Annesinden işitirmiş, çok gülersen ardından muhakkak ağlarsın diye..
İşte o yüzden sevinç dolu şeylere hep uzak durmayı tercih etti, ediyor; arkasından çıkıp gelecek olan üzüntüye, yas, keder, tasa ve dertlere bulaşmaktansa…
Büyük mutluluklara o yüzden hep çekinerek adım atar, yaşadığı şeylerin tadına varmayı ardı sıra mutlak anlamıyla geleceği beklenen acıklı zamanları düşünerek ya erteleyip geciktirirdi yahut toptan uzak dururdu.
Çileci bir hayat orucuyla yaşamak, belli ki, daha kolayına geliyordu.
Hayat korku üzerine kuruludur diyen bütün kaderci düşünüşlerin kederli sonuçlarına katlanıyordu.
Bir gün birlikte sevinç dolu zaman geçirdiği sevgilisine, ¨Bak görürsün, kesinlikle bu keyifli şeylerin ardından bir bela gelir, muhakkak beni bulur¨ dedi, ertesi günün sabahı cep telefonu arızalandı, kilitlendi; galiba hack‘lenmişti de…
Ben demiştim diye kendini haklı çıkartıyor şimdi ve bir yandan da cep telefonuna bir çare arıyor.
Spinoza üzerine Türk felsefesi ara sıra bir şeyler üretir, konuşulur, sonra güncel telaşlara ait şeylere hep birlikte dönülür, yeni bir seslenişe kadar bu cesur filozof unutulup bir köşede bekler.
Antonio Negri‘nin sözleriyle, Avrupa’da Yeni Çağın bir anomalisi olan Baruch Benedictus Spinoza adlı ufak tefek bir Yahudi’nin, Amsterdam sokaklarında dalgın yürüyüşünde ona dört metreden daha fazla sokulmayı imkânsız kılan üzerindeki Musevi Cemaati aforozu, karşılaştığı tehditler ve yoksulluk, yaşamını erken yaşta yitirdiği güne kadar yakasını bırakmayacaktı.
Zor bir yaşam sürdüren Spinoza geriye dev bir felsefe, Sevinç ve Mutluluk düşüncesi bırakıyordu. Sevinç dolu bir yaşam sürmenin her şeye rağmen mümkün olduğuna dair Spinozacı bir yaklaşım, “öyle çelik gibi bir iradeye gereksinim duymadan sadece anlama çabasıyla” takdim edilen bir felsefeye dönüşüyor.
Spinoza üzerine Türk felsefesinde değerli çalışma ve katkılarını, bir tesadüf gibi, filozofun kısa sürmüş yaşamına benzer biçimde erken yaşta aramızdan ayrılmış Türk sosyolog-düşünür, yazar Ulus Baker‘in dilinden okumuştuk. “Her felsefecinin bir Spinozası vardır” deyişine uygun olarak, Baker, Spinozacılığı kullanışlı bir felsefe diye tanıtıyordu.
Bu sözün ayrıca H.Bergson tarafından tekrarlanmış hâlini de eklemeliyim: “Her filozofun iki felsefesi vardır; kendi felsefesi ve bir de Spinoza’nınki…”
Spinoza literatürüne yepyeni bir girişle katkı sağlayıcı düşünce-denemesi yazan Çetin Balanuye‘nin sözlerine başvurup aktarırsak, “On yedinci yüzyılda yaşamış olan bu tuhaf filozof kısa yaşamının ayrıntılarına bakıldığında pek de sevinç dolu bir yaşam sürmüş gibi görünmez.” [s.12]
Balanuye’nin günümüzde aradığı mutluluğu bulamamış okura vaat uyandıran başlığıyla sunulan, Ayrıntı Yayınları’ndan yayımlanmış “Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor” adlı kitabı yanlış ellere geçmesin diye kolayı seçen, hampacı okurlara daha baştan yaptığı uyarıya dikkat gerekiyor. Yapıtının kişilik gelişim, hayat dersleri, 100 Derste Mutluluk, Nefes Alıp Verme Sanatı türünden bir aldatmaca olmadığını da belirtiyor, Balanuye…
Bilim ve felsefe ilmek ilmek örülen bir dokuma gibi telaşsız yapılmalı, hele felsefe söz konusu oldu mu, yavaşça acele etmelidir, sabırlı olunmalıdır; Festina Lente!
Balanuye’nin yapıtı, Baker’in tanımına epeyi yakın duran bir alt başlığı da içerir: “Reddedilemeyecek bir felsefi teklif…”
2016’da basılıp 3.baskısını yapmış olan kitabın pek hacimli olmayan cismî, devâsa bir felsefenin sıradan ama sabırlı, meraklı okura kadar en sâde bir dille aktarılmış satırlarıyla bir düşünce deryasına dönüştüğünü söylemek abartılı olmaz.
