bir Şeyler Eksik (2019), Muamma (2020) ve Herkesin Bir Sırrı Var (2021) ve Kaygılar Sahnesi (2024) bulunuyor. Bu çalışmalar arasında bir bütünlük veya ortaklık olduğunu düşünüyor musunuz?
Müzik, günlük yaşam da dahil, hayatımın herhangi bir öğesinden farklı bir noktada değil. Yani onu bir meslek olarak tanımlamadım hiç bir zaman. Anlatmak istediklerimin, kırgınlıklarımın, kızgınlıklarımın, mutluluğumun, umudumun, derdimin dile dökülmesinin en kolay yolu benim için. Dolayısıyla evet tabii ki yazdığım bütün bu müzikler bir bütün ve sadece kendi hayatımın değil, Türkiye’de ve dünyada olup biten ve dert ettiğim birçok şeyi de anlatan kronolojik bir döküm büyük oranda.
Kaygılar Sahnesi albümünde avant-jazz gibi farklı müzik türlerini bir araya getiriyorsunuz. İzleyicileri nasıl etkilemeyi hedefliyorsunuz?
Müziklerimde türler arası geçişler ve ilişkiler kurmayı ve yeni denemeler yapmayı seviyorum. Fakat doğruyu söylemek gerekirse, en son düşündüğüm şey bunların dinleyiciyi nasıl etkilediği. Sanatsal motivasyonum hiç bir zaman dinleyici/izleyici odaklı ya da müzik sektörünün kulüpler, festivaller, plak şirketleri, yapımcılar gibi diğer öğelerini ilk sıraya koyan bir anlayışta olmadı ve büyük ihtimalle bundan sonra da olmayacak. Çünkü o şekilde ilerlediğinde işin içine sizden beklenenler ve verilmesi gereken ödünler giriyor. Ben vereceğim ödünlere de kendim karar vermek istiyorum ve öyle de yapıyorum. Bundan dolayı da hiçbir zaman mutsuz olmadım. Gelecekte de beni ve beraber performans gösterdiğim arkadaşlarımı heyecanlandırmayan ve kendimi tekrar etmeye götüren şeyler yapmamayı umarım.
Çeşitli tiyatro oyunlarında yer alarak müzik tasarımları yapıyorsunuz. Bu müziğinize nasıl bir katkı sağlıyor?
Tiyatro oyunlarında sadece müzik tasarımı yapmıyorum aynı zamanda oyunculuk yapıyorum uzun zamandır. Birbirine çok benzeyen ve iki taraflı olarak kendimi geliştirmeme olanak sağlayan bir deneyim ikisini birlikte sürdürmek. Hem ensemble olmayı, hem doğaçlama fikirlerini hem bir performansın ritim, nüans, renk, çeşitlilik gibi pek çok öğesinin iki farklı alanda aslında birbirine ne kadar benzediğini fark etmemi sağladı ve büyük bir tecrübeye dönüştü.
Bundan sonrası için planlarınız neler?
Bol bol dinlenmek, okumak, yazmak ve içimde tutamadığım bir şeyler olduğunda onları paylaşacak yollar bulmaya devam etmek istiyorum.