Alman Nazizminin dehşet sembolü haline gelmiş bulunan Auschwitz Toplama (Temerküz) Kampını Sovyet Kızıl Ordusu 1945 yılının 27 Ocak günü ele geçirdiğinde, oradan sağ kurtulabilmiş az sayıda Yahudi arasındaki ikiz kız çocuklarından Eva Mozes, 85 yaşındayken önceki gün, bu kampı bir grup genç insana gezdirmek üzere bulunduğu Polonya’da vefat etti.
Tarihin garip cilvesi denilebilir türden bir ölüm bu!
Eva Mozes ve kız kardeşi Mariem’in, biri Sovyet hemşiresinin elini tutarken, ötekisi kucağında bu insanlık dışı ölüm kampını terk ettikleri ânın fotoğrafını ise Kızıl Ordu askerlerinden birisi çekmiş, tarihe emanet etmişti.
Bu fotoğraf 20.yy’ın ikonik-sembol görüntülerinden birisi olarak tarihe geçti.
Mozes’in ölüm haberi bir Kanada gazetesi olan ¨The Globe and Mail¨de karşıma çıkınca, çok kısa bir an hiçliğe ait bir duyguyla kalakaldım; sonra göz pınarlarımın yaşla dolduğunu bütün kalbî ve samimi hislerimle söylemeliyim.
Mozes’i 2004 yılında, ABD’nin Indiana Eyaletindeki Terre-Haute kasabasında kurduğu kişisel-ailevî boyutta Holocaust Müzesinde, eşimle birlikte, ziyare ettiğimiz gün tanımıştım.
¨Chicago Tribune¨ gazetesinin mabad sayfasında yer alan küçük bir haber gözüme takılmasaydı, o tarihlerde yaşamakta olduğumuz üniversite kasabası West Lafayette’den iki saatlik bir araç yolculuğuyla oraya kadar gitmeyecek, o vakitler yetmiş iki yaşında olan cıvıl cıvıl bir ruha sahip Eva’yı tanımamış olacaktım.
Gazetedeki haber Amerikan Nazi sempatizanlarınca yakılan bir soykırım müzesinden ve tabii Eva’dan söz ediyordu.
O tarihlerde yayına başlamış ¨BirGün¨ gazetesine Amerika yazıları göndermekteydim; Eva’yla tanışmak ve bir röportaj çıkartmak üzere aradım, davet aldım. Bütün tanışıklığımız böyle başladı.
Şimdiden sonra okurumun iznini rica ederek hitap edeceğim gibi, Eva Teyze iki saatten fazla süreyle anlattı, konuştu ve bundan iki günlük yazı dizisi çıktı; manşetten ve tam sayfa sayılacak boyutta…
Eva ve kız kardeşi, Romanya’nın Köstence liman kentinde ailesiyle beraber Auschwitz’e gönderilmek üzeredir, buharını tıslayarak salan kara bir lokomotifin çekeceği vagonlara tıkıştırıldıkları tarih, 1942’dir.
Ailenin öteki üyeleri arasında ikizler fark edilir ve bir Nazi çavuşu görevlilere seslenir:
¨Bunlar ayrı vagonlara, ikizler vagonuna alınsın!¨
Auschwitz’in kasap-doktoru diye anılan Joseph Mengele’nin o tarihlerde üstün ve âri Alman ırkını yaratmak, öjenik bir toplum kurmak için giriştiği deneyler, kampa getirilen Yahudiler üzerinde uygulanmaktadır.
Ölüm Meleği diye anılan Mengele, genetik testler için ikiz olan kim varsa, ayrı tutulmasını emretmiştir.
Eva ve Meriem [Havva ve Meryem diye yazmaya gerek var mı?!] hayatta kalır, aile fırına gönderilir; bir daha asla onlardan haber alamazlar.