“Hayatın bizler tarafından keşfedilmeyi bekleyen saklı bir hedefinin olmayışı, o hayatı deneyimleyen bizlerin büsbütün bir anlamsızlık ya da boşluk duygusuna mecbur kalacağı” tehlikesini uyaran Spinoza’nın diliyle yazılmış yapıtıyla, Balanuye, bana sorarsanız felsefenin zorunlu ve kaçınılmaz iyi yanıyla karşımıza çıkıyor.
Günlük ve sohbetkâr, içten (felsefe samimiyetsizliği asla kabul etmez) ama akıl verici değil, birlikte pencereleri açıp dışarıya bakmayı sağlayan bir dile sahip olan bu yapıtın, son zamanlarda Türk felsefe külliyatında bir baş yapıta dönüşmesi işten değildir; etkileyici bir üslup buna imkân sağlıyor.
Doğa/Tanrı düşüncesine ulaşan monistik-tekçi felsefenin sistemli kurucusu Spinoza’nın sıkı bir takipçisi olduğunu daha başında belirten Balanuye’nin basitçe aktardığı üç kavram Spinoza’yı anlamanın ilk adımıdır. İlki aşkıncılık‘tır, doğaüstücülük diye de okunsa yeridir.
“…semavî dinlerin varsaydığı türden, bu evreni aşan, onun dışında ya da ötesinde var olan, aşkın, maksatlı, karar verip eyleyerek yaratan, yarattıklarını da izleyip gözeten ya da gözetleyen bir Tanrı’nın olmayacağı”nı [s.32] Spinoza feslefesiyle aktaran Balanuye bu aşkın, bizleri aşan gücün altında kederle yaşamanın yorucu ve insanı dünyasından koparan zahmeti ortaya koymak ister. Kitaptaki amacının, (insana ait) inançlarımızın temelsizliğini göstermek olmadığını belirtiyor ve basitçe neyin peşinde olduğunu yazıyor:
“Farkına bile varmadan benimsediğimiz varsayımlarımız ve bunlardan türeyen inançlarımızın gerçekte bizi sevinçten uzaklaştırıyor olabileceğini göstermek istiyoruz.” [s.33]
Aşkıncılık kendisine ikiz kardeş bulmakta gecikmez: Çilecilik-asketizm derhal kapıyı çalar; ah of çeken, bütün dünyanın kendisine komplo düzenlemek peşinde olduğuna artık iman getirmiş bir kişilik ruhsal acılarıyla başa çıkamaz olur. Her seferinde bundan kurtulmak için yine inançlarına döner, onlarla avunur. Aşkıncı dünya görüşüne sahip insanların en derinlerinde bir korku yattığını hissetmesi anlaşılır bir şey…
Aşkıncılığın karşısına içkincilik kavramını yerleştirmek gerekiyor, verili bir zamanda insan zihnini aşan, o sırada insan zihninin bilemeyeceği herhangi bir şeyin olamayacağını söylemek değildir, diye vurguyla yazarımız uyarıyor. İçkinci bilgiyle öğrendiği, kavradığı dünyanın sınırları dışında eğer ötekilerin söylediği gibi doğaüstü bir varlık varsa, aslında bunun da yine doğal olacağını kabul eder.
Bir diğeri ise erekselcilik kavramıyla artık rekâbet ve hırsla bizleri esir almış modern dünyamızı saran tutkularımız, yarışlarımız ve nihayet acımasızlığımıza işaret ediyor. “Hedef, gaye, emel, amaç, ilerleme gibi kavramları yüceltip dururken, adeta erekselci varsayımlarımızın tetiklediği kederli bir öte için sevinçli bir şimdinin farkına bile varamaz oluruz.” [s.88]
Var-kalma çabası içindeki tüm doğanın, elbette burada insanın Conatus adını alan bu bitmez devinimini bir hedefe bağlamak yerine Don Quijote gibi sürekli yolda olmak, insan doğasına en uygunu görünüyor. Hatırlanacaktır, yatıp uyumak isteyen Sancho Panza‘yı şafak sökmeden yatağından kaldıran şövalye, “Yolda olmak handa olmaktan iyidir” diyordu… Don Kişotvâri bir sürekli yolda olmak, varolma çabası, Bergsoncu bir dille Elan Vita diye adlandırılıyorsa, Bergson’un kendi deyişine müsemma onun Spinozacı yanını da ele veriyor.