İkiz kızlar üzerinde akla hayale gelmeyecek, acımasızca, insanlık dışı testler yapan Mengele, akşamları mesai bitiminde kampın yakınındaki evine gitmektedir, eşi ve çocuklarıyla beraber mutlu bir aile babası olarak yaşamaktadır.
Eva anlatıyordu: Bir keresinde ela renkte olan göz bebekleri maviye dönebilir mi sorusuna karşılık şırıngayla göz irisine boya akıtılmış, bir başka test ise damarlarından boşaltılan kan hangi noktaya kadar kalbin pompalama işini görmeye yarıyor diye yapılmış; buz havuzlarına sokulup donma derecesi araştırılmış. Gerisini anlatmayalım.
Bütün bu tıbbî deney işkencelerine girenlerin hayatını kaybettiği biliniyor. Mozes kardeşler hayatta kalabilmiş ve o meşhur fotoğraftan hatırlandığı gibi Kızıl Ordu’nun bakımevine alınmışlar.
Savaş sonrası tekrar Romanya’ya gönderilen kızlar Komünist Gençlik Örgütünde eğitileceklerdir. Eva Teyze, ¨Göz bebeğimize boya şırınga edilmiyordu ama burada ruhumuza başka şeyler yerleştiriliyordu¨ diyor, Stalinizmin despotik dünyasından kaçmaya karar verdiklerini söylüyordu.
İsrail’e giderler, Kibutz’larda bir müddet yaşarlar ve sonra Batı’ya, Fransa’ya ve oradan ABD’ye geçerler. Meriem kamplarda karşılaştıklarının bedensel yıkımını bir süre sonra kanserle mücadele ederek öder; hayatını kaybeder. Bir Amerikan subayıyla evlenen Eva Teyze ABD’ye yerleşir. Entelektüel kişiliğiyle yerinde durmaz Eva, bir süre sonra Soykırım Müzesini kuracaktır.
Öte yandan Amerikan Yahudi Lobilerinin ve hatta İsrail devletinin tepkisini çekecek biçimde,¨Hoşgörü ve Affetmek¨ temeline dayalı bir kampanya başlatır. Alman Nazizm ve savaş suçluları, soykırıma neden olanları tarih yargılasın, biz insanız af etmeliyiz, demektedir.
Sormuştum: ¨Size bunları yapan Mengele’ye öfke, hınç, kin, intikam hisleri beslemiyor musunuz? ¨
¨Hayır, bunları hiç hissetmedim! ¨ dedi Eva Teyze, ¨Kin ve intikam duygusuyla yaşayamazdım ki… Ben onu ruhumda affettim, adı tarihe zaten kapkara izlerle geçmiş bulunuyordu. ¨
SS subayları arasında sağ kalmış, kaçıp saklanmış insanları buluyor, onları kucaklayıp UTANDIRIYORDU.
Onun mücadele biçimi buydu.
Mesela, Auschwitz’in kamp kumandanının torununu gidip bulmuş, onu manevi evlat edinmişti.
Eva Mozes’in Yahudi Soykırımına karşı mücadelesi pasifist ve barışçıl bir çerçeveye oturur. Bu yüzden İsrail’e vize almadan giremiyor, dünya Yahudi Lobilerinin çekinceyle adından bahsettiği bir ¨uçuk kaçık kadın¨ diye tanınıyordu.
Öyle olduğuna ben de biraz inanırım. Bizi uğurlayacağı son dakikada, birden aklına gelmiş olmalı ki, bir süre Türkiye’de bulunduğundan çiftetelli oynayacağı tuttu ve ardından bir güzel hem Türkçe söyledi hem de şıkır şıkır oynadı.
Kırk yıllık dostlar gibi sarılışıp ayrıldık oradan.
Dünyaya bir nanik çeker gibi yaşadı…
Güle oynaya bir hayat geçirdi Eva Teyze.
Onu sevmiştim; gördünüz mü, beni de şimdi ağlattı…