Tekrar Balanuye’ye dönelim ve cevabımızı verelim; “Conatus gereği eyleyip dururken bu yaşantıyı sözde yüce bir ereğe varmak için kederli bir mesaiye mi dönüştüreceğiz yoksa varılacak yeri bir kenara bırakıp yolda olmanın tadını mı çıkaracağız?” [s.86]
Doğada her şeyin bir ötekini etkilediğini görmek, tam da o şeylerin var olma-Conatus çabasıyla eşleşiyor. M.Pollan’dan alıntı yaparak açıklamakta Balanuye, “Bir elmanın sizi kullandığını düşündünüz mü hiç?” sorusuyla… “Elma şekli, lezzeti ya da besin değeriyle insanın arzu nesnesi olmayı başarmıştır. Bir başka deyişle, tam da var-kalma çabası göstermek bakımından o denli başarılı olmuştur ki, kendi başına saçabileceği tohumlardan çok daha fazlasını biz insanları kullanarak her yere saçmaya başlamıştır. Bu bir güç ifadesidir.” [s.104] Bunun için cansız bir nesnenin zihnî faaliyet yürütmesi yahut sizi sevmesi de gerekmiyor, derken aklımıza N.Hikmet‘in Tahir ile Zühre şiiri geliverir:
“Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?”
Elma elmalığının gereğini yapa dursun, bu yazıyı yazmaya çalıştığım saatler boyunca cep telefonu talihsizliğine uğramış genç dostum, her felakette bir hayır vardır biçimindeki halk deyişini de unutmaksızın kederli bir hâlde kalıp durumundan azıcık çile çekmenin hazzını yaşar gibi, çileciliğe doğru yönelmeyi becerdi. Tasarladığı günlük işlerinin tümünü bir yana bırakıp yeni bir telefon edinmekle eskisini kurtarmak arasında kararsızlığın bocalamasıyla evinden dışarı çıkarken, tam o sırada İstanbul’un kemikleri sızlatan rutubetli yağmuru da bastırmaz mı; bastırır. Kapıdan çıkarken, “İşte buna Murphy Kanunları, denir” diye tatlı tatlı söyleniyor, kabahati Amerikalı mühendis bilimci Edward A.Murphy‘e yüklüyor, “Kısmet işte, bir de ıslanması kalmıştı…” diyordu.
Kısmeti olmayan pehlivanın kıspeti kırk yerinden yırtılırmış, diyesim geldi, üzülmesin diye sırtını sıvazlayıp teselli ettim; bir süredir evinde misafirim.
Balanuye’nin kitabı herkes için “yararlı”, Spinoza faydalı şeyler söyler çünkü…
İsteklerimizi bir daha gözden geçirmek için bir fırsat, bu fırsatın ardından mutluluğu o tılsımlı perdesinin ardında yakalamak, belki günün ağır şartları içinde tekrar kaybetmek ama yine kendi içimize dönüp yeniden yakalaması da mümkün.
Zira, “(….) hayattaki pek çok şeyi o şeyin bizi başka amaçlara, hedeflere, iyilere ya da kazanımlara ulaştıracağını düşünerek isteriz. Örneğin, parayı, paranın cisimsel varlığına duyduğumuz koşulsuz sevgiden dolayı istemeyiz. Parayı, ona sahip olmanın bize getireceklerini düşünerek isteriz (….) Yakışıklı ya da güzel olmak isteriz çünkü bu bize, başka şeyler de yolunda giderse, iyi bir eş, prestij ya da şöhret getirebilir. (…) peki, mutlu olmayı neden istiyoruz? Mutlu olmayı isteriz, çünkü…. çünkü mutlu olmayı isteriz.”
İşte bu conundrum‘a, muammalı bir bilmeceye dönen mutlu olmak-istemek arasındaki fasit daireye dönüşmüş ilişkinin rahatsız edici cevapsızlığına bir adım atmak istiyorsanız, üstelik bir dil şöleniyle temiz bir felsefe metni okumak istiyorsanız, var-olma çabası/conatus içinde bulunan kitabı edinmelisiniz.
Hatırlıyorum, Al Capp‘ın L’il Abner başlıklı çizgi romanı, bizdeki çevirisiyle Hoş Memo’da bahtsız bir karakter vardı, Joe Btfspk adıyla sürekli yağmurunu ve özel bulutunu tepesinde dolaştırıyordu.
Tepenizde böyle bir bulutla dolaşmamak için sizi bir felsefe şölenine davet ediyorum.
Çok şey edinmiş olarak sayfaları hızla çevireceksiniz; fakat unutmayın, Festina Lente…
Önerilen diğer okumalar:
Spinoza: Bir Yaşam, Steven Nadler, İletişim Yayınları
Ethica, Spinoza, Çev: Çiğdem Dürüşken, Alfa Yayınları
Yüzeybilim Fragmanları, Ulus Baker, İletişim Yayınları